Ayfer Abla
Atatürkçü Düşünce Derneği’nden bir toplantı için duyuru yapıldı. Beni de çağırdılar: “Bir toplantımız var, sen de gelsene. “
“Ne toplantısı? “ “Anma toplantısı. İki hafta kadar önce ölen Ayfer Abla’yı anma toplantısı.”
Ayfer Abla kim? Neden adını duymadım bilmiyorum. Dernek çapında bir toplantı yapılacağına göre çok önemli biri olmalı diye düşünüyorum önce.
O kadar öğretmen arkadaşımız emekli oldu, emekli olmadan öldü bir kısmı, ne yaşarken ne ölünce onlardan hiçbirinin anıldığını anımsamıyorum. Ne resmî ne özel hiç birine anma toplantısı yapılmadı. Kendi yaptıkları veda geceleri ayrı. Bunu isteyen herkes yapabilir. Başkalarının düzenlediklerinden söz ediyorum.
Görevden ayrılan, ölen öğretmenlerin arkasından anıları anlatılmadı, yaptıkları övülmedi, arkasından rahmet okunmadı, ne öğrencileri ne arkadaşları bir araya toplanıp, “ Seni unutmayacağız öğretmenim! Kalbimizde yaşayacaksın!” demediler… Ben duymadım!
Hepimiz unutulduk. Hiç birimizin bir değeri olmadı. Havaya savrulan kül misali kaybolduk gittik… Bir zamanlar çalışıyorduk. Bizi seven öğrencilerimiz, onların anababaları vardı. İyi kötü günleri birlikte geçirdiğimiz meslektaşlarımız vardı. Türk Millî Eğitimi’nin yöneticileri vardı… Devletimizin görevlileri vardı. Konu komşumuz, tanıdığımız, hısım akrabamız vardı…
Hiç bir öğretmene arkasından anma günü yapılmadı… 24 Kasım Öğretmenler gününde bile eski öğretmenlerin çağrılması, bu mesleğe emek vermişlerin başköşeye oturtulması, sayılması bizim toplumumuzda görülmemiştir. Emekli olanların gönlünü alma, bir teşekkür belgesi hazırlama, hizmetlerini derleyip toplayıp yayınlama, tanıtma, onu onurlandırma bizim kültürümüzde yoktur. Çok ünlü , varlıklı, yazılı eser veren, herkesin tanıdığı biri değilsen, bir varmış bir yokmuş denirmiş gibi yiter gidersin…
Bu nedenle toplantının nasıl olacağını canlandıramıyordum gözümde.
Böyle bir toplantıya da ilk kez rastgelişimi boşa geçirmek istemedim. Ayfer Abla’nın neye bu kadar sevildiğini, bir toplantı yapılması için derneğin neden böyle çevreden baskı gördüğünü merak ettim.
Ne yapılacak, Ayfer Abla nasıl anılacak? Kimler gelecek?
Ölen ve emekliye ayrılan Alman öğretmenler için böyle toplantılara tanıklık etmiştim. Tıpkı televizyon gösterileri gibi teknikten yararlanarak duvarda film göstermeler, sesli görüntülü anılar, arkadaşları, sürpriz konuklar sırasıyla ortaya çıkarılırdı. Sahne hazırlanır, herkes giyinir kuşanır , eteğindeki incileri dökerdi. Kemanla, orgla müzik dinletileri de yaparlardı günün ve gecenin sonunda…
Burada ne yapılacaktı? Türk toplumu nasıl bir anma tasarlamıştı?
Madem bugünlerde buradayım, ölüm ve yaşam üzerine insanı sorgulayan şiirimi de yanıma alayım, belki toplantının havasına uyar, okunur dedim, toplantıya gittim, hem de vaktinden epey önce gittim.
Burada televizyon fabrikaları var. Siemens, Blaupunkt gibi. Neredeyse Türkiye’den çağrılarak gelen kadınların hepsi buralarda çalışmıştır. Hep birbirlerini tanırlar. Oradan gelmek bir hemşehrilik gibi olmuştur.
Ayfer Hanım 1963 yılında gurbete ilk gelenlerdenmiş. Okumuş, eğitimli. İyi derecede İngilizce bilirmiş. Amerika’da kalmış bir süre. Türkiye’den işçi olarak gelmiş, önce Amerika’ya gitmiş gelmiş. Dil, yol yordam bildiği için, Türk kadınlarına yardımcı bir göreve getirilmiş, önce fabrikada tercüman, sonra, AWO adıyla tanınan sosyal yardım kuruluşuna danışman olmuş burada. Hem görevi nedeniyle hem de kişiliğinin özelliğiyle kendini sevdirmiş. Türk kadınlarının dili olmuş, eli kolu olmuş gurbette. Tıpkı hemşire Terasa gibi adı ünlenmiş. Efsane olmuş. Kendisinden yardım görmeyen neredeyse kimse kalmamış…
Alman devletinden liyakat nişanı da almış.
Toplantı günü kadınlar çıkıp çıkıp anlattılar, ilk çocuğumu benden önce kucağına aldı, evime geldi, hastaneye ziyaretime geldi, düğünümü yaptı, şunu yaptı bunu etti…
Toplantı Pazar öğleden sonraydı. Gönüllü kadınlar saatler öncesinden geldiler, bir köşe masa düzenlediler. Çerçeveli bir kaç fotoğrafı masaya koydular. Siyah kıyıları simli bir örtü serildi masaya. Bir beyaz bir kırmızı gonca gül iki yanına kondu resminin. Bir mum, bir de tanıtım yazıları kondu…
Eski işyerindeki kadınlar ölümünü duyunca çalıştığı yerde onu anmışlar, helva yaptırıp dağıttırmışlar çoktan. Buradaki Türkçe diliyle anma, Türk toplumuyla birlikte anma.
Kimler gelmedi ki anma gününe. Zorla yürüyenler, bastona dayanarak gelenler, iki koluna girilip getirilenler, başı bağlılar, hastalar… Gençler , genç kızlar, delikanlılar da vardı. Anneleriyle gelmişler. .. Yalnız gelmişler…
ADD’nin salonu ağzına kadar doldu. Her yaştan kadınla doldu. İki masada da gelenlerin eşleri oturdular. Aralarında yılların gazetecisi Turan Işık da vardı. Anma gününün fotoğraflarını çekti, haberini de yazmış olmalı…
Önce bu her yaştan, her kuşaktan kalabalığı anlayamadım. Sordum kim bunlar? Bu kadar ayrı yaş gruplarının bir arada olması neden?
Şimdi düşünüyorum. Ayfer Gönen hayatta değil, bu anmayı görmüyor. Kimse onun gözüne girmek, yaranmak için burada değil. Ailesinden tek kişi yokmuş burada, zaten evli değilmiş, çocuksuz, bu gün bu yüzden ailesinden kimse yok .
Gelenleri kimse gelin diye zorlamamış, kendiliğinden gelmişler. Çıkıp çıkıp konuşanlar kendiliğinden o sözleri, sevgi ve minnet dolu sözleri söylediler. Bir genç kadına merak edip soruyorum: “Hadi diğerlerini anladık, siz neden burdasınız?” Başladı ağlamaya. Ben 33 yaşındayım, evliyim dedi, annem öldüğünde onyedisindeydim. Bana anne oldu…
Bir diğeri anlatıyor: “Geldiğimde kanatsız kuş gibiydim, ortada kalmıştım, bana abla oldu.” Biri diyor, “Bana iş buldu, bana ev buldu, ben boşanıyordum, engel oldu, barıştırdı. “ “Hastalandım, beni yalnız bırakmadı …“ Yerine aynı görevi yapan Hatice Hanım: “Bu mesleğimi ona borçluyum. Emeklerini unutmayacağız. “
Nuran, “Sen bizim herzaman kalbimizde yaşayacaksın.” diye yazmış anı defterine. Hatice: “ Sen her zaman bizim için ölümsüz ve daim kalacaksın.” Tülin: “Almanya’ya ilk geldiğimde seni tanıdım bu en büyük kazancım oldu, seni hiç unutmayacağım.” Yine başka bir Hatice: “Sen benim ablam, annem, yol gösteren iş arkadaşımdın , bizlere örnektin!” diye yazmış. “ Sen benim ve tüm emek verdiklerinin yüreğinde yaşayacaksın…”
Atatürkçü Düşünce Derneğinin Kadınlar Kolu Başkanı Gülay Hanım, duygulu bir konuşmayla açtı anma gününü. Ablamdın, seni unutmayacağım, dedi. Aşık Veysel’in dizeleriyle zaten ağlamaya hazır olanları bir güzel ağlattı.
Selam saygı hepinize /Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye /Gelmez yola gidiyorum
*
Gemi bekliyor limanda /Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda /Gelmez yola gidiyorum
*
Eşim dostum yavrularım /İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım /Gelmez yola gidiyorum
Bir kenarda masada helva, soğuk yiyecek ve içecekler hazırlanmıştı. Daha sonra isteyenler bir şeyler yediler, birbirlerine anılarını anlattılar.
İlk işçi göçünde ne kadar yalnız bırakıldıklarını, köyden şehre bile çıkmadan nasıl Almanya’ya çıkıp geliverdiklerini anlattılar. Kadın yurdunda birlikte kalmışlar Ayfer Hanımla. Trenlerle gelen bu kafileleri Ayfer Hanım, tren garında karşılarmış, yurda getirir, barınmalarına, dertlerine çare bulurmuş. Başı sıkışan onun odasında alırmış soluğu. Ağlayan onun omzuna başını dayarmış...
Devletimizin yapacağı görevi bu el memleketinde başkaları üstlenmiş… Sahipsiz bırakılan, kolundan tutulup başka kültüre, başka dile, başka yaban bir ele bırakıverilen bu insanlar kuzunun anasına sokulması gibi Ayfer Ablalarına sığınmışlar.
Şimdi onları bir zorlayan yok, bir mecburiyetleri yok…..Ama iki gözü iki çeşme ağlıyorlar, sevgilerini haykırıyorlar, seni unutmayacağız diyorlar…
*
Buradan, yaşadığımız günlere gidiyor aklım. İçinde bulunduğumuz ihanetin derin kuyusuna gidiyorum. Her değerimizi, yüce önderimizin adını, hiç utanmadan, çekinmeden ayaklar altına alanları, dilleri kürek gibi uzayanları, çamurda debelenen kandırılmış zavallıları gözümün önüne getiriyorum.
Biz aslında vefalı bir milletiz milletiz de aklımızı yitirmezsek, yüreğimizin sesini kaybetmezsek… diyorum.
Ayfer Ablaya gösterdiğimiz vefa kadarını bile esirgiyoruz bizi biz yapan, bize bu bağımsızlığımızı, Cumhuriyetimizi veren büyük insana, büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e…
Ayfer Abla görevini yaptı aslında. Alman devleti onu görevlendirdi, sosyal danışmanlık yaptı. Bunun için de para aldı. Kazancını sağladı. Türk devletinin yapması gerekeni başka ülke yaptı. Kendisi için tabii. Toplumuna bu gelenler uyum sağlasın, sorun çıkarmasınlar, benim için çalışsınlar diye… Öyle değil mi?
Ya bize bu vatanı verenler… Atalarımız… Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları… Kanı canı pahasına yurdumuzu kurtaranlar, bu cumhuriyeti kuranlar… Bize çağdaş, bağımsız bir ülke armağan edenler…
Onlara borcumuzu nasıl ödeyeceğiz? Atatürk’ü kimseler görevlendirmedi.
Atatürk rütbelerini çıkarıp atarak mücadeleye başladı. Önderlik etmeseydi bu mücadeleye başlayamazdık. Birleşemezdik. Yolu bulamazdık. Yok olur giderdik, tarihten silinirdik…
Atatürk kimseden emir almadı, kimsenin emrine girmedi. Türk Milleti için Türk Milleti’yle beraber düşmana karşı savaştı, yurdumuzu onardı, yaralarını sardı… Cumhuriyeti kurdu, hayatını Türk Milletine adadı…
Şimdi soruyorum:
Bir Ayfer Ablaya gösterdiğimiz kadar vefamız yok mu?
Feza Tiryaki, 28 Şubat 2012