Aziz Nesin Sesleniyor: Fantiko

Tartışma Alanı

Aziz Nesin Sesleniyor: Fantiko

İletigönderen Ram » Çrş May 12, 2010 1:23

Bir vakitler, ülkenin birinde, yaşlı bir yazar yaşarmış. Çalıştığı gazetesindeki köşesine, her gün yazılar yazarmış. Son zamanlarda yaşadığı ülkede artık onu önemseyen, yazdıklarına kulak asan pek yokmuş. Nasıl etsem de okuyucuların ilgisini çeksem diye her gün kara kara düşünür dururmuş.

Gene bir gün böyle masasına oturmuş. Eline kalem ve kağıt almış. Hani insan ne yapsam, ne yazsam acaba diye düşünürken, önündeki kağıda, anlamsız şekiller çizer ya… Bizim yaşlı yazar da, kafasında yazacak bir konu olmadığından, önündeki kağıda önce bir yelkenli kayık resmi çizmiş. Sonra adını yazmış. Ne yazsam acaba yarın için diye düşünürken, bu kez kendi adını büyük harflerle yazmaya başlamış. Sonra yazdıklarının içini kurşun kalemle karalamış. Önündeki kağıt karalamayla dolunca, halen aklına bir konu gelmediği için olsa gerek, sinirlenmiş, kağıdı fırlatmış atmış.

Yeni bir kağıt almış. Önce kareler, üçgenler, yıldızlar filan çizmiş. Sonra bilinçsizce kağıdın üzerine özenle bir F harfi kondurmuş. Sonra içinden geldiği gibi, önce bir A harfi koymuş F harfinin yanına… Sonra bir güneş ve bir yürek resmi yapmış mesela... Kağıdın orasına burasına da gelişigüzel harfler kondurmuş. Bir F, Bir A, bir N… Sonra bir T harfi, bir İ harfi… Bu arada halen, ne yazsam, ne etsem diye düşünmeye devam ediyormuş. Kağıdın üzerine bir K, bir O yazmış… Sonra da at kuyruğuna benzer bir şey çizmiş. Ne yazsam diye düşünmeye devam ederken, birden çiziktirdiği harfleri yan yana getirip okumuş: F – A – N – T – İ – K – O Bir daha okumuş: Fantiko... Birden büyük bir sevinç duymuş. Gazeteye ne yazacağını sonunda bulmuş.

Ertesi gün, yazarın gazetedeki Fantiko yazısı çok ilgi toplamış. Yazıya göre Fantiko çok kötü bir şeymiş. Herkes Fantiko nedir diye birbirine soruyor, gazeteyi okumayanlar gazeteyi arayıp buluyor ve Fantiko başlıklı yazıyı okuyorlarmış. Kimse Fantiko'nun ne olduğunu bilmiyormuş bilmemesine ama herkesin hemfikir olduğu konu, Fantiko’nun çok ama çok kötü bir şey olduğuymuş.

Birkaç gün sonra aynı yazar, gazetesindeki köşesinde “Fantiko nedir?” başlıklı, okuyana korku geçiren bir yazı daha yazmış. Yazıya göre Fantikocular çok tehlikeli insanlarmış. Şeytandan bile beterlermiş. O yazar her gün Fantikocular üstüne yazı yazmaya devam etmiş. Yazılar o kadar ilgi toplamış ki, diğer yazarlar da Fantiko üzerine yazı yazmaya, insanlar sürekli bu konuyu konuşmaya başlamışlar. Gündengüne Fantiko korkusu ülkede yayılmaya başlamış. İlk yazan yaşlı yazarın ünü de artmış tabii bu durumda... Bu üstün yazar kurtarıcı gibi görülmeye başlamış. Bu tehlikeyi görüp de ilk anlatan olmasaydı, bu korkunç tehlike ile koyun koyuna yaşayacaklardı, öyle değil mi?

Fantiko veremden, vebadan, tifüsten bile daha tehlikeliydi çünkü. Bununla kalsa iyi, üstelik Fantiko bulaşıcı bir şeydi. Bir Fantikocu bin kişilik bir yere girse, o bin kişi bir dakika içinde Fantikocu olabilirdi. Bunun için Fantikocunun bir esnemesi, bir soluk alıp vermesi yeterdi. Hele bir hapşırsa değil bin, onbinlerce kişiyi Fantikocu yapması işten bile değildi. O halde tüm Fantikocuların yok edilmesi gerekir tabii ki. Böyle düşünülmeye başlanmış.

Artık her gün insanlar tetikte beklemeye başlamışlar. Üstat yazar, bir gün "Fantikodan nasıl korunulur?" başlıklı bir yazı yazmış. Yazıya göre, ne kadar çok göz kırpılır, baş titretilirse ve ayaklar yerden kaldırılmazsa o kadar Fantikodan korunulurmuş. O ülkede herkes, kendilerine Fantikocu denmesin korkusuyla ayaklarını sürerek yürümeye, göz kırpmaya ve baş titretmeye başlamışlar. Kimin Fantikocu kimin olmadığı anlaşılmıyormuş tabii bu durumda. Bunun üzerine yazar köşesindeki yazısında, Fantikoculardan farklı olmak için, her ayak sürtmede bir yandan da diz büküp “Huta – Hata- Hap!” diye sesler çıkarması gerektiğini yazmış. Artık ülkede sürekli bu sesler duyulmaya başlamış. Eğer böyle yapmayan ya da yanlışlıkla “Hopa- Hupa- Hop!” diye sesler çıkaran olursa hemen yakalanıyormuş.

Üstat yazar borçlarını ödememek için, borçlu olduğu herkesi Fantikocu olmakla suçlamaya başlamış. Çok kişinin çıkarına gelen, işine yarayan bu yöntem hemen o ülkede yayılmış tabii… Kiracılarını evden çıkarıp yeniden kiralamak isteyenler sözgelimi, kiracılarının Fantikocu olduklarını ihbar etmeye başlamışlar. Kira vermek istemeyen, bedava oturmak isteyen kiracılar da ev sahipleri için Fantikocudur demeye başlamışlar. Herkes kendilerine Fantikocu denmesin diye birbirini Fantikocu olarak suçlamak durumunda kalmışlar. Kim atik davranırsa kazanır olmuş. Artık Fantikocuların ne zaman, nasıl ve neyin kılığına girdiği anlaşılmaz olmuş. İşte tam bu sırada , üstat yazarın Fantikocu dediklerinden biri “Fantikocular, Fantikocu oldukları anlaşılmasın diye, Fantikocu düşmanı kılığına girerler. İşte Fantikocu!” diye üstat yazarı göstermemiş mi?

Fantikocu yazar, "Fantiko diye bir şey yok, ben uydurdum" diyememiş. Bu durumda üstatlığı kalmazmış çünkü. "Fantikocuyum" dese, kendisi kalmayacakmış doğal olarak. O sebepten “Ben mi Fantikocuyum? Ben mi?” diye kekelemeye başlamış.

Ben mi Fantikocu olacağım, bakın halime de bir söyleyin, benim kılığımda Fantikocu olur mu hiç?” demiş. Ondan sonra da dizlerini büküp, göz kırparak, başını titreterek, "Huta – Hata – Hup – Huta – Hata – Hup!" diye inlemeye başlamış.

Aziz NESİN

Kaynak:
İm (Kod): Tümünü seç
http://hayalkahvem.blogspot.com/2009/11/her-gun-yaz-yazmak-kolay-bir-sey-mi.html




Taraf Milliyetçi mi, Ufuk Uras "Ergenekon"cu mu?

"Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız." (Yunus Suresi, 11)


Azgınlıkları içinde debelenenleri izliyoruz....

Azgınlıkları öyle bir safhada ki artık kendi pislikleri ile oynayıp, bu iğrenç oyundan zevk çıkarmaya çalışıyorlar...

Bize, her şerde bir hayır olduğu inancını her gün ispatladıkları için kendilerine teşekkür borçluyuz aslında...

Ülkemiz kirli ve "kansız"...(Washington Post öyle dedi) bir savaşın ortasından geçerken, "azgınlıklar" sayesinde kimi gerçekleri daha iyi görmemizi sağladıkları için teşekkür borçluyuz...

Her şerde bir hayır var çünkü biz bu kirliliğin içinde gördük ki, bu toplumun çürüyen kesimi sadece elitlerdir. Askeri, siyasetçisi, aydını, gazetecisi...

Birbiriyle kavga eder gibi görünseler de ahlâksızlık, ilkesizlik, kıblesizlik ve korkaklık konusunda birbirlerinden hiç farkları yok.

Teğmenini satan komutan, gerçeği satan gazeteci, adaleti satan savcı, milletini satan politikacı, tarihini satan aydın...

_____________________________________

"Ben vatanseverim, onun için sorguluyorum!!"

Cırlak, arsız ve sinir bozucu bir ses en az on dakikadır televizyonda böyle bağırıyor..

Kim?

Rasim Ozan Kütahyalı.

Konu nedir?

Konu, "şehit olaylarının asıl sorumlusu Genelkurmay'ın basiretsizlik ve başarısız kurmayları mı?"

Evet öyle..

Şehit olaylarında Genelkurmay'ı yönetenlerin basiretsizliği vardır.

Bunun böyle olduğunu, Açık İstihbarat'ın da aralarında olduğu ulusalcı internet siteleri, bu ülkenin gerçek vatanseverleri yıllarca yazıp çizdiler.

Öyle de...

Taraf gibi bir gazetenin, Ahmet Altan gibi "Bir çift kadın memesi için vatanı satarım" diyen bir adamın şehitlerle ne işi olur da böyle bir soruyu gündeme getirmek böyle çarpık insanlara düşüyor?

Helin Avşar'ın sivri çizmelerini ağzına alarak poz veren Rasim Ozan Kütahyalı'nın şehitler konusunda ne duyarlılığı olabilir?

Yasemin Çongar gibi yüzbinlerce Irak'lıyı katleden Amerikan ordusu hakkında tek bir soru soramayıp da gazetesinden her gün Türk ordusuna nefret kusan bir görevlinin şehitlerle ne işi olabilir?

Biz bu kadar aptal insanlar mıyız ki bu manşetlerin "şehitlere içleri yandığı için" atıldığına inanalım?

İblis gibi her kılığa giriyorlar.

Bir gün demokrat, bir gün dindar, bir gün milliyetçi, bir gün "Hepimiz Ermeni'yiz"...

Şehitlerimizin hakkını hukukunu savunmak Taraf'a kaldı iyi mi!

_____________________________________

Bir de anayasa değişikliği tartışmalarında yaşanan şu çifte standarta bakalım:

Star gazetesi, BDP'li Hasip Kaplan'ın 330'un altına düşme riskini kastederek, "Acil kan ihtiyacı olduğu zaman devreye gireriz" şeklindeki güvencesini onurla ve gururla manşete taşıdığında tarih 26 Nisan 2010'du..

8. madde 327 oyla paketten düşünce aynı gazete ve AKP sözcüleri şöyle bağırmaya başladılar:

"MHP ve CHP, Öcalan ile birlikte hareket ediyorlar! Ufuk Uras da Ergenekoncu oldu!"

Böyle dediler ve "Paket düşerse, bu Ergenekon'un zaferi olur" diyen Ufuk Uras'a demediklerini bırakmadılar.

Derken Ufuk Uras, Anayasa Mahkemesi'nin yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin maddenin oylamasına katıldı ve "evet" oyu verdi...

Böyle yapınca ne oldu?

Dün "Ergenekoncularla birlikte hareket etmekle" suçlanan Ufuk Uras, birden bire "Arslan demokrat" oldu!

Yani şöyle tehdit ediyorlar ortalığı:

"Benimle hereket edersen iyisin, etmezsen seni anında 'ergenekoncu', seninle aynı safa düşenleri de 'PKK'lı' ilan ederim! Bunun adına da PKK-Ergenekon işbirliği derim!"

Tekrar soralım, Ufuk Uras oylamaya katılıp "evet" oyu verdiğine göre, 4 Mayıs 2010 tarihi itibarıyla AKP, PKK ile birlikte hareket etmeye başlamış mı oldu?

Bu daha bir şey değil..

En çirkini, en ahlâk dışı olanı ret oyu veren 8 AKP'linin "Parti içindeki Ergenekoncular" ilan edilmeleriydi.

Ali Bayramoğlu, Şamil Tayyar, Emre Aköz, Mehmet Metiner gibi kişiler ne yazık ki böyle yazılar yazarak iftiracılığın ve komploculuğun tarihine isimlerini altın harflerle yazdırdılar.

Neymiş efendim, Ergenekon davasının ek delillerinde "AKP içindeki adamlarımızı kullanalım" diye bir yazı varmış.

Bu "belgenin" doğruluğunun mahkemede kanıtlanıp kanıtlanmadığı bir yana; bunu doğru kabul etsek bile şu soruyu sorma hakkımız doğmaz mı:

"8 AKP'li sonraki maddelerin oylamasına katılıp evet oyu verdiklerine göre Ergenekon, AKP içindeki adamlarını kullanmaktan vaz mı geçmiş oldu?"

Bu Ergenekon denilen kanlı örgüt, Başbakan'ın grupta yaptığı konuşmadan çok etkilenip, duygulanıp da anayasa paketini rahat bırakmaya mı karar verdi?

Ergenekon histerisinin geldiği noktaya bakar mısınız?

Artık, gizli oylamada kendi hür iradeleri ile oy kullanan AKP'liler, "Ergenekon'un Truva atı" olmakla suçlanıyorlar.

Çok hızlı gelinmedi mi bu noktaya?

12 Haziran 2007'de Ümraniye'de "ele geçirilen" bombalarla başlayan süreç, astsubaylardan sonra binbaşılar, albaylar, generaller, orgeneraller, muavazzaf ordu kumandanları ve Cumhuriyet başsavcılarını yutarak ilerliyor...

Şimdi sıra Meclis çoğunluğunu oluşturan AKP'nin "Ben Ergenekon'un savcısıyım" diyen Başbakanı tarafından seçilen milletvekillerinde!

Demokrasinin üzerinde bundan daha büyük bir tehdit olabilir mi?

Artık "Seni Ergenekoncu ilan ederim" kılıcı herkesin başı üzerinde dolaşıyor. Hiç bir "devrim" çocuklarını doğrusu bu kadar hızlı yememişti (!)

Kendini kaybetmiş bir takım liberal faşistler, Stalin'i, Hitler'i ve Humeyni'yi ve Mc Carthy'yi sollayıp "Ergenekonculuğu" kısa yoldan Ufuk Uras'a ve AKP'nin Tayyip Erdoğan tarafından seçilmiş milletvekillerine kadar uzattılar.

Bu arada, "kadın memesi için vatan satarım" diyenler, birden bire şehitlerin hesabını sormaya başladı!

Tesadüfe mi yoralım, yoksa Öcalan ile tesis ettiğiniz "açılım kardeşliği" bozuldu da bu fiyaskoyu da Ergenekon kuyusuna atarak mı kurtulmaya çalışıyorsunuz?

Fatma Sibel YÜKSEK - Açık İstihbarat / 6 Mayıs 2010
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x