Bağımsızlık iki yönlü anlam taşıyan bir kavramdır.
Bilindiği gibi bir kişisel bağımsızlık vardır… Bir de siyasi bağımsızlık.
Biri bireysel nitelikte, diğeri ise toplumsal…
Ancak bu iki anlam yükü, aynı zamanda birbirlerine sık sıkıya bağlıdır.
Örneğin, kişisel bağımsızlığına ulaşmamış bir insanın, toplumsal anlamda siyasi bağımsızlığı savunabilmesi mümkün değildir.
Çünkü birey olarak bağımsız olamamış bir kimse, sadece bağımlı olduğu kişilerin emir kulu ve bağlı olduğu ilişkilerin esiri olma durumundadır…
Açıklamaya çalıştığımız düşüncenin en belirgin örneği Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Gazi Paşa, yabancı devletlerin uydusu haline gelmiş tam bağımlı bir Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinden, bütün Dünya’nın saygı ve ibretle izlediği tam bağımsız bir Cumhuriyet kurmuştur. Yeni Türk Devleti’nin en önemli vasıflarından birisi tam bağımsız olmasıdır.
Bu büyük insanın aşağıya aktaracağımız sözleri ise, düşüncemizin özünü açıklamaktadır. Şöyle demiştir Atatürk;
- Bağımsızlık benim karakterimdir!..
Evet… İşte mesele budur.
Ve asla bir rastlantı değildir…
Bağımsızlık, kişiliğin gelişme süreci içindeki önemli bir aşamadır.
Zor ve çetin koşullar içinde mücadele ederken, bağımsızlık çizgisinden ödün vermemek… Dirençli ve güçlü olabilmek, pratik hayatta yenilgilerle de karşılaşılsa, çizgi ve hedefini değiştirmeden, sürdürülen yaşam mücadelesinde süreklilik göstermek sağlam bir kişilik yapısının kilometre taşlarıdır.
Ve işte ancak bu nitelikteki bir kişilik yapısına sahip olan bireyler yukarıya aktardığımız özlü sözü edebilirler: Evet… “Bağımsızlık, benim karakterimdir,” diyebilmek kolay değildir…
Ve ulusal bağımsızlık ilkesi de ancak, kişiliğini bağımsız kılabilmiş güçlü insanların rehberi ve bu insanlardan oluşan bir örgütlenmenin politikası olabilir…
Çünkü bireyliğinizi bağımsızlık ideali ile beslememişseniz, bağımsızlığınızı her türlü koşulda sürdürebilecek gücü ve direnci edinmemişseniz, ülkenin bağımsızlığı yolunda da tutarlı, dirençli ve istikrarlı bir yürüyüşün yolcusu olamazsınız.
Kişisel ve siyasal bağımsızlığın temelinde, bu her iki bağımsızlık türünü birbirine iliştiren görünmez bağlar vardır; düşünsel kesişme noktaları vardır; ortak bir payda vardır…
Karakterinin ana maddesi bağımsızlık olmayan bir Mustafa Kemal, silahlarını bırakarak teslim olmuş bir ordudan, yabancı devletlere “tam bağımlılık” anlamına gelen “manda siyaseti”ne teslim olmuş bir “aydın”lar topluluğundan ve uzun yıllardır savaş içinde yoksul ve perişan düşmüş bir halktan, çağına damgasını vuran bir zaferle çıkamazdı… Köhnemiş Osmanlı’dan, çağdaş, modern ve tam bağımsız bir Cumhuriyet yaratamazdı…
Bağımsızlık Savaşı boyunca sürdürdüğü stratejiden, tüm mazlum ulusların kendi kurtuluşları için dersler çıkartacağı “Milli Demokratik Devrim” tezinin pratiğini yaratamazdı… Emperyalizme karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği ile ilgili strateji, taktik, yöntem ve ilkeleri, yoksul Anadolu’nun bağrında oluşturduğu yaşam laboratuarında üretemezdi…
Evet… Gazi Paşa,
- Bağımsızlık, benim karakterimdir, diyor…
Ve böyle dediği için, böyle bir kişilik yapısına sahip olduğu için… Bizler de bu gün, alınan tüm yaralara rağmen ve hala… O tam bağımsız Cumhuriyetin kalıntıları üzerinde yaşamlarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.
Ancak, tam bağımsız laik Cumhuriyetin tüm kazanımlarını, birer miras yedi gibi bol keseden harcayarak yaşıyoruz…
Bu acı gerçeği iliklerimize kadar hissedip, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin esasında yer alan temel ilkeleri, duruşumuza rehber ve eylemlerimize yöntem yapamazsak… Ve en önemlisi de, temel meselenin emperyalizm ve onun ülke içindeki işbirlikçileri olduğunu görüp, mücadelemizi bu yönde yoğunlaştıramazsak… Durum acıdır!..
Acı, hem de çok acı!..
Vahim ve berbat bir acı.
LÜTFEN “TIK”LAYINIZ:
http://www.soruyusormak.com
http://www.dnm-ler.com
http://www.kitlecizgisi.com