
Önce, Tayyip Erdoğan'ın 30 Ekim 2012 günü Almanya'ya hareketinden önce Esenboğa Havaalanı'nda yaptığı şu açıklamayı dikkatlice okuyalım:
"Benim o barikatların kaldırılmasıyla ilgili herhangi bir talimatımın olmadığı doğrudur. Ben böyle bir talimat vermedim. Ve sayın Cumhurbaşkanı, sayın valime böyle bir talimat verdi mi vermedi mi bu konudan da haberim yok. Ki ben Cumhurbaşkanımız'ın böyle bir talimat vereceğine de inanmıyorum.
Çünkü bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik. Bundan sonra da çift başlı bir yönetimle bu ülke bir yere varmaz. Eğer bu ülkede bir başkanlık sistemi arzu ediliyorsa ben bundan yanayım. Bir başkanlık sistemi gelir o zaman bu adımları çok daha rahat atarız. Hiç o zaman böyle bir sıkıntı olmaz. Ama bunun dışında kimin ne yapacağı bellidir. Dolayısıyla bir başbakan olarak benim görevim bellidir, sayın Cumhurbaşkanı'nın görevi bellidir. Kimse de böyle bir gayretin içerisine girerek durumdan vazife çıkarmasın"
Hatta bu açıklamayı sadece dikkatlice okumakla kalmayalım, katlayıp bir kitabın arasında saklayalım...
Çünkü bu açıklama Tayyip Erdoğan'ın bundan sonraki siyasi sergüzeştini belirleyecek bir yıldız haritasıdır aynı zamanda...
Ne vardır bu açıklamada?
Tayyip Erdoğan'ın siyasi ikbali konusunda bir zamandır çektiği sıkıntı ve hazımsızlığın bütün yansımaları vardır...
Açıklama, doğrudan daha dün "aramıza nifak sokamazlar" dediği Abdullah Gül'e karşı yapılmış bir açıklamadır.
Hırs vardır, planların bozulmasından doğan öfke vardır, meydan okuma vardır, "Aramıza nifak sokamazlar" şeklinde başlatılmak istenen bir buzları eritme girişiminin ters tepmesinin getirdiği yalpalama vardır.
Hepsinden önemlisi de 2014'te yapılacak olan ve Tayyip Bey'in Devlet Başkanlığı seçimi olmasını arzu ettiği seçim için hesapların karışması sonucu erkenden adaylık açıklamak zorunda kalmışlık vardır.
"Eğer bu ülkede bir başkanlık sistemi arzu ediliyorsa ben bundan yanayım. Bir başkanlık sistemi gelir o zaman bu adımları çok daha rahat atarız. Hiç o zaman böyle bir sıkıntı olmaz. Ama bunun dışında kimin ne yapacağı bellidir. Dolayısıyla bir başbakan olarak benim görevim bellidir, sayın Cumhurbaşkanı'nın görevi bellidir. Kimse de böyle bir gayretin içerisine girerek, durumdan vazife çıkarmasın"
Meali:
"2014 seçimine devlet başkanı adayı olarak gireceğim.Hodri meydan. O saate kadar eski vesayet düzeninin ayakta kalmış bir kurumu olarak-ki asla bana göre değildir- tarafsız cumhurbaşkanı kalmaya devam et. Valilere talimat verilecekse ben veririm, durumdan vazife çıkarma. CHP'nin meydanlara döktüğü Ergenekonculara sığınıp da bir dönem daha Cumhurbaşkanlığı veya bana rağmen Devlet Başkanlığı rüyası görme"
Tabii bu zamanlaması ayarlanamamış restleşmeden sonra Tayyip Bey'in işi daha zor.
Siyasi dengelerin iskambil kağıdı kuleleri gibi harekete geçecek olmasını, bütün taşların yerinden oynayacak olmasını bir yana bırakalım, 2014'teki Cumhurbaşkanlığı seçimini Devlet Başkanlığı seçimine çevirmek için bir dizi anayasa değişikliğine ihtiyacı var.
Yerel seçimin öne alınması konusunun nasıl ayağına dolandığını hatırlarsak; Tayyip Bey için artık hiç birşeyin çantada keklik olmadığını görürüz.
Ama o bütün planları tek başına yapmaya, herkesin kendisine tabi olmasına alışık bir başbakan olarak, işte bu öz güvenle 29 Ekim'e şöyle bir hazırlık yaptı. Ajandasına şunu yazdı:
1-Ankara'da yürüyüş yapmaya kalkışanlar İdris Bey'in polisleri marifetiyle ezilecek.
2-Önceki yılların aksine bu yıl Çankaya Köşkü'ndeki resepsiyona Emine hanımı kola takıp gidilecek. Emine hanım ile Hayrünisa hanımın öpüşmesi sağlanacak. "Aramızda sorun yok" mesajı verilecek. "Nifak sokmak isteyenler var" denilecek. Bir yumuşama ve diyalog zemini yaratıldıktan sonra Abdullah Bey ile 2014'e hangi koşullarda gidileceği üzerine konuşulmaya başlanacak.
Birinci madde tutmadı. Yürüyüşe katılanlar sayıca pek kalabalık ve de Anıtkabir'e ulaşmak konusunda pek azimli çıktılar. "Marjinal gruplar" olduklarını iddia etmek zora girdi...
"Madem öyle, biz de sokağa papuç bırakmayan, kararlı, sert Başbakan kisvesine bürünür, iki lafının arası 'Nerede bu devlet' olan bu milletin gözünde bu cihetten prim yaparız." denildi...
Fakat o ne?
Birisi barikatları kaldırttıı!
"Kararlı Başbakan" imajına leke sürüldü!
"Demir Adam" olmak istenirken "Aç kapa artema Tayyip" olundu!
Olayları Skorski helikopterin içinde "havadan denetleyen" koskoca İçişleri Bakanı da hava civa oldu iyi mi!
Adam helikopterde poz verdiğiyle kaldı...
Acaba barikatların kaldırılması talimatını veren bu "sağduyulu devlet adamı" kimdi?
Kimdi bu dünya durdukça başımızda Cumhurbaşkanı olarak durasıca şahsiyet?
Hipodromda İdris Bey ile arkaya geçip on beş dakika başbaşa görüşmesinden yola çıkılarak, barikatların Erdoğan tarafından kaldırıldığı tahmini yapıldı.
Oysa böyle "ince" bir davranış, ülkeyi demir yumrukla yönetmeye iyiden iyiye meyletmiş bir Tayyip Erdoğan'dan beklenemezdi.
Şöyle daha bir "İngiliz tornasından çıkmış" akıl ile karşı karşıyaydık sanki...
Nitekim Abdullah Bey, basın sözcüsü Ahmet Sever aracılığıyla barikatın kaldırılması konusunda Vali Bey'e kendisinin "telkinde bulunduğunu" duyurdu.
Tabii Ahmet Sever, Vali Bey'e bu ricanın 29 Ekim'den bir gün önce iletildiğininin altını çizerek ince ve bilinçli bir çarpıtma da yapmadı değil.
Böylece hem Tayyip Erdoğan ile açıkça karşı karşıya gelinmemiş, Başbakan'ın yetki alanıdaki bir konuya karışılmamış; hem de büyük bir toplumsal gerginliği engellemiş devlet adamı olmuş olundu...
Eğer Cumhurbaşkanı'nın bu ricası (veya talimatı) Vali Bey'e bir gün önce iletildiyse, Vali Bey neden barikat kurdurmuştu?
Belli ki Gül devreye olaylar başlayınca girdi.
Velhâsıl, Abdullah Bey'in "Aramıza nifak sokamazlar" hamlesine yanıtı pek bir ince, pek bir sarsıcı oldu. Öyle ya, siyaseti sadece Tayyip Bey mi biliyordu ki?
Cumhurbaşkanlığı seçiminin en kritik dönemecine girilirken Tayyip Bey'in "buzları eritme" görünümü altında kendisini pasifize etmeye, kontrolü tamamen ele almaya ve koskoca Cumhurbaşkanı'nı "pazarlık sonucu Yıldırım Akbulut'vari bir başbakanlığa fit olmuş adam" konumuna sürüklemeye çalıştığını Abdullah Bey göremiyor muydu sanki?
Gördü ve gereğini yaptı. Basın sözcüsü vasıtasıyla yapılan "Barikatları ben kaldırttım" açıklaması erken bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı açıklamasıdır aslında.
Planları bozulmuş olan Tayyip Bey'in :
"Eğer bu ülkede bir başkanlık sistemi arzu ediliyorsa ben bundan yanayım. Bir başkanlık sistemi gelir o zaman bu adımları çok daha rahat atarız. Hiç o zaman böyle bir sıkıntı olmaz. Ama bunun dışında kimin ne yapacağı bellidir. Dolayısıyla bir başbakan olarak benim görevim bellidir, sayın Cumhurbaşkanı'nın görevi bellidir. Kimse de böyle bir gayretin içerisine girerek, durumdan vazife çıkarmasın" şeklindeki karşı açıklaması da erken bir "Devlet Başkanı adaylığı" açıklamasıdır.
Yazının konusunu çatallandırma pahasına da olsa, "Eğer bu ülkede bir başkanlık sistemi arzu ediliyorsa ben bundan yanayım. Bir başkanlık sistemi gelir o zaman bu adımları çok daha rahat atarız" cümlesine şu açıdan da dikkat çekmek isterim:
Abdullah Bey'e el altından hâlâ "anlaşabiliriz" mesajı gönderilmektedir.
"Başkanlık sistemine geçeriz, ben Devlet Başkanı olurum, sen Başbakan olursun. Başbakan'ın yetkilerini de yeniden ayarlayabiliriz, kendini iyi hissetmeni sağlarız..."
Şimdi karşımıza iki adet Cumhurbaşkanıadayı( veya Devlet Başkanı adayı) çıkmış bulunuyor.
Birincisi, yıllardır mücadele ettiği "Kemalist devletin" üstüne oturunca bütün ceberrutluğu ele almış olan Tayyip Erdoğan;
(Sırrı Süreyya Önder, geçen akşam bir açık oturumda "Kemalistler boşa endişe etmesin, Tayyip Erdoğan'ın devlet anlayışı kendilerininkinden farklı değil" dedi.)
İkincisi, Tayyip Erdoğan'ın baskıcı, despot, tahammülsüz, toplumu kutuplara ayıran, intikamcı yaklaşımlarını sözümona onaylamayan "demokrat" Abdullah Gül...
Tayyip Erdoğan'ın kavgacı imajının aksine "herkesin Cumhurbaşkanı" imajına oynuyor.
Meclis'in açılışında "Tutuklu milletvekilleri de burada olmalıydı" diyerek "Ergenekon" meselesinde bir beyaz sayfa açmak istediğine de işaret ediyor, açlık grevi yapan PKK'lıları "çözüme" de davet ediyor...
Ve Tayyip Bey'in planlarının bir parçası değil, kendi müstakil planları olan bir adam olduğunu ilan ediyor...
Denilebilir ki,
"Cumhurbaşkanlığı seçimine bölünerek girerlerse kaybetmeyi garantilemiş olmazlar mı? Böyle bir riski neden alsınlar?"
Olmazlar; çünkü CHP'nin parlak bir aday çıkaramayacağı, MHP'nin ise o an ortaya çıkacak konjenktüre (ve de Devlet Bey'e verilecek vazifeye) göre Gül veya Erdoğan'dan birini destekleyeceği öngörülmelidir.
Böyle bir kırılma durumunda belli ki Abdullah Bey kendisini Erdoğan'dan daha şanslı görüyor.
Cumhuriyet Bayramı yürüyüşünü organize eden TGB'ye teşekkür borçluyuz.
Ne barikatmış ama!
Bir kaldırdılar, arkasından tiranların savaşı çıktı...
Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 30 Ekim 2012
Açık İstihbarat