
Başbakan Erdoğan’ın Mısır gezisinde takındığı efendi rolüne Mısır’ın en muhalif İslamcı grubu Müslüman Kardeşler bile tahammül edemedi, “Kimse bizi dışarıdan yönetmeye kalkmasın” dedi.
Başbakanın Kahire’de Suriye için söylediği şeyler inanılır gibi değil, Suriye'de Alevi -Sünni çatışması yaratma gayretiyle söylenmiş gibi. Suriye yöneticilerine söylüyor güya, ama ağzından çıkanlar ateş topu. Haber sitelerine bu bölümler girmedi, ancak akşam bazı TV haberlerinde vardı.
O mesajı Suriye halkı dikkate almaz, onlar başlarına örülen tuzağın, halkın birliğini bozmak isteyen dış güçler tarafından tezgâhlandığını biliyor.
Alevi-Sünni çatışmasından söz etmenin yankısı Suriye’de değil ama Türkiye'de büyük olur, kırgınlık yaratır, güvensizlik yaratır, AKP’ye oy verenleri de zor durumda bırakır.
Tarih araştırmalarım sırasında vardığım bilgilere dayanarak söylüyorum, coğrafyamızda yeni bir Alevi katliamına doğru sürükleniyoruz. Düşmanlarımız iyi biliyor ki bu topraklarda Kürt-Türk ayrıştırması iç savaş başlatmaya yetmemiştir. Şimdi Alevi-Sünni çatışması deneyecekleri görülüyor. Bu çatışmayı Suriye’den başlatmaları, orda başarılırsa bize sıçratmaları mümkündür. O nedenle herkesi, kardeşliğimizi bozacak söylemden uzak durmaya davet ediyorum.
Irak'ta da Alevi-Sünni kavgası tetiklemeye başladılar. Ramazan bayramında, "Bağdat'ta bir Sünni camisine Alevi canlı bomba patlatıldı" diye verildi haber. Önce hangi camide kimlerin namaz kılacağı anonslarla duyuruldu; belliydi tezgâh kurulduğu. Canlı bomba paramparça olmuş, ölmüş ve hakkında ilk bulunan belge adamın Alevi olduğu... Bakar mısınız, bu nasıl haberdir? Ölüsünden yağ çıkartıyorlar.
3.bin yılın haçlı seferinde, alavere dalavere, bir çorap örülüyor Alevilere…
Bilir misiniz, 1988'de Halepçe'de katledilenler Kürt değildi, Şirazlı Alevilerdi…
Kürtler öldürüldü diye haber ettiler, sınırımızdan soktukları peşmergeleri ABD’ye götürüp ajan yetiştirdiler.
Halepçe’de Şirazlı Alevilerin ne işi vardı diye soracaksınız.
1980 Amerikan darbesi ile Kenan Evren bizde, 1980 Fransız darbesiyle Molla Humeyni İran'da yönetime getirildi. Molla rejimine ilk direnen Şirazlı kadınlar oldu. Türkçe konuşan bu Alevi İranlılar, kadınlı erkekli Halepçe’de kamplar kurdular, askeri eğitim aldılar. Savaş sekiz yıl sürdü. Biz o savaşı İran Irak savaşı biliyorduk, oysa İran molla darbesine karşı İran halkının direniş savaşıydı.
Günaydın gazetesinde 1985’de görmüştüm, kadınlardan biner kişilik asker taburları, askeri eğitim yaptıkları Halepçe'de bir kampta resmedilmişlerdi.
Savaş bittiğinde, “Her iki tarafa da silahı biz veriyorduk” dedi bir ABD yetkilisi. Her ki taraftan da atılan bombalar Şiraz toprağına düşüyor, insanlar buradan kaçırtılıyordu. Sınırımızdaki Kuzistan eyaleti de bu savaştan yeteri kadar nasibini almıştır.
1988’de Humeyni askerleriyle Talabani peşmergeleri birlikte Halepçe’ye saldırdı, püskürtüler, beş gün sonra beş bin kişi ilk defa kullanılan bir bombayla öldürüldü…
O gün İran Irak savaşı pat diye bitti, dünya gündemine “Kürtlere soykırım yapıldı” diye yeni bir yalan taşındı. Halepçe Kürt şehri midir diye kimse sormadı bile.
Sekiz yıl süren İran-Irak savaşının gerçek yüzü dünyaya hiç anlatılmadı. Her iki taraftan da atılan bombalarda Şiraz ve çevresinden iki buçuk milyon İranlı Kaşgari Alevi hayatını kaybetti, sivil katliam asıl Şiraz’da oldu.
Şiraz ve çevresi, antik Perse şehri, Karusi, Ardaşir (Oğuz), Darius(Toros) ve Mitridat hanedanlarının çıktığı Kaşgari Oğuz yurdudur. Akmenid, Selevkos ve Sasani devletlerinin yönetici hanedanları hep buralıdır. Hatta Mustafa Kemal ile Sadabad Paktına imza atan İran Şahı da bu boydandır. Onu 1952’de devirmek için yapılan Amerikan darbesi sırasında 50 bin Kaşgari Oğuz kökenli Şirazlı Alevi öldürüldü.
Ordu toplama ve devlet kurma töresi bu boyların özelliğidir. Babil’den Yahudi köle tacirlerini ve tefecileri kovanlar onlardır. İki bin beşyüz yıl sonra bugün, BABİL’in asma bahçelerini yeniden ele geçirme hayali içerisinde olanların etrafta “korucu” (Karusi) istememeleri de ondandır.
Dillerinin altındaki baklayı kaçırdıkları “BABİL” adlı bir programa dört gün önce tanık oldum. (Yayından kaldırıldı.) TV Net’deydi. BABİL’in A harfi tepeden yarıya kadar maviydi, mahzende kalmış gibi kirli harflerle yazılmıştı. Kendilerinden İslam entelektüelleri diye söz eden iki genç konuşuyordu, ilk defa bu son programda kravat takmışlardı. Birkaç not aldım:
-“11 Eylül’de Bush ‘bizim yaşam tarzımıza saldırıyorlar’ demişti. Bu laiklik de bizim yaşam tarzımızı değiştirdi.”
-“Alevilerle Kürtler ne istediğini biliyor, pardon Kürtler değil BDP, ama Müslümanlar çoğunlukta olduğu halde ne istediğini bilmiyor.”
Bu üç kavram arasında denklik yoktur, asimetri oluştururlar; Alevilerle Kürtler Müslüman değilmiş gibi imaj çarpıtması var.
-“SP başkanı ‘Gazze’ye yapılan yardımlar bankada donduruldu’ dedi, Somali’ye yardım edecek insanların elini tuttu. Fitne katilden beterdir. Yardımın yüzde ellisi yerine ulaşsa bile görev yapılmıştır.”
Ne diyor, sizce halkı bölerek kin ve düşmanlığa aleni tahrik yok mu?
Güya bu program yayından kaldırıldı, ama ben ekran kenarında TEKRAR yazanını izledim.
Suriye, şimdi topun ağzındaki ülke ve bizim başbakana göre oradaki Aleviler cezalandırılmayı hak ediyor. Terörü önleme komite başkanı sıfatıyla Kahire’de öyle konuşuyor…
Döneceğim Halepçe’ye. Her iki taraftan da atılan bombalarla Şiraz’ın Alevi Türkmen halkı katledildi. Eğer şimdi İsrail’i düşman ilan edersek, görünen de odur, birbirine fırlatılacak bombalar, “ehven ve sehven” nereye düşer acaba?
Eğer, İngiltere’ye ve İsrail’e rağmen, BM, Erdoğan’ın hamiliğinde Gazze’de bir Amerikancı Filistin devleti kurarsa, Filistinliler bunu asla kabul etmez, çünkü Filistin bu sefer Amerika adına savaşan en zayıf ülke olur, gerçekten ezilir. Türkiye, başbakanı ne kadar reklam edilirse edilsin, Filistin’e güçlü müttefik değildir, çünkü kendi bahçesinde bombalar ardı ardına patlıyor. Patlayan bombaların menşei de PKK’nın kullandığı bildik markalardan değil.
Filistin’i korumak da, Türkiye’yi korumak da, Alevileri korumak da şu anda Suriye ile dayanışma mitingleri yapmakla başlayabilir. Savaşın durdurulması için herkes bir parça kolları sıvamalıdır.
Ayrıca bugün tutuklanan Güney Deniz Saha komutanlarımıza ne diyeceğimi bilemiyorum. Töremizde at, avrat ve silah teslim edilmez, er meydanı terk edilmez. Silahsız asker zaten ölüdür. Geçmiş olsun demek yerine el Fatiha mı okusam…
Eğitimci Yazar Mahiye MORGÜL, 15 Eylül 2011
mahiye@gmail.com