Batı Sorunu

Batı Sorunu

İletigönderen Selçuk Tınaz » Sal Şub 14, 2012 21:12

Her şeyin değiştiği ve değişmeye devam ettiği dünyamızda, değişmeden kalanlar din fanatizminin yönettiği yerlerde bulunuyorlar.

Ülkemizdeki iyi eğitim almış, bilgili, kültürlü, akıllı ve haberli kişilerin Avrupa Birliği konusunda din fanatiklerine özgü düşünce ve davranış kalıplarının dışına çıkamamaları, bu saplantılarının ancak din fanatiklerinde görülebilecek derecede taşlaşmış, betonlaşmış bir sabit fikir durumuna düşmüş olması, dünyadaki büyük değişim dönemlerinden kayıplarla çıkanların haline, ülkesi veya şehri düşman kuşatması altındayken meleklerin cinsiyetini tartışanların tuhaflığına benzediği için sakınca yaratıyor.

Çünkü AB üyeliği, Türkiye'nin ABD ile beraber hareket etmesini savunan görüşe alternatif olacak ikinci seçenek anlamında öne sürüldüğü takdirde, mandacı zihniyetin etkileyebildiği insanların gözünde birincisi rakipsiz kalıyor.

ABD ve Rusya'nın doğal gaz ve petrol kıskacında kıvranan "Avrupa Rehineler Birliği" görüntüsüne ve ekonomik krizlerde sırayla devrilen "Avrupa Dominolar Birliği" sarsıntısına rağmen inatla direnen, zamanın, dünyanın ve toplumun gerisinde kalmış bir grup insanın şartlı refleksi durumuna düşen üyelik sürecinde, saçma insanların yarattıkları saçmalıklarla uğraştırılarak, üyeliğimizin dünya için ne anlama geldiğini ve nasıl sonuçlar doğuracağını hiç düşünmeden iki aşamadan geçtik.

Birincisi, 'Akıl Tutulması' dönemiydi. Zeka düzeyi çok düşük bir propaganda seviyesinde "AB bize terlik pabuç alacak, bayram harçlığı verecek" havucunun görülmediği yer ve zamanın kalmadığı, uğruna her şeyin feda edilebildiği, başka bir gezegene taşınmışız gibi tarihin ve kimliklerin unutulup yok sayıldığı, akılların sürekli tatil yaptığı bu dönemde, AB'den başka hiçbir şeyin değeri, önemi ve anlamı yoktu.

Bu süre boyunca Avrupa, her sorununu halletmiş bir yeryüzü cennetiydi. Yaşadıkları problemler göz ardı edilir, saklanır, gizlenemeyen yanlışlıklar ve kazalar hep Tanrı'nın kusuru olarak görülürdü. Bizim yaşadığımız her türlü sıkıntının ise bir tek nedeni vardı ; AB üyesi olmayışımız.

İkincisi, 'Akıl Kaybetme' dönemi oldu. Bu aşamada artık devletin, ülkenin ve milletin değer ve anlam yitirdiğini gördük. Bu üç unsuru ortadan kaldıracak bütün faaliyet, ya 'reform' kelimesinin arkasına saklandı, ya da çeşitli özgürlük kavramlarının koruması altına sokuldu.

Binlerce yılda deneyimle ve çok ağır bedeller ödeyerek kazanılmış bilgi, değer ve kurum olarak ne varsa, hepsinin gözden düşürülüp her türlü dış niyete ve plana karşı savunmasız hale getirilmesiyle, tamamen yabancıların insafına bırakıldığımız ve artık tatilden gelme ihtimali olan bir aklın bile bulunmadığı, tam bir yokluk devri yaşadık.

Devlet, ülke ve millet savunmasının söz konusu olmadığı uygulanan politikalardan da belliydi. Kıbrıs olmadan Anadolu'nun savunulamayacağı stratejik gerçeği unutuldu ve Kıbrıs haraç ve rüşvet karışımı bir utanmazlıkla Avrupa'ya hediye edildi.

Hayatını Kıbrıs'daki Türk varlığına ve dolayısıyla Anadolu'nun savunmasına adamış insanlara yönelik, Cumhurbaşkanı seviyesine bile aldırmayan saygısız saldırıların ne yazık ki İstanbul Basını tarafından yapıldığını gördük.

Bu dönemin sonunda da nihayet ülke bütünlüğü tartışmaya açıldı. AB üyeliğine ulaşılacaksa ülkenin kaç parça olacağı da, o parçaların kimin egemenliği altında olacağı da önemsiz ayrıntılar haline gelmişti. Zaten bütün ülke yönetimi Brüksel'e devredilecek olduktan sonra, biz burada paradan başka neyin kavgasını yapacaktık ki ?

Kendi yönettiği bir ülkeye ve devlete sahip olan bir millet olmanın bu dünyada ölüm kalım meselesi seviyesinde önem taşıdığını hala hatırlayabilen ve yağdırılan bütün ahmak ıslatan yağmurlara rağmen unutmamakta direnenler, bizim için özel olarak ırkçılıkla eş anlamlı hale sokulan milliyetçilik-ulusalcılık ile karalanıp, çağın gerisinde kalmakla ve kötü insan olmakla suçlandılar.

Dünyada bulunan irili ufaklı bütün milletlerin ve hatta aşiretlerin bile milliyetçi olmaya hakları varken ve hepsi de bu hakkı arsız, azgın, ölçüsüz ve sınırsız bir şekilde sürekli olarak kullanırlarken, Türkler milliyetçi olunca nedense çok kötü oluyordu.

Türklerin iyiliğini düşünmek, Türkiye'deki en büyük suçtu. Hele bir de, Türkiye'nin çıkarlarını düşünüp ondan yana taraf oldunuz mu, soy ağacınız hemen geçmişte yaşamış kötü karakterlere bağlanıveriyordu.

Şimdi, üçüncü dönem olan 'Akıl Kaçırma' aşamasında ilk adımlarımızı atıyoruz. Dikkat edersek, bu aşama ikincisi gibi ümitsiz değil. Burada bir aklın bulunma ihtimali var çünkü olmayan bir şeyi kaçıramazsınız.

Aklın var olma ihtimalini yaratan en önemli gelişme, artık Avrupa ile ilgili olumsuz bilgilerin sansürlenemez hale gelmesidir. İnsanlar, kendilerine karşı yoğun bir şekilde yürütülen gizleme, engelleme, çarpıtma, göz boyama ve beyin yıkama faaliyetinin hayra alamet olmadığını hissediyorlardı zaten.

Masallardaki Avrupa ile gerçeği arasındaki büyük farklar, en bakamayan, en tembel ve en kaygısız gözlere bile görünmeye başladılar. "Vaat edilmiş topraklar" hikayesi, ancak masallar, kurgu romanlar ve din kitapları gibi edebiyat türlerinin ürünlerinde bulunabilirdi. Rüyadan uyanma vakti gelmişti.

Yoğun göz boyama çabalarına rağmen, özellikle son on yılda Batı, Türkiye'deki bütün moral üstünlüğünü kaybetti. Bütün maskeleri düştü, makyajı aktı ve arkasındaki gerçek yüz bütün çirkinliğiyle ortaya çıktı.

Gerçek yüzleri ve asıl değerlerinin yalancılık, sahtekarlık, hırsızlık, dolandırıcılık ve düzenbazlık olduğu anlaşılan ve sabıka dosyaları gezegene sığmayan, bir türlü kendi kendine yeterli olmayı beceremediği için dünyayı soymaya doyamayan henüz uygarlaşamamış bu haydut topluluğun gözümüzde hiçbir saygınlığı kalmadığı gibi, çok kötü bir imajla bütün fiyakası da bozuldu.

Amerika, orman kanunlarıyla hareket ederek, gözüne kestirdiği avları parçalayıp yiyen aç bir yırtıcı ve Avrupa da, onun artıklarıyla beslenmeye çalışan leş yiyiciler gibi davranmayı sürdürdükçe, bu durumun düzeleceği yok.

AB üyeliğimize destek vermeye devam ettikleri için "Davul zurna az" grubuna giren insanlarımızın sayıları azaldıkça, üçüncü aşamanın 'akıl kaçırma' değil, 'akıllanma' olacağını söyleyebiliriz çünkü o zaman, 10 Kasım 1938'de ne yazık ki başlayan İkinci Cumhuriyet'in Batı ile çatışmamak için bütün taleplerini karşılamak ve her şeye, her koşulda razı olmak üzerine kurulu utanç veren aciz politikası yerine, Birinci Cumhuriyet'in uluslar arası alana yönelik 'eşitler arası ilişki' karakteri taşıyan onurlu politikasını çok özlediğimizi fark edeceğiz.

Bu sayede hepimiz, tüm dünyanın sorunları üzerine düşünüp tarih yazacak ve tarihin akışını değiştirecek projeler üzerinde çalışmak yerine, sadece el aleme yamanıp, eteğine-paçasına-kuyruğuna takılıp vaziyeti idare etmek isteyenlerle aynı fikirde olmayanları, "İçe kapanmacı" diye suçlayanların öne sürdüğü "Artık dünyada bağımsızlık diye bir şey yok, şimdi devir karşılıklı bağımlılık devri" yutturmacasına aldanmamak lazım geldiğini görebileceğiz.

Zaten bu tür ilişkilerin macerası kimin patron olduğunu gösterme olaylarıyla doludur.

Eğer dünyaya model sunacak bir projeniz yoksa, olan ülkelerin projelerinde çalışır ve şekil olarak bir devlet sayılsanız bile aslında proje sahibi aktör ülkelerin uzantısı haline gelirsiniz.

Artık iç işiniz diye bir şey yoktur. Her işinize karışırlar. Her konuda bağımlı hale geldiğiniz için, kendi iyiliğinizi kendiniz belirleyemezsiniz. Sizin için neyin iyi olduğunu başkalarından öğrenirsiniz çünkü buna ancak onlar karar verebilir.

"Karşılıklı bağımlılık" yutturmacasına inanıp siz de onların size yaptıklarını onlara yapmaya kalkıştığınızda derhal haddinizi bildirirler. Biletiniz 'ekonomik sınıf' biletidir. 'Birinci sınıf'da yolculuk yapamazsınız.

Amerika ve Avrupa'nın gerçekleştirdiği Irak Soykırımından da anlaşıldığı gibi, artık bir yeri ele geçirmek mümkün değil. Oyunun yeni adı 'kontrol'.

Başkalarının kaderini tayin etme hakkını kendilerinde görenlerin oynadığı bu oyundan çıkan sonuca göre, bütün dünyada ve özellikle bizim bölgemizde "şu sorunu-bu sorunu" diye dillendirilen bütün sorunların kaynağında bir tek, ana sorun var ve o da, BATI SORUNU.

Avrupasıyla, Amerikasıyla dünyanın hasta adamı olan Batı, uygarlığın birinci şartı diye bilinen kendi kendine yeterli olmayı öğrenip beceremedikçe, bu dünyanın BATI SORUNU çözülemeyecek maalesef.

Selçuk Tınaz
Kullanıcı küçük betizi
Selçuk Tınaz
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 101
Kayıt: Prş Oca 12, 2012 16:16

Şu dizine dön: Selçuk TINAZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x