BAYKUŞTAN SIÇANA
Sizi kime anlatmalı? Size sizi anlatmalı!
Nasılsa sizi anlattıklarımızın kulakları tıkalı, kös dinliyor millet, başlar üstünde bir cam tavan!
Daha yukarı zıplamazlar, iyi belletildi, kaderdir başlarına gelen bu başkan!
Öğretilen tutsaklık, boyun eğme duygusunun öyküsüdür, pire deneyi,
Bu günlerde yeniden güncel, anlatıyor topluma uygulanan beyinsel yönlendirmeyi:
Tabanı ısıtıldıkça sıçrarmış pireler konuldukları cam kavanozdan,
Tavanı örtülünce camla, başlarına çarpmış cam tavan.
Her sıçrayışta aynı, başları yaralanmış, patlamış cam tavana çarpmaktan.
Deneyciler tavanı aldıklarında oradan, değişmemiş pirelerin aklı, aynı.
Başları paralanmasın diye yükseğe atlamazlarmış; anlamazlarmış başlarının üstündeki tavanın alındığını, bir sıçrasalar kurtulacaklarını…
*
Suyu ılıktan sıcağa ısıtılan ateşteki kazan, kazana doldurulan kurbağa öyküsü de bu anlatılandan başka mı?
Yavaş yavaş ısıtılan suya alışmak, suyun kaynadığını, pişirilerek öleceğini anlayamamak,
Kaçmak fırsatını, kurtuluşu, bile bile, göz göre göre kaçırmak…
*
İşte, yıkılan koca çamın öyküsü, anlatılır burada, binlerce yılın öğretici deneyimi.
Çamın içinden çıkan, görenleri şaşırtan baykuş sarayının görüntüsü,
Sarayın koridorlarında bulunan binlerce ayaksız fare ölüsü…
Baykuş, saray kurmuşmuş kendine, koca çamın kabuklarında, gövdesinde, oyuklarında.
Yemi, gıdası; yakaladığı, ağına düşürdüğü akılsız onlarca fare sürüsü…
İçinin oyulması, emilmesi kanının, canına yetmiş olmalı ki bir gün çamın;
Yıkılıvermiş yere, esen bir yelde, ortadan yarılmış koca ağaç, boydan boya…
Elsiz, ayaksız fareler saçılmaz mı o anda sağa sola…
Gözler faltaşı gibi açılmış, ortalığa saçılanlar, yumağa benzeyen, der top olmuş, bu canlılar da ne?
Elsiz, ayaksız, besili farelere sormuşlar, neyin nesisiniz, söyleyin bu ne hal?
Hepsi birer yağ tulumu, yiyip içip yağlanmışlar, ayaksız fareleri görenler önce bir güzel şaşırmışlar.
Meğer baykuş onların ayaklarını kesmişmiş, yakalanınca her yaptığını tek tek söylemiş:
“Sürüsüyle bunları yakaladığımda, boş durmaz, önlemini alırdım:
Elli ayaklı bıraksam olmaz, fare milletinin huyudur, yerinde durmaz, bir fırsatında kaçar.
Her gün sırayla onlardan birini yemeliydim; en iyi çözümdü kötürüm fare, neden şaştınız ki bu işe?”
Can tatlı, yemek bol, düşünce de olmayınca, yiyip içermiş tutsak edilen canlı.
İşte böyle, yiye tıkına, kıpırdamadan, bir şey yapmadan, ölümünü beklermiş fare.
Eskiden bir derstir bu öykü, yıkılınca çam ağacı, ortaya çıkmıştır;
Baykuşun koca çamdaki gizli sarayı, kaçamasınlar diye ayakları kesilen, tutsak farelerin bu tüyler ürperten ibretlik olayı…
*
Bu öyküyü de çok iyi bilirsiniz, anlatılır durulur, böyledir aymazlığın bedeli,
Bir yurdu ele geçirme öyküsü, vatansızın, evsiz barksızın, iyilere karşı alçakça bir hilesi.
Yalancının, açgözlü eli kanlı yayılmacının, yersiz yurtsuzun yurt kapması, Yurdun sahibini günü gelince yurdundan kovalaması...
Kim bilir ben bile bunu kaç kez anlattım, anlatmaya bıkmadım:
Doğurmak üzereymiş bir sokak iti, havalar da o aralar kötü.
Bir tanıdıktan, merhametli birinden evini ödünç istemiş:
“ Doğurur doğurmaz geri veririm, hemen çıkar giderim, merak etme sen!” demiş.
Oysa niyeti başkaymış, yavrulayacak dişi itin.
Girdiği ev, gözünü diktiği ev; evin sahibi ise, diş bilediği biriymiş bu soysuzun.
Öykünün özü; it, bir daha girdiği yuvadan çıkıp gitmez.
Ev sahibine, o, her çık deyişinde çıkmamak için bin bir neden sıralar...
Sonunda yavruları birer koca köpek olunca, dişlerini gösterirler,
Utanmadan, açıktan, arsızca ev sahibinin üstüne yürürler;
Gücün yetiyorsa bizi kov, “Hodri meydan!” bile derler.
Hep birlikte ev sahibinin oracıkta işini bitirir, evi böylece sahiplenirler.”
*
Köpeklerle kedilerin, kedilerle sıçanların öyküsünü de eminim bilirsiniz:
Bir evde, evin içi kedi köpek doluymuş, bir arada yaşayıp dururlarmış.
Kavga edecek olsalar, hır çıkaran cezasını alır, başkaldıran sopayı başına yermiş.
Ev sahibi pek bir ustaymış bu işlerde, sözünü dinletmekte, kedi köpek yönetmekte üstüne yokmuş.
Sopası kavgacıların tepesinden eksik olmazmış.
Evini bir düzen içerisinde, kavga gürültüyle de olsa yönetir gidermiş.
Bir yan terör estirirmiş evde, diğer yan gericilikte, eskiye dönmekte ustaymış…
Karınları doydukça hır çıkarmazlar, küplerini doldurmaya bakarlarmış…
Neyse, bir gün büyük bir kavga çıkmış aralarında, kedilerle köpeklerin.
Kedileri mi kollamış, fazla yemek mi vermiş ev sahibi, köpeklere mi kemiği fazla atmış;
Ne olmuşsa olmuş, bunların zorlukla sağlanan ortak yaşamları bozulmuş.
Kedilerle köpekler aslını anımsamışlar, birbirlerine saldırmışlar.
Kimi hırlamış, kimi zırlamış; kimi kaçmış, kimi kovalamış…
Birileri, bu arada, bunlar paralel, ben yapmadım paraleldir paralel, diye bir söz uydurmuş,
Göstermelik kavgalı gibiymiş kendi soyuyla kimi, sorana öyle derlermiş.
Ev sahibi, kedileri deliklere tıkmış, köpekleri ortalığa salmış.
Herkes kendi kedisini, köpeğini kollamış, ötekilere ceza yağdırmış.
Deliklerde sıçanlar, bu kez de kedilere saldırmazlar mı? Sıçanlar kedileri yermiş, gözüyle görenler anlattılar.
Kimi kez de kediler sıçanlara göz açtırmazlarmış… Bir öyle, bir böyle…
Sopa kalkınca baştan, ordu sindirilince, evdeki dirlik düzenlik bozulmuş, yasalar kalkmış ortadan,
Bir daha düzen kurulamamış o evde.
Olan kedilere olmuş, başlarına bir de sıçanlar bela kesilmiş.
Ev sahibinin deliğe tıktığı kediler yüzünden, sıçanlar durduk yerde kedilerle papaz olmuş.
Doğa yasasına uyulmazsa, anlaşmalar geçicidir, kedi kediliğini, köpek köpekliğini unutmaz.
Sopayı eksik edersen bir gün, dirlik de düzen de kalmaz.
Araya girerse sıçanlar, kedilere bir olup saldırırlarsa hele, iş hepten çözülmez bir durum alır…
Tanrının düzenine karışılmaz, her canlının karşıtı, düşmanı vardır, bunlar olmazsa olmazıdır yaşamın.
Güçsüz güçlüye boyun eğer, güçlü, devletinde kim kimle dövüşürse dövüşsün hep hüküm sürer…
*
Denizle çobanın öyküsüyle bitirelim mi sözü?
Çoban, denizden gelen mal yüklü gemilerin gösterişine kanmış,
Koyunlarını satmış, parasını suda gezen gemilere yatırmış.
Gel zaman git zaman, fırtınada batmaz mı gemileri?
Nesi varsa suyun altında, çoban kendi topraklarında kalmış yaban.
Dımdızlak kalakalmış ortada, sıfırdan başlamış yeni hayatına.
Başkasının sürüsünü katmışlar önüne, ev sahibiyken olmuş artık kiracı.
Bin bir emek, yokluk, yoksulluk…
Kırım, kırgın, çekilenleri ekle bunlara, yitirilen zaman üstüne üstlük…
Uzun yıllardan sonra, durum eskiye dönmüş, gördünüz mü, nasıl?
Bedeller ödenmiş, gözyaşları tükenmiş…
Bir gün, sürüsünü güder, bir de türkü tutturmuşken çoban, sormuşlar:
“Bak gemiler geliyor, içi çuvalla para dolu, gün, paragözlerin günü,
Vatanı şirket gibi yönetenlere durma katıl, sat yeniden sürünü!
Ver kurtul, neyin varsa terk et, hükmün yürüsün denizlerde, karaya ne hacet?
Çoban gülmüş, “ Aklı olan bir kez kanar, yalancının mumu ikindiye kadar yanar.
Tarih durmaz, yenilenir; hırsızlar, dümenciler, soysuz bölücüler,
Bir kez binerlerse ensene, inmezler, keneden bin beterdirler.
Akıllandım sürtülünce burnum, darısı aklını başına devşireceklere…”
Baykuştan sıçana, binlerce yıldır anlatılır durur gerçekler,
Derstir hayvan öyküleri, üstünde bir parça düşünmeyi bil, yeter…
Feza Tiryaki, 19 Mart 2015