(Geçen bayramda yazdığım bu yazımın bir iki yerini güncelleştirerek yeniden gönderiyorum. Biri millî diğeri dinî iki bayramımızı aynı günde kutluyoruz bu yıl. İster millî bayramımızı isterse dinî bayramımızı kutlayalım şehitlerimizi anmak ilk görevimizdir.)
Bayramlar, biraz da hayatta olmayan yakınlarımızla, atalarımızla, kahramanlarımızla, şehitlerimizle buluşmak, onları hatırlamak, minnet ve şükranla anmak, onlardan dualarımızı eksik etmemek için bize sunulan kutsal günlerimizdir... Gelecek kuşakların geçmişiyle bağını koparmamasını sağlayan, geçmişiyle köklerini sağlamlaştıran günlerdir...
Bayram namazından sonra bizim geleneğimizde ilk ziyaret edilen yerler şehitliklerimiz ve mezarlıklarımızdır. Sonra eve gidilir, aile fertleriyle bayramlaşılır.
Bu günlerde, „Aile Mezarlıklarımızı“ ziyaretten bile daha önce „Şehitliklerimizi“ ziyaret gelir.
Yurtdışına gidenler bilir. Yurtdışında çalışan işçilerimiz de bunu çok iyi bilir. Oralarda kentlerde, küçük kasabalarda hatta hatta küçücük köylerde bile savaşlarda ölen askerlerinin adına büyüklü küçüklü anıtlar vardır. Bu anıtlarda tek tek savaşta can veren kişilerin adları kazınmıştır. Ülkelerinin her önemli dinî ve resmi günlerinde, özellikle dinî günlerinde buralara çelenk konur. Taze çiçekler konur. Önünden geçerken bir ürperirsiniz. Tarih sanki karşınıza dikilir. Bu anıtlarla büyüyen çocuklar da doğal olarak, yetiştiklerinde geçmişlerine aynı özeni göstereceklerdir.
Biz de böyle mi ya?
Hangi şehrimizde, köyümüzde şehitlerimize ait, şehitlerimizin isimlerinin kazılı olduğu anıtlar var? Bazı büyük kentler dışında hangi küçük yerleşim yerinde, oranın en önemli meydanında, Millî Mücadele’de veya daha öncesinde o yerde doğup da savaş meydanlarında canını vermiş evlâtlarımızın adına anıtlar vardır? Onların isimlerini bilir miyiz? Onları her önemli günümüzde öncelikle anar mıyız? Var mı böyle bir vefa örneği bizlerde? Böyle bir geçmişine bağlılık, saygı?
Nerede Kıbrıs şehitlerimiz için anıtlar var?
Güneydoğu Gazilerimiz ve şehitlerimiz için ne yapıyoruz? Anıtları nerede?
Onları şehit eden katillerin hangileri yakalandı, hangi cezaları aldılar?
Kemal Demiray’ın 1133 sayfalık büyük boy Türkçe sözlüğünde şehit bölümünü açıyorum. Karşılığına şunlar yazılmış: Yurdu, yüksek bir ülkü ya da görevi uğruna ölen kimse: Çanakkale Şehitleri, Hava Şehitleri. Şehit düşmek: Savaşta düşman tarafından vurulup ölmek.
Şehitlik: Şehit olma durumu. Şehit mezarlığı.
Hepsi bu kadar. Şeker kelimesine bile yarım sayfa ayrılmış. Başka bir sözlük açıyorum. Altın Sözlük, Hüseyin Kuşçu’nun. “İnanıp savunduğu kutsal bir ülkü için savaşırken ölen, canını veren kimse... diye açıklamışlar burada.
Biz sözlüklerimizde bile yer verememişiz, canını, yurdu milleti için feda eden kahramanlarımıza... Bayram günlerinde verecek miyiz? Çocuklarımız yaşadıkları yerlerde yurdu için can verenlerinin yani şehitlerinin adlarını öğrenecekler mi bundan böyle?
Bilen varsa açıklasın:
Nerede Kıbrıs şehitlerimiz için anıtlar var?
Güneydoğu gazilerimiz ve şehitlerimiz için ne yapıyoruz?
Yaşadığımız bölgelerde onların isimlerini tek tek biliyor muyuz? Ailelerine ziyarete gidiyor muyuz?
Devletin televizyonu bayram öncesi binbir cıvıklıkla uğraşır magazin programları yaparken, ulusal yayın yapan üç televizyon kanalımızdan biri bütün akşamı “Şehitliklerimiz’e” ayırmıştı. Her hafta, devlet televizyonunun yapması gerekeni bu özel kanal yapıyor. İl il şehitliklerimizi dolaştırıyor, bu şehitlikleri de şehit ana veya babasına anlattırıyor...Şehit ailelerini ziyaret ediyor, şehitlerin aileleri ile söyleşiler yapıyor.

“ Musa Çınar. Şırnak’ta 1998 yılının onuncu ayının onunda şehit oldu... Ciğerimiz yanıyor.
Bu çocuklar bizim çocuklarımız ama “vatanı beklerken” şehit düştüler.“
Sonra devam ediyordu:
“Duygulansınlar, herkes gelsin, şehitlikleri izlesinler, görsünler!
Vatan sağolsun dedik!
Bir oğlum daha var. Gerekirse o yine gider askere. Biz de gideriz. Çok şükür elimiz ayağımız tutuyor!”
Bir başka baba şöyle anlatıyordu:
“Az ileride Ali Aksu yatıyor. Benim oğlum. Benim ikinci oğlum. Batman Gercüş’te şehit oldu. Mayına bastı. Oğlumun üst kısmını getirdik. Alt kısmı Gercüş Dağları’nda kaldı. Üstçavuştu. Üç yaşında oğlu vardı... Şimdi oğlu Üniversiteye gidiyor.” Baba devam ediyordu:
“Bunlar bizim evlâtlarımız. Biz diyoruz ki, bütün Türk Milletinin bu şehit olan çocuklarımız...”
Bir ana da ağıt yakıyordu: “Tek oğlumdu! Ben ne çekmiştim bu yaşa getirene kadar! Elinin kınası çıkmadan çocuğumun şehitliği geldi!”
Böyle daha ne öyküler...

Onlar anlatırken biz utanıyor muyuz? Vefasızlığımızı biliyor muyuz?
Çocuklarını askerden kaçıranların, ”Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!” diyenlerin, onbinlerce insanın, binlerce askerimizin ölümüne sebep olan caniye “sayın” diyenlerin, şehitlerimizden “kelle” diye söz edenlerin bizi yönettiği; bizi yöneten zihniyetin şimdi üçüncü kez seçime gideceği, hem de bu kez açılım ve yeni anayasa adı altında bizi darmadağın etmeye niyetlendiklerinin saklanmadığı, terörislerle pazarlık yapıldığı, canilerle el sıkışıldığı bir zorlu günlerdeyiz...
Kendimize gelecek miyiz? Değişmek istiyor muyuz, Atalarımız’a lâyık olmak istiyor muyuz?
Şehitlerimizin analarını kullanarak vatanımızı bölücülere, ve bunların ardındaki sömürgecilere peşkeş çekmek isteyenlere engel olacak mıyız? Maskelerini indirecek miyiz?
Hele böyle, yaşadığımız, akıl almaz sözlerin söylendiği, olayların yaşandığı günümüz Türkiye’sinde her birimize çok iş düşüyor...
On binlerce insanımızı, binlerce askerimizi hunharca, pusu kurarak, saldırarak , kalleşçe öldüren, şehit eden terör örgütü bakın günümüzde nasıl bir konuma getirildi. Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar geçen gün bu konuyla ilgili şunları yazdı.
„Yandaş medya haberi sansürledi ama yine de gizleyemediler.
Taksim’de suçsuz insanların üstüne bomba patlatan PKK’lı teröristin cenazesinde “Şehitler ölmez ” diye bağırıldı...
Evet PKK teröristi AKP sayesinde artık şehitlik mertebesindedir!..
Bu ülkede vatan bölünmesin diye toprağa düşen Mehmetlerimiz, Ergenekoncu yaftasını yerken ve cenazeleri bile AKP’nin engellemeleri ile zor kaldırılırken, ülkeyi bölme misyonlu PKK’lının cenazesinde şehitler ölmez sloganları atılıyor..
İşte AKP’nin Türkiye’yi getirdiği nokta budur... Ve heyhat, Oktay Ekşi’nin bir gafını günlerce diline dolayan, pastane açılışlarını büyük icraat diye satan Başbakanımız, PKK’nın bu densizliği için tek bir laf olsun etmiyor!..
Bu dramatik tabloyu referandumda evet diyen sözde milliyetçilere armağan ediyorum!„ ( S. Önkibar)
Sabahattin Önkibar bu yazısıyla feryat etmiş! Duymuyor musunuz?
Açılımcı bazı yazar müsveddeleri ise hiç utanıp sıkılmadan eli kanlı bölücübaşına artık ismiyle seslenelim, örgüt lideri diyelim diyebiliyorlar. Sanırsınız „Kanarya Sevenler Derneği“nin başı olur kendileri...
Biz böyle sessiz kalır, bize dayatılanları benimser, ona göre yaşar, geçmişimizi, kahramanlarımızı unutursak olur mu?
Bize daha neler dayatılabileceğini bir düşünün isterseniz..
Yazımı, gelen bu bayram günlerinde belki de duymak istemediğiniz sözlerdir ama ölüm üzerine düşüncelerle bitirmek istiyorum.
Tamam ölüm herkesin başında. Kaçış yok! Ama böyle zamansız, gencecik yaşında vatanı uğruna şehit olanları da onurlandırmak, unutmamak, aziz hatıraları önünde eğilmek de görevimiz...
Ne demiş ünlü şairimiz Yahya Kemâl?
- “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkil budur ki, ölmeden evvel ölür kişi.”
İnsanlık yararına, vatan millet uğruna yaptığımız iyi işler, bu dünyada bıraktığımız maddî ve manevî eserler bizi ölümsüz kılar... Adımızı yaşatır.
“Ölürse yer beğensin. Kalırsa el beğensin.” denir.
- “Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun, uyanmadın olacak,
Kimbilir nerede, nasıl, kaç yaşında?”
Yine bir şairimiz, Mehmet Emin Yurdakul,
- “ Ölümün amansız kadit elleri
En mağrur başlara kül toprak döker.”
diyen dizeleriyle ölümden kaçışın olmadığını herkesi bulacağını anlatmaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed “Bu gün ölecekmiş gibi ibâdet et, hiç ölmeyecekmiş gibi çalış“ dememiş midir ?
Hatta bir şairimiz:
- “Düşünsek biz ölümden korkmamak lâzım gelir, zira,
Yerin altında, üstünden ziyade akrabalarımız var!”
Ali Kavafoğlu “Hayat Destanı” adlı uzun destanında insanın vefasızlığından söz ederek sözlerini yaratana tevekkülle bitirmiştir.
- “Unuturlar seni üç gün geçmeden,
Ruhun için biraz helva pişmeden,
Kimi gider su getirir çeşmeden
Bunların cümlesini ben seyrediyom.”
“Ali Baba der ki, bu dünya fani,
Veren alır imiş o tatlı canı.
Hıfz edebilsem eğer imanı,
Dünyayı bir pula satıp gidiyom.”
Atalar sözlerimiz de var ölümle ilgili. Bizi yatıştıran, isyanımızı önleyen:
- “Ölüm dirim bizim için.”
“Ölenle ölünmez.”
„Ölecek ile alacağa çare bulunmaz.“
„Ölüm Allahın emri“
„Ölen bir ölmüş, ağlayan iki.“
„Ölenle ölünmez!“ „Ölenin arkasından ölen yok!““Ölen ile beraber ölen yok!“ derler ama bu sözler bizim değer bilmemizi engeller mi? Şehitlerimizi unutmayı mahzur gösterir mi?
Yine ölümle ilgili, şöyle sözlerimiz vardır. Çaresizliğe düşmemizi engelleyen, bizi uyaran:
„Öldüm öldüm korkarım, öldüm neden korkarım?“
„Ölmek var, dönmek yok!““
„Ölmüş eşek kurttan korkmaz!“
Ölümden ötesi yok ya?“
„Ölüyü örte korlar, diriyi dürte korlar.“
„Ölümü gösterip hastalığa razı ederler.“
„Ölümden öteye köy yok!“
Uzun sözün kısası, bayramda şehitliklerimizi ve aile mezarlıklarımızı ziyaret etmeyi unutmayalım...
Bir mezar taşına şöyle yazmışlar:
“Kimsesiz kimse yoktur; herkesin var kimsesi
Kimsesiz kaldım, yardım et ey kimsesizler kimsesi.”
Bir diğerinde şu yazar:
”Ziyaretten murâdım bir dûadır,
Bugün bana ise, yarın sanadır.”
Feza TİRYAKİ, 13 Kasım 2010