BAYRAMI BAYRAM GİBİ KUTLAMAK
Eskiden büyüklerimizden duyardık: “Nerede o eski bayramlar… ” Bunları dinsel bayramlar için derlerdi, yitirdikleri ana babalarını, dostlarını, köy, mahalle yaşamını anarak eskiyi özlerlerdi.
Şimdi biz aynı durumdayız. Yalnız bir farkla, o zamanlar bu eskiye özlemi, sızıldanmayı, yaş yaşamışlardan duyardık. Şimdi beş on yıl öncesinin bile özlemi içinde herkes, her yaş… Gençler de böyle yakınıyorlar. Biz lisedeyken, ortaokuldayken diye başlıyorlar, doğru dürüst bayram yapamayan, ulusal günlerini kutlayamayan yeni kuşaklara acıyorlar.
Cumhuriyet Bayramı, en çok uğraşılan, kutlanması ilk engellenen, iktidarın hedefine ilk oturtulan, üç yıl önce (2011) bir bahaneyle kutlamaları başka bir güne bile ertelenmeyen, doğrudan, iptal edildi denilen bir ulusal bayram. Hem de tüm hazırlıklar bitmişken, bayramın bir gün öncesi birden bire, yapılmayacağı halka duyurulan bayram.
Cumhuriyet Bayramı’nda geçit törenleri bayramın en güzel yanıdır. Büyük kentlerde asker geçer, motosikletli polis geçer, tanklar tüfekler geçer, asker okullarının genç askerleri geçer… Küçük yerlerde bütün okullar bayram yerindedir. Her yaş çocuk, her yaş yetişkin oradadır. Yine başkentte, büyük kentlerde Türk yıldızları (jet uçakları) gösteriler yapar, izlerken korkudan herkesin yüreği ağzına gelir. Paraşütle, bayram yapılan alana atlanır, paraşütle atlayan askerler havaya yazılar yazar, ellerinde simgeler taşırlar… Alanlarda halk oyunları oynanır…
Cumhuriyet Bayramlarının bir özelliği de gece yapılan fener alaylarıdır. Günlerin kısaldığı, havanın erkenden karardığı güzel mevsim sonbaharda, akşam elde meşalelerle yürümek çok gösterişlidir, heyecan vericidir… Yine Cumhuriyet Bayramı ne çocuklara armağan, küçük çocukların gösterileriyle kutlanan bir bayram, ne gençliğin spor gösterilerini büyük alanlarda izlediğimiz spor bayramı, ne askerin ulusuyla savaş kazandığı zafer günü bayramıdır. Her yaştan kişinin kutladığı, herkesin kendini bulduğu bir bayramdır. Türk insanının insandan sayıldığı, Cumhuriyet sayesinde yükseldiği kutlu günün bayramı. Yüce önderimiz Atatürk’ün, benim en büyük eserim dediği Cumhuriyet’in bayramı. Atatürk’ün sözleriyle:
“Cumhuriyet ahlak üstünlüğüne dayanan bir ülküdür. Cumhuriyet erdemdir.”
Bayram kutlamalarında en son yapılan değişiklikleri önceki gün yaşayarak öğrendik. Akşamın haberlerinde şurada bayram kutlandı, burada kutlanan bayram şöyleydi diye anlatılanları duyunca az şaşırmadık. 28 Ekim’de ne bayramı bu, diye soran soranaydı. Bazı okullar, bazı yöreler bayramı bir gün önceden göstermelik baştan savıvermiş…
Bir de Atatürk anıtlarına çelenk koymayı izne bağlayıp bir gün öncesine almışlar. Bu iktidar hiçbir ayrıntıyı unutmuyor. Ulusal duyguları engellemek, hiç olmadı azaltmak, körleştirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Vatandaş bunun ayırdında:
“Son yıllarda milli bayramları da bir türlü kutlayamıyoruz nedense. Hep bir olay oluyor. Bu çok ilginç bir araştırma konusu olabilir.” diye yazmış Mert Gün adlı bir vatandaşımız. Haberin altına yazılan yorumlar arasından örnek olarak aldım yüzlerce benzeri yazılan bu düşünceyi. Buna benzer yorumları pek çok kişi, 28 Ekim’de bilgiağı (internet) gazetelerine düşen şu haber üzerine yazmıştı:
“Beşir Atalay Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinin iptal edildiğini açıkladı.”
Kaç yıldır bayramlarımızla uğraşılıyor. Yok, artık 19 Mayıs statlarda kutlanamaz, yalnızca okul avlusunda kutlanacak. Yok, 23 Nisan’da çocuklar üşür, hava yağmurlu, alanda bayram yapılamaz. “PKK saldırdı, can aldı. Acımız var, bayram olmaz. Maden çöktü, suç bizim iş verdiğimiz işyeri sahiplerindeyse ne olmuş yani, bunca kayıp varken tutup da bayram mı edeceksiniz, yasak! Deprem oldu, on gün mü geçmiş aradan, fark etmez, bizler düğün yaparız ama siz bayram kutlayamazsınız, ulusal bir bayram böyle günlerde kesinlikle kutlanamaz. Açılım saçılım yapıyoruz. Bazı vatandaşlarımız çok hassas, asker geçit yaparsa törenlerde daha da hassaslaşırlar, aman ha, askerin gösterilerini törenlerden çıkarın.” Buna benzer sözler demediler mi yıllardır bıkmadan usanmadan.
Ne yalan söyleyeyim sabah okul çocukları gibi erkenden kalkıp bayram için hazırlanırken içimizde böyle bir kuşku vardı: “ Ya bayram kutlanmazsa gittiğimiz ilçede?”
Sabah, biz evden çıkmadan tanıdık bir küçük kız kapıdaydı: “Ben de sizlerle bayrama gelebilir miyim, annem onlar mutlaka bayrama gider, sen de onlarla git, bayramı yaşa diye beni size gönderdi, dedi. Şaşırdık. Meğer sekiz kişilik okulu bayramı okulda 28 Ekim’de kutlatmış onlara. Birleşerek bayram kutlayan diğer köy okullarına katılmamışlar. Öğretmenleri demiş ki, bari bir gün tatil yapalım. Tatil dediği gün, 29 Ekim günü. Bir gün önce okulda kutlatıyor bayramı. 29 Ekim’de ders yok ya, bu akla göre de tatil yapılmalı. Yan gelip yatmalı.
Bilirsiniz, bayramlardan sonra okullara bir gün tatil olurdu. Törenlerde yorulan, günlerce bayrama hazırlanan çocuklar bir gün evde kalırlardı. Bayramı bayram gibi yaşarlardı. Şimdi bu kalktı. İstenilen sonucu da vermiş. Bayramı bir gün önceden kutlar gibi yapıp asıl bayram günü hiçbir şey yapmamak, bayramı yok saymak…
Yine son yılların bir değişimi. Bayramda bayrak asmamak. İşin kolayını bulup kolayca para kazanan, paraya para demeyen açıkgöz ne diyor? “Bayrak asanı asarlar!”
Kim iktidar yalakası, kim bölücülüğe destek çıkıyor, kim vatansız, kim omurgasız, kim korkutulmuş, kim ulusal duygularını, tarih bilincini, vatan millet sevgisini yitirmiş, kim yozlaşmış, dönüşüme uğratılmış, kim iç yüzünü gerçek yüzünü artık saklamıyor, doğuştan hain, hepsini hepsini bayramlarda gözünüzle görüyorsunuz. Nasıl mı? Kim bayrak asıyor evine, işyerine kim asmıyor, buna bakarak… En kolayından bir sınav. Nasıl giyimlerimiz, seçimlerimiz bizim kişiliğimizi yansıtırsa, evlerimiz de düşüncelerimizi yansıtır. Bayraksız olunur mu? Atatürk’ün bir sözü, resmi, Andımız yazısı, Gençliğe Hitabe, İstiklal Marşı, Türkiye Haritası… evlerimizde bulunsa… Evlerimizin baş köşesinde dursalar…
İşte böyle, bayraksız evler arasından, tek bir bayrak asılmayan, okulu taşınmış, öğretmeni elinden alınmış, muhtarlığı bayraksız köylerden geçerek Kaş ilçesine vardık. İlçeye girerken geçen yıl, aynı gün, aynı saatte, bayramın geldiği belliydi, girişte iplere dizili sıra sıra küçük bayraklar, flamalar sizi karşılıyordu. Bu yıl belediye seçimlerini CHP yitirdi, iktidar partisi kazanmıştı. Bu fark ondan mı acaba dedik. Ama burası “Kaş”. Başka yerlere benzemez diyor burada yaşayanlar, doğup büyüyenler. Burada bayram başka olur diyorlar, burası bir kaledir, yıkılmaz.
Bayramın üç yıl önceki iptalinde de buradaydık, CHP aynen uymuştu araziye. Bando bile çaldırmamışlardı, ulusal bayramı, bu kutlu günü gösteren tek bir işaret yoktu ilçede. Geçen yılki bayramın geçit töreninde, okulların bandoları eşliğinde bayram alanına gidişine tanık olmuştuk. Ne olağanüstü bir görüntüydü. Ellerinde bayrak sallayarak yürüyen her yaştan çocuk ve genç… Bayrak taşıyan, davullarını çalarak okulunu arkasından yürüten gençler…
Dünkü bayram daha da görkemliydi, daha coşkuluydu, katılım daha çoktu…
Bayram alanına geldiğimizde, alan çocuklarla, öğrencilerle, her yaştan vatandaşla doluydu. Yüksek sesle müzik çalıyordu. İşyerleri, tören alanının üstü, yanları, devlet dairelerinin ön yüzleri, irili ufaklı işyerlerinin kapıları, camları bayraklarla süslenmişti. Akdeniz’in sıcacık Ekim güneşinde yazlık giysileriyle oynaşan, oradan oraya koşturan küçük çocukların, küçük öğrencilerin elleri bayraklıydı… Bayram liman yanında, denize karşı, Atatürk anıtının bulunduğu alanda yapılıyor. Atatürk anıtının arkasında dağ gözüküyor, üstünde şimdilik yapılaşma yok gibi az. Anıtın çevresinde de eski tarihi yapılar var, iki katlı, çiçeklerle donanmış, ahşap şirin yapılar. Bu nedenle bir eli önde, ayakta bir ayağı öne doğru adım atar gibi duran Atatürk heykelinin anlamı çevresinde betonlaşmaya izin verilmediğinden hiç bozulmamış. Baktıkça insanı etkileyen, sarsan bir anıt buradaki. Arkasındaki kayalıklı yeşil dağ, heykele yakışıyor.
Ah bu bayramlar! En güzel yanları marşları. Marşlar sizi alıyor, zaman tünelinden geçiriyor, kahraman atalarımızın gününe bırakıyor.
Onuncu yıl marşı çalıyordu, biz alana girerken… Kimse yerinde duramıyor. Ezginin ritmiyle bir o yana bir bu yana bayrak sallıyor… Yüzler gülüyor…
“Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk’üz bütün başlardan üstün olan başlarız,
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.”
Neyse biz denizin önündeki üstü kapalı oturma alanında, ağırlar (protokol) için ayrılan deri koltukların hizasında beyaz naylon sandalyelerde bir iki boş yer buluyor, hemen çöküyoruz… Yanımızda yöremizde tanışmış gibi olduğumuz, insana yakın bakan, sıcak kanlı, güleç yüzlü yöre insanları. Kimisi şalvarıyla yemenisiyle, kimi çağdaş bir giyimle, kimi şortu, kısa eteğiyle gelmiş… Erkekten çok kadın görünüyor oturup bekleyenlere baktığınızda… Bir de çocuk, çocuk, çocuk… Bebek arabasında oturandan, yeni yürüyeninden, koşuşturanından, her yaştan…
Törenin başlamasını beklerken “Gençliğe Hitabe” okundu müzik sistemiyle gürül gürül verdiler. Tok bir erkek sesi:
“Ey Türk Gençliği!” diye başlıyor… “Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet ( sonsuza kadar) muhafaza ve müdafaa etmektir.”
Yanımda getirdiğim dördüncü sınıf öğrencisi Sude’ye “Dinle diyorum. Bu sözleri bir de bayram gününde dinle! Anlamaya çalış!”
“Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler…”
Kendini vererek dinlersen bu sesleniş, bütün gerçeği, bütün olanı biteni gözler önüne seriyor. Hem olmuşu, hem yapılacağı, gidilecek yolu gösteriyor…
Atatürk’ün gençliğe seslenişi, “ Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!” sözleriyle son bulurken birden “İzmir’in dağlarında çiçekler açar!” diye başlayan İzmir marşı çalmaya başlamaz mı? Bakıyorum kadın erkek herkes biliyor bu ezgiyi. Herkes katılıyor, ağızlar kıpırdıyor, herkes sesli sessiz bu marşı söylüyor… Tekrar bölümleri daha bir coşkuyla:
“Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa;
Adın yazılacak mücevher taşa!”
“Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa” sözleriyle başlayan Atatürk’e yazılan, Atatürk için bestelenen yürüyüş türküsü başlamıyor mu coşku en üstlere çıkıyor. İşte bayram bu! Bayram etmek tam bu demek olmalı. Atalarımız, başlarında yüce önderimiz Mustafa Kemal Paşa ile bin bir yokluk, eziyet içinde yurdumuzu düşmanlardan temizlemiş, yurdumuz için canlarını vermişler, şehit gazi olmuşlar, vatana bedel ödemişler, sonra da hepsi toprak olmuşlar ama artlarında kalanlara da bu güzel ülkeyi, tam bağımsız olarak bırakmışlar…
Bundan sonra tören başlıyor. Yanda kürsüde bir erkek bir kadın. Bir, biri, bir, diğeri sunuyor bayramı. Erkek kırmızı kravat takmış, beyaz gömlekli, kadın, diz üstünde boyu olan dar etek, üste gömlek ceket giymiş. Her ikisi de öğretmenmiş bu gençlerin. Cumhuriyet simgesi gibi güzel görünüşlü, güzel sesli, Türkçeleri güzel, yürekleri güzel iki insan. Biri esmer, diğeri sarışın. Dal gibi iki genç… İki Cumhuriyet öğretmeni. Önce niye toplanıldığını, günün adını ve önemini söyleyip hoş geldiniz dediler. Kutlama programını okudular:
Önce Kaymakam konuşacak. Ardından şiirler okunacak. Halk oyunu ekipleri gösterilerini yapacak. Müzik dinletisi de olacak.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına saygı duruşunda bulunacağız denilerek tören başlatıldı. Saygı duruşundan sonra ara verilmeden İstiklal Marşı okundu. Neredeyse herkes İstiklal Marşı’nı birlikte okudu. Tüm alandakiler marşı yöneten müzik öğretmeninin ellerine gözlerini dikmişler tek yürek olmuşlardı. Baktım bizimle gelen küçük kız bile okuyor. Yanımdaki başı yemenili, yerel giyimli anne okuyor. Çerçiler mahallesinden engelli çocuğunu bayrama getiren başı açık anne okuyor. Arkadaşlarıyla bayramı izleyen balıkçılar okuyor. Bastonlu dede okuyor. Öğrenciler okuyor… Ayakta dimdik durarak baktığımız yerde; Atatürk, bayraklarımız, ülkemizin bir yüce dağı, masmavi bulutsuz bir gökyüzü var… Marşın İkinci bölümüne geçtiğimizde, karşıda göz yaşlarını tutamayanları gördüm… Yutkunduk, gözyaşlarımız boğazımızı tıkadı. Bu sözlerin anlamını bu günlerde yeniden mi anlıyoruz acaba?
“Çatma kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır Hakk’a tapan, milletimin istiklal!”
Kaş Kaymakamı Selami Kapankaya’nın konuşması tam bir söylevdi. Cumhuriyet Bayramı’nda söylenebilecek az ve özlü sözle çok güzel konuştu. Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’ndan, Gençliğe Hitabe’den alıntılarla, çok etkileyici bir konuşma yaptı.
“En büyük Millet Bayramı’nı kutlamanın, bu büyük güne kavuşmanın sevinci içersindeyim…” “Temeli Türk kahramanlığına, Türk kültürüne dayanan Türkiye Cumhuriyeti …” dedi. Kurtuluş Savaşındaki durumu birkaç tümce ile özetledi: “Bir ülke düşünün; dört tarafı işgal edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış, düşman gemileri İstanbul’a demirlemiş, namlularını ülkeye çevirmiş, içerdekilerin ülkeyi yönetecek durumları kalmamıştı…” dedi.
O günleri böyle anlattıktan sonra, “Değerli vatandaşlar, bu millet “Ya istiklal, ya ölüm!” parolasıyla, esir yaşamaktansa, ölürüz, düşmanla göğüs göğüse çarpışarak şehit oluruz, düşüncesiyle savaştı. Vatanda gazilerin, kadınların, çocukların emeği vardır… Şairin dediği gibi:
“ Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa, hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.” dedikten, bu dizeleri okuduktan sonra, ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milletiyle yeni bir devlet kurduğunu söyledi, tam bağımsız bu Cumhuriyeti bizler yaşatacağız, dedi.
“Tarihimizle övünmeliyiz!” diye de ekledi. Konuşma Atatürk’ün sözleriyle de süslüydü:
“ İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz.”
“Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi rahmetle şad eder dedikten sonra sözlerini Atatürk’ün “Onuncu Yıl” kutlamasında dediği sözlerle bitirdi: “Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı dilerim.” Bu da kendi sözleri:
“Saygı ve sevgi ve iyi dileklerimi sunuyorum.”
Kaymakam’ın konuşmasını çocuk ve gençlerin şiirleri izledi. Şiirler eskinin unutulmayan en sevilen şiirlerinden seçilmişti. Hasan Gökçe’nin okuduğu, “Bugün” şiiri:
“Durmadan dalgalan şanlı bayrağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.
Ufuklar gül açsın, gülsün toprağım,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.”
Altı kıtalık bu şiirin son dörtlüğü, anlamını güncelleyerek aynen koruyor:
“Kanını toprağa katanımız var,
Bayrağın altında yatanımız var,
Destanlar kaynağı vatanımız var,
Yurdumun en büyük bayramı bugün.”
Bir çocuğun ağzından bu şiiri dinlemek için bile bayrama katılmaya değer. Bu coşkuyu herkesle birlikte duymak için bayrama gelinir. Devletimizin temsilcisi Kaymakam’ın bayram konuşmasını gidip bayram alanında dinlemek adam olana yeter. Ulusumuzun kahramanlık şiirlerini, Atatürk sevgisini, vatan sevgisini anlatan şiirleri dinlemek için bile bayrama gidilir…
Dursâde Uysal’ın okuduğu Atatürk ve Cumhuriyet adlı bu şiiri aramızda eminim bilmeyen yoktur:
“Baş eğmişken önünde altı asır her zorluk,
Göçtü bir çınar gibi koca imparatorluk!..
Çatırdattı bu göçüş göklerini vatanın,
Duyunca silkindi Türk, narasını Ata’nın!..
*
Haykırdı kadın, erkek: “İhtilâl var, ihtilâl!”
Çiğnenemez yerlerde mübarek, şanlı hilâl…
Alev alev bayrağım kızıllıklarda yandı,
Bütün millet Kemal’in etrafında toplandı!..”
Şiirleri izleyen halk oyunlarını seyretmeye doyamadı kimse. Zeybekler nasıl yakıştı bu alana. Kollarını yukarı bir kartal gibi kaldırmaları, yere hiddetle diz vurmaları görülmeye değerdi… Müzik dinletisi, müzik öğretmeninin herkesi müziğe katarak, el kaldırtarak, tempo tutturtarak yan flütle gösterisi etkileyiciydi. Melodika çalan öğrenciler izleyenlere sanki bir müzik şöleni verdiler… Başladığı marşla sona erdi bayram töreni:
“Türk’üz, Cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!”
Bayramlar bayram gibi kutlanmalı.
Bayram kutlama törenleri çok önemlidir. Yeni yetişenlerin belleğidir bu kutlamalar, burada görülenler, yaşananlar, duygu birliği, bir ulus olma sevinci… Bayram törenlerini küçükseyenleri uyaralım, bayramları mitinge çevirenlere, alanlarda toplanmanın anlamını bilmezden gelenlere, bayram kutlamanın önemini bıkmadan usanmadan anlatalım…
Feza Tiryaki, 30 Ekim 2014