
Yeni bir ‘yol kazası’, ‘dozu tutturulamamış taşkınlıklar’ olmazsa hedefin ana hatları aşağı yukarı belli.
Özel Yetkili Mahkemeler’e çekilen ayarı da dikkate alırsak ufukta bir ‘genel af’ kokusu bile var.
Önce Aziz Yıldırım’ın tahliyesi, ardından 3 bin kişi için salıverme yolunun açılması ve ardından Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın açıklamaları.
Bozdağ, tutuklu milletvekilleri hakkında mahkemelerin isterlerse ‘adli kontrol’ uygulayabileceğini ifade ediyor. Yani, tutuklu vekillere ‘tahliye’ yolu göründü. Kuşkunuz olmasın, bu süreç Silivri’deki diğer sanıklar için de işletilecektir.
Aslında bu olup bitenler önceki gün sorduğumuz bir sorunun da cevabıdır.
Hani demiştik ya, “Eli kanlı teröristi ev hapsiyle ödüllendirirken, terörist damgası vurduğun TSK üst yönetimini nasıl içeride tutacaksın” diye.
Uygulamalar ve atılan adımlar gösteriyor ki, bu soruya hazırlıklılar ve gelecek tepkileri kırma adına yasalarda yine ‘kendi kafalarına göre’ bir takım rötuşlar yaptılar.
Bir gün önce “Hayatta içeriden çıkamaz” dediklerini, yargı sonuçlanmadan suçlu ilan ettiklerini, bir gün sonra salıveriyorlar.
Biliyoruz bu tahliyeler içlerine sinmiyor, asla hazzetmiyorlar.
Ama şu kahrolası pazarlık ve Serok’un gülü Leyla’nın diretmeleri yok mu?
***
Adalet uygulamalarında bir ‘kısas’ durumu dönem dönem olmuştur.
Ama bu denli incitici, ‘hakkın bu kadar hiçe sayıldığı’ bir dönem hiç olmamıştı.
Önce bir kefeye ‘eli kanlı’ teröristleri koyacaksın, ötekine bugün bile ‘suçlu olduklarını ispatlayamadığın’ insanları.
Sonra da utanmadan, “Bakın onları da salıverdik, öbürlerini de” diyeceksin.
Kim ne derse desin yapılanların ‘hukuk’ ile hiçbir bir alakası yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde sabah ‘çamura’ sokulan bir şahsın akşam ‘aziz’ ilan edildiği görülmemiştir. Fakat bizde oluyor. Hem de öyle şeyler oluyor ki ‘adalet’ dediğiniz şey, ‘bir bakkal dükkanının el değiştirmesinden’ daha basit bir biçimde kenarından köşesinden deforme ediliyor.
Hatırlayınız, bunların en fazla yakındıkları konuların başında ‘yargının bağımsız olmadığı’ iddiası geliyordu.
Sözümona yargı kuşatılmıştı, kararlar ‘belli merkezlerden’ dikte ettiriliyordu.
Üstelik bir ‘mezhepsel yapılanma’ tüm yargı kurumlarını etkisi altına almıştı.
Böyle bir durumda ‘adaletin tecellisinden’ söz edilebilir miydi?
Peki yeni durumu nasıl izah edeceğiz?
Bizzat hükümetin başı isyan edip, savcılara “Gelin beni de alın” diye çıkışmadı mı?
***
Artık kimsenin kuşkusu yok, ülkedeki bütün kurumlar gibi ‘yargı’ da siyasallaşmıştır.
İşin hazin yanı ‘siyasi iktidarın dümen suyuna’ giren yargının ‘kimin değirmenine’ su taşıdığı karanlıktır.
Ülkede bir ‘korku havası’ salıp, ‘gece yarıları’ evler basıp, ‘telefonlar’ dinleyip, ilgisiz insanları birbirine eklemledikten sonra bugüne gelinmesi manidardır.
Ne değişti de bir anda herkesin ‘merhamet’ damarları kabardı?
“Suçlu” diye içeri tıktıkları insanların bir anda ‘melek’ kesildikleri inancı mı belirdi, adalet dağıtan (!) mercilerin gözünde?
Tabii ki hiçbiri değil.
Bütün bu süreç ne yazık ki bir ‘altyapı’ hazırlığı. Kamuoyunu bir şeylere inandırma ve bölücü terör örgütünün taleplerine zemin hazırlama antrenmanları.
Herhalde kendileri de bebek katiline ev hapsi verilirse ‘terörün duracağına’ inanmaya başladılar. Onu ‘temize çıkarma’ çabası içine
girdiler.
Yahu siz değil miydiniz PKK’nın bir ‘Ergenekon örgütlenmesi’ olduğunu söyleyen.
Nereden çıktı şimdi Öcalan’ı onurlandırma, özgürlüğüne kavuşturma heveskarlığı.
Madem PKK’nın ipleri Ergenekon’un elinde, bebek katilini bırakın ev hapsine çıkarmayı, geberene kadar hücrede tutmanız gerekmez mi?
***
‘İnancın’, ‘mücadele azminin’ sıfırlandığı dönemlerde ne oluyorsa, önümüzdeki süreçte de o olacak.
Kamuoyu ufaktan ufaktan Apo Bey’in eve taşınması için hazırlanacak.
Yoksa bunlar adaletin ‘a’ sını bile takmaz, ‘diş biledikleri’ kim varsa içeride çürümelerinden dolayı kına yakarlardı.
İsrafil K. KUMBASAR, 5 Temmuz 2012