BEKTAŞİ BİR GÜN...

BEKTAŞİ BİR GÜN...

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr May 24, 2020 13:12

BEKTAŞİ BİR GÜN...

Her gün bir utanmazlığın, arsızlığın, soygunculuğun, sömürücülüğün, düşüncesizliğin, acımasızlığın ortaya çıktığı günümüzde biraz da eğlenerek, atasözlerimizi anımsayarak, çok sevilen, çok bilinen Bektaşi fıkralarından anlatalım.

Bektaşiler, bilindiği gibi Türk toplumunun özgür düşünceli kişileri olmuşlardır her zaman. Her türlü baskıya, yobazlığa karşı gelmişler, kendi kendilerini eleştirmekten de çekinmemişlerdir. İşte onlardan, Ramazan’a (bayrama) tebessüm katsın diye birkaç fıkra.

***

Bektaşi, sıcak bir Ramazan günü, ağacın dibine çökmüş, karpuz, peynir ekmek atıştırıyor, sözün kısası oruç yiyormuş.

Görenler güvenlik güçlerine haber vermişler, Bektaşi’yi yakalatmışlar.

“Yürü bre zındık” diye Bektaşi’yi karakola getirmişler.

“Utanmıyor musun oruç yemeye?”

Bektaşi isyan etmiş:

“Yahu on bir ay aç gezdim hiç kimse aldırmadı, halin nedir diye sormadı. Şurada bir gün karnımı doyurdum, başıma üşüştünüz. Sorgu sual başladı. Bu ne iştir Yarabbim?”

(Kötü günde kimseden kimseye hayır yoktur. "Zor kapıdan girince şeriat bacadan çıkar." “Beyler buyruğu yoksula kan ağlatır.”)

***

Sonradan görmüşün biri, sırtına bir kürk geçirmiş kasım kasım kasılıyormuş. Her önüne gelene kürkünü gösteriyor, övünüp duruyormuş.

“Bir bakın şuna, üstüne kürk var mı? Kürküm şöyle güzel, kürküm böyle güzel.”

Derken bir gün yolda Bektaşi’ye rastlamış. Ona da övünmüş:

“Kürkümü gördün mü? Bu kürkü bilir misin?”

Bektaşi başını sallamış:

“Hiç bilmez olur muyum? Hem de çok iyi bilirim.”

Bizimki şaşırmış:

“Allah Allah ya nereden bilirsin?”

Bektaşi yanıtlamış:

“Zavallı dostum, o kürk, içinde yıllarca taşıdığı asıl sahibini bile hayvanlıktan kurtaramadı. Sana ne yapsın?”

(Çalıp çırparak kandırarak edindiği parayla çul değiştirenlere...“Eşeğe altın semer vursalar eşek yine eşektir.” Kürk ile börk ile adam olunmaz.” “Eşek at olmaz, ciğer et olmaz.”)

***

Yine bir Ramazan günü, mahalleli, öğle vakti kahvede oturmuş, sohbet ediyorlarmış. Söz namazdan niyazdan oruçtan açılınca, Bektaşi ne olur ne olmaz diye kalkmış, öte tarafa geçip oturmuş. Patavatsızın biri seslenmiş:

“Hu Erenler, senin ne kadar borcun var?”

“Eh vardır bir miktar borcum, bakkala, kasaba...”


“Onu sormadık baba, Tanrı’ya namaz, oruç borcun ne kadar?"

Baba Erenler öfkelenmiş:

“Bre zındık! Onlar benim Tanrı’yla aramdaki borçlar. Hesabını sorsa sorsa Allah sorar. Sana ne oluyor?”

(“Tanrı ile kul arasına girilmez.”)

***

Adamın biri boy abdesti almak için akarsuya girmiş yıkanıyormuş. Oradan geçen Bektaşi’ye seslenmiş:

“Erenler boy abdesti alıyorum, yüzümü nereye döneyim? Biliyorsan deyiver!”

Bektaşi yanıtlamış:

“Bu da sorulur mu be akılsız! Tabii elbiselerini bıraktığın yere döneceksin!”

(“Akıl olmayınca ne yapsın sakal?”)

***

Bektaşi, akşam vakti hiç tanımadığı bir kasabaya inmiş. Canı birkaç kadeh içmek istemiş. Meyhanenin nerede olduğunu bilse gidecek ama oranın yabancısı. Karşısına çıkan birine meyhanenin yerini sorsa bilinmez ki nasıl karşılanır. Gözüne kestirdiği bir adama şöyle sormuş:

“Erenler acaba cami ne yanda, camiye nasıl gidilir?”

“Bu yolu izle, köşede sağa dön, ilk sokaktan dümdüz git, göreceksin.”

“Ama o yol meyhaneye çıkmaz mı?”

“Yok, meyhane iki sokak yukarıda köşebaşında.”


İstediğini öğrenen Bektaşi ne desin? “Eyvallah” deyip yürümüş gitmiş.

(“Sözünü bil pişir, ağzını der devşir.”)

***

Yaz günü Bektaşi yayan yapıldak yollara düşmüş, gidermiş. Öğle vakti, hava sıcak mı sıcakmış. İçecek bir yudum su ararken gözü ilerdeki bir çeşmeye ilişmiş. Bakmış, çeşmenin ağzını bir tıpa ile tıkamışlar, bir damla su akmıyor. Uğraşmış, didinmiş tıpayı çıkaramamış. Sonunda can havliyle tıpayı çekmiş ama üstü başı sırılsıklam olmuş. Sudan içmek istemiş, ne mümkün! Su öylesine güçlü fışkırıyormuş... Küfredecek olmuş küfredememiş. Başını sallamış:

“Be mübarek su, tevekkeli değil seni bunun için tıkamışlar... Bu ne azgınlık yahu!”

( “Deli deli akanı, bura bura tıkarlar.” Aşırı ve ölçüsüz davranışlara karşı önleyici, sert önlemler alınır.

“Merhametten maraz doğar.” “Gördün deli, savul geri!”)
***

Bektaşi bir Ramazan günü aç susuz, parasız pulsuz sokaklarda dolaşıyormuş. Yolu nasılsa zengin bir konağın önünden geçmiş. Evin pencerelerinden birinde ev sahibi kurumla oturuyor, sokağa bakıyormuş. Bizimki bir ümitle atılmış:

“Hu Erenler, Allah rızası için birkaç kuruş atsana!”

Ev sahibi içeriye seslenmiş:

“Hasan oğlum, Mehmet’e söyle o da Hüseyin’e söylesin, Hüseyin Ahmet’e haber versin, Ahmet de kapıcıya iletsin, kapıcı da şu adama “Allah versin!” desin.”

Bektaşi çaresiz elini göğe açmış:

“ Ey Ulu Tanrım! Cebrail’e söyle o da Mikail’e söylesin, Mikail de İsrafil’e haber versin, İsrafil Azrail’e iletsin, Azrail bu acımasız adamın tez canını alsın.”

((Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü,” “El elden kalmaz, dil dilden kalmaz.” “Söyleyene bakma, söyletene bak.” “Devletli gözü perdeli olur.”))

“İyi Bayramlar!..

Feza Tiryaki, 23 Mayıs 2020
Ek bilgi:
Bu yazıyı 2000 yılının sonunda yazmışım. Avrupa Hürriyet’in “Demokrasi Kürsüsü” adlı köşesinde yayınlanmış. O dönemler neredeyse her hafta Hürriyet Gazetesi’ne yazı gönderirdim. Faksla ya da mektupla. Gazeteci - yazar Hikmet Bil (1918 – 2003) yayınlardı.
Yazımın başında dediklerim düşündürücü. Değişen pek bir şey olmamış yirmi yıldır. Daha da kötüye gitmekten başka. O günler yine de çok iyiymiş. Düşümüzde bile göremeyeceğimiz günlerdeyiz...
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x