
Birbirimize kızınca hayvan deriz. Aşağılama sözüdür. Düşünmeyen varlık olmakla, gelişmeyen varlık olmakla suçlanmadır. Bu sözü duyan kişi de çoğu kez, sensin hayvan, der. Kimse hayvanlığı istemez.
“Ben hayvan değilim” sözü bir bilim adamımızın ağzından çıkarsa, hem de bu adamımız dünya çapında ünlü, başarılı, saygın bir bilim insanı olursa… ne düşünürsünüz?
Organ naklinde ülkemizde çığır açan, kendisinin hastanesi, üniversitesi, televizyonu, basılı – sözlü yayınları olan bir değerli kişiden bu sözler: Profesör Doktor Mehmet Haberal.
Azılı, kanlı terörist, güvenlik nedeniyle denilerek tek başına kapatıldığı adada krallar gibi ağırlanıyor. İdamdan cezası ağır hapse çevrilen bu devletine silah çeken, çektiren kişi, şimdilerde saygın bir kişi muamelesi görüyor. Yanında adlarını vererek istediği eli kanlı yoldaşları… Odasına bağırtıla bağırtıla duyurularak konulan son sistem televizyonuna bile kimselerden ses çıkmadı. Korku belası, satılmışlık belası, araziye uyma belası… Belki de hepsi yüzünden… “Devlet katında görüşülebilecek bir kişi bu katil”, algısı verilmek isteniyor topluma. Uydurma, numaradan yürütüldüğünü bebelerin bile görebileceği aylarca süren, nedense tek kişinin bile ölmediği, değil ölmek, hastalanmadığı açlık grevini bu azılı katil- yerseniz eğer- tek bir işaretiyle bitirivermişti. Bu olay, buna, ha, bakın orada biri var havasını pompalattı. Şimdi de, “adını tıkıldığı adadan alan bir söz sahibi kişilik” haline getirdiler, yakalandığında tir tir titreyen, komutanlara yalvaran, hakime yaltaklanan, kurduğu örgütle sayısı bile kesin bilinemeyen kaç on binleri öldürteni. Askerine, polisine pusu kuranı, kurdunanı, askerinin polisinin yollarına mayın koyanı, koyduranı, kundaktaki bebeleri kurşunlatanı… Köyleri bastıran, yakan, yıktıranı…
Bir yanda, eline ömrü boyunca ateşli silah almamış, ameliyat neşterinden başka elinde kesici alet tutmamış, beynini doğduğundan beri sürekli geliştiren, öğrenen, öğreten, yüreği insan sevgisiyle yoğrulmuş, baskıcı, gerici, çağdışı düşüncelere karşı olan bir bilim adamımız var. Bu bilim adamını dokuz - on metrekarelik küçücük bir alana, yargılamadan, hüküm giydirmeden, sağlığına, konumuna, topluma katabileceği katkıya bakmadan koymuşuz. Bilim adamımızın üç gün önce kendisiyle görüşen bir vekile söylediği kendi sözlerinden bu sözler:
“5 metre 80 santime,i 2 metre 20 santimetre içerisinde yiyorum içiyorum, yatıyorum, kalkıyorum, duş alıyorum, tuvalet yapıyorum. 15’e 30 santim bir yerden bana yemek veriliyor. Her taraf beton ve demir. Bu şartlarda ancak yırtıcı hayvanlar muhafaza edilebilir. Ben bilim adamıyım, hayvan değilim.”
Bu sözü başta Hürriyet olmak üzere pek çok gazete başlık yaptı. Başlıktan verdiler: “Ben hayvan değilim”
Bu söz, duyduğumdan beri kulaklarımdan gitmiyor: “Ben hayvan değilim!..”
Bir bilim adamına bunu söyleten bir ülke. Bu söze duyarsız kalan, duyuları uyuşturulmuş, derin komada yattığı söylenen bir toplum…
Çiçekle böcekle, yılanla, çıyanla, börtü böcekle avutulan, oynatılan, algıları tutsak edilen bir koca ulus…
Eli kanlıların destekçilerinin Meclisi’nde kurulduğu, devlete küfretmelerine bile ses çıkarılmadığı bir ülke… Devleti yıkmak için kurulan, elli binden fazla masum insanı, çocuğu, bebeyi, askeri polisi gelişigüzel öldüren örgütün kurucusu ve iki faal üyesi kadın kendi içlerindeki bir çatışmada öldürüldü de bu canilere topluca tören yapma izni verildi. Yasadışı olan, üstlerine masumların, vatanın güvenlik güçlerinin kanı bulaşmış ne olduğu belirsiz bezler ortaya döktürüldü, bir yerlere astırıldı.
Daha dün, “Anadilde savunma hakkı” diye, asıl amacı başka olan, kargaları bile güldürecek bir yasa konuşuldu Meclis’te. Gece yarısı da yasanın, iktidar ve bölücü terör örgütü yandaşlarının oylarıyla geçtiğini duyduk…
Birgül Ayman Güler, çıktı kürsüye aklın savunucusu oldu. Aklın, bilimin, doğrunun, gerçeğin ışığında konuştu. Ulus olmanın, bağımsızlığın, yayılmacılara karşı korunmanın yolunu aydınlattı, kapalı gözleri açtı.
”Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit olamaz.” dedi.
“Bundan sonra savunmadayız, meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız.”
Bunların homurtularına, gemi azıya alan azgınlıklarına set oldu. Bunları gösterdi ulusa, bakın, “Kral çıplak” dedi. Homur homur homurdanan karayüzlülere gülerek, başı dik, alnı açık yanıt verdi.
“Kürt milliyetçiliğini bana “ilericilik” ve “bağımsızcılık” diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz.”
Bu CHP’li vekil de bir bakıma, “Ben hayvan değilim!” demek istedi. “Aklımı, yüreğimi, tarihimi, ülkemin yasalarını, kurucu iradeyi, bu yolda verilen şehitleri, akan kanı, Türk’ü tutsak etmek isteyen işgalci, acımasız Batı’ya, üstümüze saldıran yedi düvele karşı verilen bağımsızlık savaşımızı, tüm ulusun el ele verişini, tapusu Türk ulusu üstüne çıkarılan Lozan antlaşmasını yok sayamazsınız. “ dedi aynı bu sözcüklerle söylemese de…
“Ben hayvan değilim.” Siz ancak hayvanları kandırabilirsiniz bu ipe sapa gelmez sözlerinizle, akıl dışı isteklerinizle… demek istemiştir.
“Hayvan yularından insan sözünden tutulurmuş… ”
Birgül Ayman Güler bu sözleri dün etti. Bugün yandaş, boğazından tutulu basın yayın bunların hepsini bilgiağlarından kaldırmış. Dün zaten CHP’de istifa depremi diye verdilerdi bu haberi. Ne ilgisi varsa. Burada konu bu mu? Kürt milliyetçiliği, bölücülüğü yapan bir vekilin istifası mı önemli bu olayda, yoksa bunca suskunluktan sonra bir kadın vekilin çıkıp Meclis kürsüsünde gerçekleri haykırması, hayasızlara haddini bildirmesi, alkışlanacak sözler demesi mi?
Dincilerle bölücüler el ele, kolkola. Dünkü bu konuşma kudurtmuş onları. Yeni Şafak gazetesinin türbanlı bir yazanı ( kendi devletine bunu diyen biri yazar olamaz , yazan olur) başlık atmış olayın ertesinde:
“Gölge etmeyin yeter, ey Kemalistler” demiş. Buna göre, “Ne mutlu Türküm diyene!” sözüyle herkesi Türk saymak, birleşmenin önünü tıkıyormuş. Ne tıkaması Batı’nın maşası bölücülerin diliyle, bu söz asıl TC’yi bölüyormuş. Türkiye Cumhuriyeti’ne bölücüler ve dinci yobazlar nedendir hep böyle seslenirler: “Tece”
Türkiye demeyi de, Cumhuriyet demeyi de sevmezler. Türkiye Cumhuriyeti demeyi hiç sevmezler.
Dini kullananlar, dinci yobazlar, irtica yanlıları, “bölünme de bölünme” diyor anlayacağınız. Tepiniyorlar devleti böleceğiz diye. Türk adını ulustan sileceğizdiye.
“Ulusalcılar önümüzü kesemeyecekler!” sözünün başka bir anlamı var mıdır?
“İnsan beşer kuldur şaşar” demişler. Ülkeyi yönetenlerin hep birden şaştığı nadir dönemlerden birindeyiz…
“İlk vuran okçudur.” der atalarımız. Türk ulusunu okçular vurdular.
Akıl dışı nedenlerle, kandırmacı sözlerle, ülkemize konuşlandırıldı bizi ilgilendirmeyen Amerika- İsrail ve Batı çıkarlarının gereği olan füzeler… Binlerce yabancı asker geliyor. Ordumuz ise küçültülüyor. Doksan bin asker azaltılmış olacakmış ordumuzda bir yılda. Dokuz ayda asker sayımız tam yetmiş bin azaltılmış. Buna karşılık ülkemizde kesin sayısını bilmediğimiz on binlerce Amerikan askeri varmış. Ordumuz perişan edildi, olmamış, konuşulduğu, planlandığı bile ispat edilememiş, yapılmamış bir darbe bahanesiyle. Türk Ordusu’nun komutanlarının, generallerinin, amirallerinin neredeyse hepsi tutsak; ordudan gericilik, irtica nedeniyle atılanlar da orduya geri alınacakmış, karar alınmış. Eski Genelkurmay Başkanımız Silivri’de sağlık kontrolü için devlet hastesine getirilmiş geçenlerde. Hastane başhekimi tutuklu komutanlar için bildiri yayınlamış, onlarla ilgilenmeyi yasaklamış personele. Koskoca komutan çay getirebilir misin, çay var mı demiş çaycıya. Görevli duraksamış. Başbuğ anlamış. Kalsın, kötü duruma düşmeni istemem demiş. Diğer yanda, idamlık cani, diyorlar ki gizli tanıkmış, Genelkurkay Başkanı’nı yargılıyormuş, suçluyormuş yani söylendiğine göre…
Ne demişti bilim insanımız:
“Ben hayvan değilim.”
Öğretmenler atama bekliyor. Öğretmen olmayanlar okullarda. İmamlar derslerde. İngiliz’in dili baş ders. Neredeyse resmî eğitim dili olacak. Çocuk eğitimi nedir ne değildir bilmeyenler okullarda ders veriyor. Asker okuldan çıkarıldı. Millî Güvenlik dersleri kaldırıldı. Bunun yerine din kitabı okumak, ezberlemek ders adı oldu. En son avukatlara mahkemede türban izni çıkmış. Okullara türban zaten çoktan beri girdi.
Bölücü parti, türban devletin her kurumuna girsin diye yasa teklifi yapmıştı biliyorsunuz.
Ne yiyeceğimize, kaç çocuk yapacağımıza, hangi okulda okuyacağımıza, nasıl yaşayacağımıza, nelerin satılacağına, nerede ne olacağına… hep bir kişi karar veriyor.
Görevden alınan Bakan, sanki cenaze namazı kıldıran bir din görevlisiymiş gibi helallik alıyor, helallik veriyor : , “Cenab-ı Allah’a sonsuz hamd ediyorum" diyor. Her durumda, her olayda dini, dinî duyguları kullanıyorlar. Bunların yaptıklarını doğru bulmayanlar bile bu sözleri duyunca gevşiyor, mayışıyor, bak ağzıyla dedi, bizim hayır dualarımızla ayaktalarmış, diyor…
Basın yayın, iletişim araçlarının hemen hepsi beyinleri dönüştürme görevi üstlenmişler. Dizilerle hayalle gerçeği karıştırmış insanlar. Onlarla yatıp onlarla kalkıyor, dizi kahramanlarıyla seviniyor, onların dertleriyle üzülüyoruz. İzlencelerle, yalan söylemek, kısa yoldan para kazanmak, çalışmadan, çabalamadan iki uyduruk numarayla beğenilmek, yapılanı, eskiyi, bize kalan hatıraları, kalıtları yıkmak, bozmak, yakmak kafalara sokuluyor. Geleneksel güzel özelliklerimiz kötüleniyor, unutturuluyor, Türk insanı dönüştürülüyor.
Yalnızca hayvanlar düşünemez. Verileni kabul eder. Sirklerde oynatılır, asıl özelliklerini unutur, dönüşür.
“Biz hayvan mıyız?”
Feza Tiryaki, 25Ocak 2013
