Son Ergenekon taarruzu ile gözaltına alınmadı. Ama saatlerce evi aranmak suretiyle, hem kendisine, hem de onun şahsında, direnme ihtimali olan yargı çevrelerine sıkı bir gözdağı verildi.
Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'ndan bahsediyorum. AKP'liler nezdinde, öyle "özel" bir yeri var ki.
Herkes onu, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilme sürecinde, 367 oy şartı aranması tezi, bu tezinin de Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmesiyle, Gül'ün ilk rauntta seçilmesini engelleyen kişi olarak hatırlıyor. (Kanadoğlu'nun başına gelen, acaba o kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerinin başına da gelir mi?)
Kanadoğlu-AKP hukuku bundan ibaret değil. Yaklaşık 7 yıllık ve 3 rauntluk bir geçmişi var.
1. Raunt:
Siirt'te yaptığı konuşmayla, TCK'nın 312. maddesine göre, "bölücülük"ten hapis cezasına çarptırıldığı için siyasi yasaklıdır. Ama meydanlara, sanki sırf şiir okuduğu için mahkum edilmiş gibi "mazlum Erdoğan" olarak çıkmaktadır. AKP'yi kurar, Genel Başkan olur. 3 Kasım 2002 seçimlerine kısa bir süre kala, Anayasa Mahkemesi, siyasi yasağı devam ettiğinden, AKP Kurucular Kurulu üyeliğinden istifa etmesi gerektiği uyarısında bulunur. Erdoğan, istifasını verir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, bu istifayı yeterli bulmaz. O'na göre, kurucular kurulu üyesi olamayan biri parti genel başkanı da olamazdı. Anayasa Mahkemesi'ne yeni bir dava açar. Bu defa sadece Erdoğan'ın genel başkanlığına tedbir konulması değil, AKP'nin kapatılması da gündemdedir. Ancak 3 Kasım seçimleri olur ve Erdoğan'ın dediği gibi artık "Türkiye yeni bir döneme girer".
2. Raunt:
Takvimler Mart 2003'ü gösterirken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, AKP Genel Başkanı Erdoğan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna hakkında, İstanbul Belediye Başkanlığı'ndaki iddialarla ilgili soruşturma açılması talebiyle, savcılığa başvurur. Aynı anda Danıştay'a da başvurup, Erdoğan ve Gürtuna'nın, TCK'nın 313. maddesindeki, "çete" suçundan soruşturulmalarını engelleyen, 2'inci Daire kararının yeniden incelenip, kaldırılmasını ister. Kanadoğlu'na göre bu karar, "yetkisiz biçimde verilmiştir ve hukuken yok hükmünde"dir.
Bu konuda hazırladığı, hukuk literatürüne geçecek nitelikteki 133 sayfalık kararın sonunda, Erdoğan döneminde başlayan, Gürtuna döneminde de devam eden, "ihale yolsuzluğu, çete, zimmet ve rüşvet" iddialarıyla ilgili olarak, soruşturma açılmasını talep eder. Kanadoğlu'na göre, Erdoğan ve Gürtuna'nın eylemleri, "yüz kızartıcı suç"tur, bu yüzden "soruşturma iznine" tabi değildir. O suçların neler olduğunu da, tek tek yazar. Bakalım neler var:
- -İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde "ekip" oluşturma adı altında, siyasi ve sosyal bir görüşten kaynaklanan amaçla örgüt kurma düşüncesini uygulamaya başlayıp, belediye çalışanlarını görevden uzaklaştırarak, kendi görüşünü paylaşan kişileri, göreve getirmek suretiyle, örgütün çatısını oluşturdu. İfade ve bilgisine başvurulanlar, "örgütün, geleceğin başbakanını hazırlamak amacını güttüğünü" söylemişlerdir.
-Bir kamu kuruluşu olan ve İstanbul halkına hizmet etmesi gereken belediye, siyasi bir teşekkül ve siyasi geleceğe yönelik faaliyetlerin odağı haline getirildi. Örgüt konusundaki iddia ve şikayetler, basında sürekli yer aldığı halde, belediye bünyesinde soruşturma açtırmadı.
-1995'te sicilini doldurduğu İdris Naim Şahin (Halen AKP'nin Genel Sekreteri) hakkında sicil yönetmeliğine aykırı olarak, "İnançlı" ibaresini yazmıştır. Atatürkçü ve laik belediye çalışanlarının sicilleri, objektif doldurulmadığı için idare mahkemelerinde iptal edilmiştir.
-Kendi görüşlerini paylaşmayanlara, ihalelerde birçok engeller çıkarmışlar, ihaleye girecek firmaları istişare ile belirlemişlerdir. İşadamları ve esnaflardan alınacak komisyonlar için özel görevlendirmeler yapılmıştır. İhale verilen firmalardan alınan komisyondan, partiye, Kuran Kurslarına ve Milli Gençlik Vakfı'na para aktarıldığı belirtilmiştir.
-İslami Kurtuluş, Çeçen Direniş Örgütü ve Müslüman Kardeşler Ürdün Sorumlusu Türkiye'ye gelerek, İstanbul Holiday Inn Otel'de 12 Ağustos ve 15 Eylül 1995 tarihleri arasında konaklamışlar, Erdoğan'la gizli görüşmüşler, otel masrafları da Ulaşım A.Ş tarafından ödenmiştir.
En başta anlattığım, Gül'ün Çankaya Köşkü'ne seçilmesi süreci. Kanadoğlu bu süreçte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı değil ama, Onursal Başsavcı olarak rol oynar.
Bu kadar geçmişe gitmişken, Gül-Vural Savaş kavgasını da hatırlayalım. Gül, RP hakkında kapatma davası açan Savaş için, "İddianameyi savcı değil, askerler yazdı" suçlamasında bulunur. Savaş da, Gül'ün dokunulmazlığının kaldırılıp, "Devletin askeri kuvvetleri ile adliyenin manevi şahsiyetine alenen ve görevli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na görevinden dolayı hakaret" suçlarından yargılanmak üzere suç duyurusunda bulunur, ayrıca tazminat davası açar. Gül,
"Elinden bir şey geliyorsa ardına kadar yapsın. Onun seviyesine düşmeyi hiç istemem"
diye meydan okur. Bir başka açıklamasında ise, "Savcı'nın sözleri Hitler ve Stalin dönemini hatırlatan trajik bir fenomendir" der, Yassıada Savcıları Başol ve Egesel'i örnek aldığını öne sürer ve
"Bir gün kendisi de aynı duruma düşecektir"
iddiasında bulunur.
Yine aynı günlerde Gül, RP Kayseri İl Divan toplantısında, "intikam..kin " tezahüratları arasında, şunları söyler:
"Milletin okullarını kapat, inancına söv, cumhuriyet düşmanı ilan et. Gazetelerde, televizyonlarda hakaret et. Millet bunun hesabını soracak ve unutmayacaktır. Millet bu yapılan şeylerin intikamını ve öcünü alacaktır. Bizi kimse sindiremez ve yıldıramaz " (Gül "seviyesiz" hakaretinden dolayı Vural Savaş'a Haziran 1999'da 2.6 milyar lira tazminat öder. Tazminat, Gül'den icra yoluyla tahsil edilir)
Bugünün "zanlıları" ile böylesi bir geçmişi olan, içlerinde böylesine öfke ve hınç birikenlerin, güç ellerine geçince "kısasa kısas yapması" beklenmez, Ergenekon operasyonlarına "rövanş" denmez mi?
Sahi bir de Sabih Kanadoğlu'nun "teknik takibe" takıldığı ortaya çıktı. Acaba ne zamandan beri dinlenip, izleniyor. Türkiye'nin "yeni döneminden" beri mi? 367 ile eş zamanlı başlayan Üsküdar operasyonundan beri mi? Yoksa daha sonra mı? Daha önemlisi, acaba o dinleme kayıtlarının deşifresi, Savcılar dışında başka ellere de geçmiş midir?
Meyyal UYGUR, 9 Ocak 2009