BERBER
Selâmün aleyküm, diyerek dalındı içeri. İki berber, ikisi de iş başında, saç-sakal kesen berberler, öyle boş boş bize baktılar, biraz da sanki irkildiler, yanıt vermediler. Bu tür selam, bizde genellikle erkek erkeğe söylenen selamdır. Kırsal kesimde, dinsel ortamlarda çokça kullanılır.
Selam, aynı zamanda tanrı sıfatı; Arapçada, barış, iyi olma, rahatlık anlamında bir söz. Aleyküm, sizin üzerinize olsun demek. Kısaca, Tanrı’nın selamı ile selamlaşmanın adı bu söz. Son yıllarda, dinci iktidarın etkisiyle, bunların Arapça sevdasıyla, Türkçenin her konuda geriye itilmesiyle olmalı, çok kullanılıyor. Bu sözün Farsçası, merhaba. İbranicesi şalom. Selamın Türkçe anlamı, esenlik dileme. Sabah dendiyse, günaydın anlamında, birini karşıladınsa, hoş geldin demek…
Selam demeyi severim, arada sırada derim ama bugüne dek bir kez bile her yanı Arapça bir selamlama olan, ak saçlı- sakallı dedelerle özdeşleşen “Selâmün aleyküm” sözünü dememişimdir, demem de… Hani, belki anımsarsınız, TRT’nin, yandaş yayınların sevgili sunucusu, eğitimcisi(!), magazin basınının gülü Gülben Ergen’e canlı yayında bir kadın böyle seslenmişti de, olay, gazetelere düşmüştü. Gülben şaşırtmış, karşılık olarak merhaba demiş, ardından bitmez bir tartışma çıkmış, ortalık karışmıştı… Aynen öyle. Bu söz kadınlarca pek kullanılmaz. Sevilmez mi, dil alışkanlığı eksikliği mi, kadınlarımızın dillerine düşkünlüğü, ana sıcaklığıyla Türkçeyi çok sevmeleri mi, yobaz kafalara bir tepki mi, bilemem…
Neyse, “Kapa kutunun kapağını!”, sözü uzatma, içeri girerken yanımdaki yakınım berberi böyle selamladı, selamının karşılığını da alamadı. Ben gözümü açmış, öyle bakıyorum. Kim kimdir anlamaya çalışıyorum… Ana yolda, duvarda berberin levhası asılı. Ad yerine dört harf konmuş, her harften sonra nokta imi var. Diğer sözler bildik Almanca sözler. Üstü kapalı daracık yoldan içeriye azcık yürüyünce berber dükkânını görüyorsun. Boydan boya camlı her yanı. Kapısı da camdan. Burası bir berber.
Bize bu berberi salık veren de doğma büyüme buralı bir Alman kadın. Koyu milliyetçi. Biraz konuş, Hitler’i sana över, ya olmasaydı, o zamanlar Yahudilere dur denmeseydi dünya daha beter olmaz mıydı der. Bu berberin Türk olduğunu yeni öğrenmiş. Kadınlar aralarında konuşurlarken duymuş. Türk’müş bu berber. Türk berberi. Önceden telefon etmeden, gün almadan gidebiliyormuşsun, müşterisinden çok da para almıyormuş, fiyatları uygunmuş… Belki ilgini çeker diye sana söyledim dedi.
Bizim de, uzun zamandır kent merkezine gitme, oradaki Türk berberlerine saç kestirme olanağımız yok, bu bilgiden yararlanalım dedik…
Hem kadın hem erkek berberiymiş bu Türk, söylendiğine göre yardımcısı da Türk.
Bilmeyenlere kısa bir bilgi verelim. Almanya’da berberlik Türk mesleği. Hem ucuza yapıyorlar bu işi bizimkiler, hem de elleri yatkın, becerikliler, müşterileri kendilerine çekiyorlar. Kent merkezlerinde mutlaka bir sokak, Türk berberleri sokağı, bir sokak, Türk bakkallarının sokağı, Türk lokantalarının, fırıncılarının, büfecilerinin sokağıdır ötedeki bir sokak da…
İçeri girdiğimizde, kısa boylu, çelimsiz, ufak tefek, esmer, kısa siyah saçlı, Türk’ten çok Arap’a benzeyen bir berber elinde makas saç kesiyordu. Berber koltuğuna, koca yapılı bir yaşlı Alman’ı oturtmuş. Karşı duvar aynalı, hem gözle, hem aynadan iki yönlü görüyorsun herkesi. Hemen yanda azıcık daha uzun boylu bir berber var, o da esmer, elinde ustura sakal kesiyor…
Selamı almadılar, bizimle Almanca konuşmaya başladılar. Hiç beklemediğim bir anda “İyi günler” yerine söylenen, yanıtı da alınamayan bu Arapça selama olan şaşkınlığım geçmiş ki, işin özüne geliyorum, gelme nedenimize, Türkçeye dönüyorum:
“Türk berber diye buraya geldik. Kim Türk berber, hanginiz, ikiniz de mi Türksünüz?”
Yanıt vermiyorlar, sağır dilsiz pozlarında bakıyorlar. İçim cız ediyor, bunlar Türk değil. O andan sonra ben susuyorum, ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Konuşmanın, anlaşmanın bundan sonrası Almanca diliyle. Almancaları bozuk, sonradan öğrenilen dilleri olduğu belli. Arap da değiller, yoksa Arapça selama atlarlardı, ağızları kulaklarına varırdı… Ötede bir sehpa, iki üç koltuk konmuş bekleyenler için. Oturun diyorlar, oturuyoruz. Karşımızda kirli sakallı, kara saçlı, bize merakla bakan bir genç oturuyor. Arada göz göze geliyoruz, bakışlarını kaçırıyor. Hani otobüslerde karşı karşıya oturduğunuz kişilere çaktırmadan göz atarken arada yakalanırsınız, göz göze gelirsiniz, öyle oluyor…
Bizim aramızda konuştuğumuz her sözü anlıyor, bakışları ona göre anlam alıyor. Bilerek yüksek sesle berberler üzerine konuşuyorum. Dik dik bakıyor artık çekinmeden…
Bir anda karar veriyoruz. Vardığımız kanıyı, bu kocakulak duysun diye yüksek perdeden söylüyoruz:
“Hani bu berber Türk’tü. Selamımızı almadı, Türkçemize Türkçe yanıt vermedi. Bunlar bölücü, ırkçı, yayılmacıların maşası ayrılıkçılardan olmasınlar? Berber paramız eli kanlı çeteye gitmesin! Bunları biz de bilmeden beslemeyelim? Hem bu kansızlara baş teslim edilir mi?
“Berber berbere benzer ama başın Allah’a emanet.”
Oradan apar topar çıkıyoruz, cadde üzerinde ilk bulduğumuz berbere giriyoruz. Esmer, Türk görünüşlü kızın biri bizi karşılıyor, Almancası Alman gibi, kendisi de zaten Alman olmalı. Karşıda bir grup kadın. Küçük bir oğlan çocuğunu koltuğa oturtmuşlar, laga luga bir şeyler diyorlar. Küçük oğlanın saçını kesen, şişman, kara saçlı iri yarı kız buranın çalışanı. Bize dik dik bakıyor, ne gülümseme, ne selam… Biz yine aramızda Türkçe konuşuyoruz. Bölücülüğün aldığı boyutu, işe girerken, yer tutarken kendilerine Türk dediklerini, dedirttiklerini, ayrılıkçı olduklarını belli etmediklerini, ama bir Türk'le karşılaştıklarında düşmanca bir duruş aldıklarını, asıllarını, Türk kimliklerini inkâr ettiklerini… Ülkelerine ihanet ettiklerini…
“Berber saçım ak mı kara mı? Önüne düşünce görürsün.”
Biz, buradaki berber kızda da aklığı karalığı gördük. Saç kesen Alman kız, o kadar Türk’e benziyor ki, Almanca soruyoruz:
Nerelisiniz? Kökeniniz? “Almanım, “diyor.
“Türk’e mi benzettiniz. Beni hep benzetirler. Geçen yıl Türkiye’ye gezmeye gittim. Oraları çok beğendim, insanlarını çok sevdim. İnanır mısınız beni Türk sanıp hep benle Türkçe konuşuyorlardı… Yanımda çalışan yardımcım da Türk.” Kıza, “Ayla” diye sesleniyor. Uzaktan bize ters ters bakan şişman kız, kasanın arkasına geçiyor. Ta gözlerimin içine bakarak, çok çok yavaş bir sesle, yalnızca benim duyacağım gibi:
“Ben Türk değilim, ben… " O olmayan dile uyarlanan adı söylüyor, Almanca diliyle hem de…
*
Bize, ben Türk değilim, işe girerken, Türk’üm, diyor bunlar. Bu kaçıncı örnek. Ev doktorunun yanında çalışan da böyleydi. Kliniğin sahibi doktor: "Bir tercümanlık işiniz olursa raporunuzu burada çalışan Türk kızı Almancaya çevirebilir. Türkçesi en ileri derecede, onunla övünüyoruz!" diyordu. Kızla konuştuğumuzda ise, kız bizle tek sözcük etmemiş, Türkçe bilmiyorum demişti Almanca. Mağazalarda kasalarda çalışan ayrılıkçılar da böyleler… Mağaza sahibi, Türk çalışanım var diyor; çalışanı, bilerek, tek sözcük Türkçe konuşmuyor… Yaka adını görüp Türkçe konuşuyorsun, seni anlamazdan geliyor…
Bölücülük çok yol aldı… Ulusumuzu yalnızca ülkemizde ikiye bölmediler, gönülleri ayırmadılar, bu işi sinsice yurtdışında yıllardır yapıyorlar… Gençlerimizi tuzağa düşürmüşler… Bunların iplerini ellerinde küresel çete tutuyor. Siyasiler tutuyor… Bu iş seni beni aşmış, çok ilerlemiş çok…
Uzun yıllar önce, tek sözcük Türkçe bilmeyen çocuklarımıza öğretmenlik etmiştim. Siirt’in bir köyü olduğu gibi sığınmacı olarak göç etmişti. Anneleri babaları öğretmenim diye elimize sarılır, Türkçe öğretmenlerinin önünde saygıyla eğilirler, çocuğumuz Türkçe öğrensin, vatandan kopmasın derlerdi.
“Berber aynası gibi ikiyüzlü” bu bölücüler, bölücüleri koruyanlar, onları palazlandıranlar…
Kırk yılda gönülleri nasıl bulandırdılar, algıları nasıl değiştirdiler…
“Sakal bıyığa denk olmayınca berber ne yapsın?” demiş atalarımız. Yurdunu ulusunu sevenler, bu algısı değiştirilmiş kişilere bundan sonra ne diyebilirler, neyi değiştirebilirler? Ülkemizin başına bu çorap örülürken susan siyasiler yüzünden, ruhları, vicdanları satın alınan vatan hainleri yüzünden, baş tacı ettiğimiz sanatçı, yazar, gazeteci bozuntuları yüzünden, okumuş ama vatanının değerini bilememiş aymazlar yüzünden bugün böyle bizim ülkemiz…
“Başını acemi berbere teslim eden, cebinden pamuğu eksik etmezmiş…” Başımızdaki acemi berber, kendini bir bilen sayıyor, kullanıldığını anlamazdan geliyor, her yana el atıyor, el attığı her şeyi batırıyor… Cebimizdeki pamuk, yaraları saracak gibi değil; bölücülerin, Atatürk düşmanı kara yobazların yaptıkları, geldikleri yer, erkeni, geçi aynı, seçimle düzeltilecek boyutu çoktan aştı…
Bölücüler, eli kanlılar iyice azıttılar. Her gün şehit haberleri, her gün bu kanlıların yaptıkları, yaraladıkları, canını aldıkları, bombayla parçaladıkları… Canımız yanıyor… Buna izin verenlere, ülkemizi bölmeye, yayılmacılara peşkeş çekmeye kalkışanlara, toplumu bunca yıl kandıranlara lanet okuyoruz… Uyuyanları uyandırmakla uğraşıyoruz…
Masallarımızda şöyle bir tekerleme vardır:
Bir varmış bir yokmuş, diye söze başlarsın. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Develer tellal iken, pireler berber iken… diye sürdürürsün tekerlemeyi… Sonra masala başlarsın…
Bu tekerlemeyi de, düzgün konuşsun, dili akıcı olsun diye çocuğuna bir güzel belletirsin:
“Bir berber bir berbere, bre berber, gel beraber bir berber dükkânı açalım demiş…” dersin.
Bir berber bir berbere bunları demiş mi?
Yoksa dememiş mi?
Pireler niye berber olurlar masallarımızda?
Berbere, neden kuaför diyorlar ülkemizde? Kırk yıllık berber adı ne oldu da değişti?
Niye pireler berber? Develer tellal?
Berberden pire… Tellaldan deve…
Feza Tiryaki, 4 Ağustos 2015