Bir Bölücülük Öyküsü (Mezar Öyküsü)

Bir Bölücülük Öyküsü (Mezar Öyküsü)

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Mar 09, 2015 11:40

Bir Bölücülük Öyküsü (Mezar Öyküsü)


Bu bir mezar öyküsü falan değildir. İyi okuyun, dört dörtlük bir bölücülük öyküsüdür.

Gülsüm-Sami Elvan imzalı olduğuna da aldanmayınız. Bu sözleri, bu bölücülüğün daniskası sözleri, biri, her kimse, yazmış, benzetmelerle süslemiş, alın bu zehiri içirin diye de topluma sundurmuş.

“Bir mezar hikâyesi” okuttular bize bu sabah, güne başlarken. Sözüm bu öykü üzerine.

Her gün, bir gün kutlanır dünyada. Her günü paylaşmışlar, her gelen güne ad konmuş; o gün dünyaya istediklerini aşılıyor, istediklerini sezdirmeden belletiyorlar. Kim mi yapıyor bunları: Küresel çete. Ülkemizdeki kuklaları da , başka kuklaları da, parayı, gücü yöneten çete. Acıması olmayan, çıkarından başkasına aldırmayan dünyayı yöneten bir büyük baş. Aslında bu, bir büyük baş değil, bir “büyükbaş”, öküz. İstesek öküzlüğü yeneriz, buyurgan bu öküze öküzlük ederiz, höst der durdururuz, boynuzlarından yakalar, çekeriz ortalıktan da, nedense gücümüzün ayırdında değiliz…

Bugün 8 Mart. Bir iki gün öncesinden daha Cuma’dan başlatıldı kutlamalar. Neyin mi? Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün.

Günlerden de Pazar. Dünya genelinde, çalışanların dinlendiği gün. Aylardan Mart. Baharın kendini göstermeye başladığı, doğanın kır çiçekleriyle (kardelen, çiğdem, sümbül, nergis) uyandığı, soğanlı bitkilerin, soğukta, karda başkaldıran, açılan çiçeklerinin yeryüzünü ışıldattığı günlerden biri…

Sabah, gazetelerini açanları, ülkemizde her gün sürprizler bekliyor. Nereden, neler bulup çıkarıyorlar, nasıl hazırlıyorlar böyle çirkinlikleri haber diye? Güneşi karartıyor, içimize gölgesini düşürüyor, bunların bölücü haberleri. Bölücü başı, bölücü sözcüleri, bölücü yayınları, her gün gündemde. Karaçakal gibiler. Söylencelerdeki kan emici vampirlerle benzeşiyorlar. Soru soranlar, konuşanlar aynı gömlekten. Kara bulut bunlar, kara yılan, akrep, katil sevici, içleri ziftli, ağızları zehirli, insandan başka her şeyler…

Bilerek isteyerek can alan, cana kıyan, üstelik rast gele can alan, karşısına kim çıkarsa öldürmekten çekinmeyen bir örgütün yanında olunabilir mi? Bilerek isteyerek can almış bir can alıcıya saygı duyulabilir mi? Bir can almışın eli sıkılabilir mi? Yüzüne bakılabilir mi? Hepsini bırakın övgü düzülebilir mi, övgü?

Son yıllarda bu dediklerimiz bizde oluyor. PKK denilen terör örgütü bir siyasi parti muamelesi görür oldu. Akıllar durdu. İnsanlık, değerler, tüm bildiklerimiz uçtu gitti.

Önce, “Bu bir mezar hikâyesi ” adıyla ortaya atılan anlatıya bir göz atalım. Sonra eli kanlı, acımasız katil sürülerinin sözcüsü, onların destekçisi bir ayrılıkçı siyasetçinin (böyle bir anlayışla nasıl siyaset yapılabiliyorsa, buna nasıl izin veriliyorsa), bu anlatıdaki çocuk için dediklerine bir bakalım.

Berkin Elvan’ın anıldığı günde, annesi Gülsüm ile babası Sami Elvan, oğullarının mezar hikâyesini yazdı demişler haberde.

Berkin Elvan kim, bilmeyenlere, konuyla ilgilenmeyenlere anımsatalım. Gezi olaylarında (16 Haziran 2013), polisin gaz fişeğiyle başından yaralanan bir çocuk (15). Bir yıla yakın (269 gün) bilinçsiz hastanede yatıyor, denildiğine göre, on bir kiloya kadar eriyor genç bedeni, kilosu bebek ağırlığına düşüyor, 11 Mart’ta da ölüyor.

Hastane sürecinde unutulan genç çocuk, ölümünden sonra birden anımsandı. On binleri ayaklandırdı. Günlerce basının yayının dilinden düşmedi.

Bugün, 8 Mart’ta, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, üç gün sonraki yıldönümü anıldı, dünkü (7 Mart) mezarlık resimleri, mezar hikâyesiyle de gündeme oturdu.

Cumhuriyet Gazetesinde başlık: “Anne Gülsüm Elvan daha fazla dayanamadı”.

Mezarlık resmiyle, bir kalabalıkla böyle bir yazıyı görünce ne anlarsınız? Şehit annelerinden biri sanırsınız önce, “Şehit pilotlardan birinin annesi mi bu dayanamayan?” dersiniz değil mi? Dokuz günde altı pilotumuz şehit oldu. “Binbaşı Salih’in, Üsteğmen Osman Onur’un, Yasin’in, Zeynel’in annesi mi bu habere konu olan anne? İki gün önce şehit olan Yüzbaşı Mustafalardan birinin annesi mi yoksa?” dersiniz veya son günlerin en güncel olaylarından olan tecavüz kurbanlarının yakınlarını anımsarsınız. Acısı en taze olanlardan bir haber veriliyor sanırsınız.

Bunların hiçbiri değil. Yeni yapılan, özellikleri olan bir mezar üzerine dikkat çekme haberi. Anne acısından bayılmış, ölümden tam bir yıl sonraki anmada. Mezarda, resmini çekmişler. Acıyı kullanan kullanana... Ortalık ana baba günü. Herkes oraya doluşmuş. Sonra, yayınlanan bir mektup duyuru. Sonra da, yayında, gazetelerde, o günü gösteren filmler, bu ölümün birinci yıldönümü için hazırlanan bir kısa film (video). Videoyu sanatçılar hazırlamışmış. Sıra ile bir tümce söylüyorlar. Sonuçta da, iktidarı, yönetimi değil, devleti suçluyorlar. Yazmışlar:

“Ölüm ve suçlu devlet.”

Suçlu, iktidarın başı, iktidarın polisi falan değil:


“Devlet”. Videoda bu vurgulanıyor. Burada verilen, suçlu devlet algısı. Yoksa PKK ile masaya oturulmasını topluma nasıl hoş gösterebilirler? Devlet suçlu olacak ki, bir suç örgütüyle paşa paşa pazarlık edecek!

Siyah –beyaz çekimde, bir kız çocuğu soruyor: “Berkin Elvan nerede?” Sırayla, kadınlar erkekler soruyorlar:

“Rahat uyuyor musunuz?”

“Huzurunuz yerinde mi?”

“Nasıl gülebiliyorsunuz?”

“Katiller nerede? Katilleri neden saklıyorsunuz?”

“Katili biliyoruz. Adalet istiyoruz.”

Sonra şu yargıya varıyor tüm konuşan sanatçılar: “Devlet öldürdü! Halk yaşatıyor.”

Güzel kardeşim, canım, evladım, bir bak, bir dinle; baştaki sözlerinize bir itirazımız yok. Her haksızlığa karşı durulmalı. Soru sorulmalı. İyi de, neden bir kişiye? Ülkemiz binlerce şehit vermedi mi? Geçen haftayı bile yedi şehitle kapatmadı mı? Ensesinden kapısı önünde vurulan iki sivil giyimli asker, yalnızca yirmili yaşlarının başında değil miydi? Yakılan onlarca askerimiz, polisimiz, asker çocuklarımız genç değiller miydi? PKK mayınıyla parçalanan bedenler neydi? Bir otobüs dolusu sivil askerimizi tek tek kurşunlayanlardan sonra da topluma bu soruları sordunuz muydu? Yoksa, bu soruları, şimdi bu katil yandaşlarıyla birlikte yan yana durarak mı soruyorsunuz?

Sonra o yazılan mektup nasıl bir mektup? O nasıl bir mezar öyküsü? O öyküyü yazan hain elin adını da bir deseniz de bilsek?

“Berkin'siz geçen 1 yılın sonunda oğlumuzun mezarı yapıldı. Bunun için onlarca dostumuz çizim ve öneri gönderdi. Bu mezar Karadenizli inşaat ustasının, Alevi bir mezar ustasının, Kürt bir mermer ustasının, Egeli bir cam ustasının, Ermeni bir döküm ustasının, Süryani bir kesim ustasının ve bu ülkede doğmuş büyümüş genç bir Musevi kardeşimizin emeğidir. Bu mezarda 14 yaşında vurulmuş, 15 yaşında hayata veda etmiş bir çocuk yatmaktadır. Bu mezarda Anadolu toprağı ve Anadolu halklarının hüznü vardır. Bu mezar devlet dersinde öldürülmüş bir çocuğun mezarıdır.”

Buradaki bölücü vurgulamaların altını nasıl imzaladınız. İçiniz hiç mi sızlamadı, Türk ulusunu Karadenizli, Alevi, Kürt, Egeli, Ermeni, Süryani, Musevi diye ayırırken. Ermeni, Musevi sözleri ülkemizdeki azınlıkların adları. Diğerleri ise olmayan ayrımlar. Nasıl karıştırdınız bunları? Karadenizli olmak, Ermeni olmak gibi midir? Ne ilgisi vardır birbiriyle? Sonra, doğduğumuz yerin adıyla, inancın adını bir tutmak olur mu? Alevi olmak ne demektir? Bu dinsel mezhep ayrımları kimseyi ilgilendirmez, gönlümüzde kalması gereken duyguları, inançları nasıl kullandırıyorsunuz? Süryanileri nasıl ortaya attınız birden? Hıristiyanlığın bir koluyla, Egeli olmanın, Akdeniz kıyısında doğmanın, yaşamanın ne ilgisi vardır? Kürt usta ne demek? Ülkemizde böyle bir ayrım mı var? Tüm vatandaşlarımız eşit haklara sahip değil mi? Her türlü devlet olanağı herkese açık değil mi? Böyle tek tek sayarak kime hizmet ettiniz? Ülkemizin bölünmesinin taşlarını mı döşetiyorlar sizin acınızı kullanıp?

Sonra PKK yandaşlarıyla yan yana durarak, onlara devlete söz attırarak nereye varacaksınız?

Terör örgütünün sözcüsü Demirtaş yanınızda. Konuşturmuşlar: “Berkin’in intikamını almak gibi bir yaklaşım olmaması gerektiğini…” diyerek söze başlamış. Sözün boşluğuna bak. Bakışları gibi anlamsız. Türkçesinin de bozukluğuna bak. “İntikam almak gibi bir yaklaşım.” Ne demek istiyorsa, bilerek, vurgusu bozuk bozuk konuşurken. Yok, bir de intikam alın. Kimden alacaksınız? Devam etmiş: “Ama Berkin gibi evlatlarımızın böyle aleni katliamlarını durdurmak için de bu ülkede hukuku, kurumsallaşmış bir demokrasiyi hâkim kılmamız lazım.”

Bunu diyen, İmralı’daki caniye liderim, önderim diyen, koşa koşa onunla konuşmaya giden, katil başına sarılan, katili öpen adam. Böyle aleni katliamların olmaması gerekiyormuş. Senin örgütünün katliamları neydi? Yoksa katliam nedir bilmiyor musun Demirtaş?

Katliam, kıyım, kırı demek. Arapça kökenli bir söz. “Büyük küçük herkesi öldürme, kılıçtan geçirme”dir tanımı katliamın. Senin savunduğun örgüt yıllardır bunu yapmadı mı? Askerimizi kurşunlamadı mı? Köyleri basıp herkesi kurşundan geçirmedi mi? Karakolları basmadı mı? Asker araçlarına pusu kurmadı mı? Köylerde öğretmenleri kırmadı mı? Mühendisleri öldürmedi mi? Takma adı, namı, sanı, “Bebek katili” değil mi o önderinin?

Onca öldürülen can, on binlerce terör kurbanı için hukuk istemiyorsunuz, katillerin değil yakalanıp cezalandırılmasını, baş katilin salıverilmesini savunuyorsunuz, sonra bu aileyi kullanıp; “Hukuk, kurumsallaşmış demokrasi”, diyebiliyorsunuz. Öyle bir şey olsa ülkemizde, önce senin baş katilin asılırdı. Binlerce terörist de hapiste ömür boyu yatar, Hanya’yı Konya’yı, devlete silah çekmenin ne demek olduğunu öğrenirdi.

Dursun Çiçek (Albay, Ergenekon davası (!) mağduru) bile bölücülerle bugün, mezar töreninde, anmada, yan yana, bir sırada imiş. Gazetelerde yazılı: “Selahattin Demirtaş ile Dursun çiçek aynı karede.”

Ana – baba Elvanlara dönersek yine:

“Bu mezarda Anadolu halklarının hüznü vardır.” diye yazdırmışlar size o öyküyü. “Anadolu halkları”. Ne demek bu, “halkları” sözü? Halkı değil de halkları? Siz kime hizmet ediyorsunuz? Çocuğunuzun kanını kimlere kullandırıyorsunuz?

“Devlet dersinde” öldürülmüş demek ne demek? Devlete küfür etmenin başka bir türü mü bu?

Berkin Elvan’ın, en olmaması, en yazılmaması gereken hikâyesi budur diyerek yazınızı bitirmişsiniz. Evet, en yazılmaması gereken sözleri yazmışsınız. Daha doğrusu size yazdırmışlar.

Yazık. Acıdım. Yazık. Üzülüyordum, üzüntüm daha da arttı. Ülkeme yanıyorum… Bu kadar aymazı nerede yetiştirmişiz…

Basını - yayını, Cumhuriyet kurumlarını, katiline övgü düzenlere, ülkesinin bölünmesine çalışanlara nasıl teslim etmişiz?


Feza Tiryaki, 8 Mart 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x