Bir Garip Ayaz Bebek

Bir Garip Ayaz Bebek

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Ara 29, 2013 19:44

Bir Garip Ayaz Bebek


Ayaz bebeği duydunuz mu? Geçen hafta, 24 Aralık günü Konya Ereğli’de soğuktan donan bebeği. Ayazda kalan, ayazdan ölen, babası askerdeki Ayaz bebeği.

“Ayaz Bebek” ülkemizdeki yönetimi, içine düşürüldüğümüz durumu, olmayan sosyal devleti tüm çıplaklığıyla ortaya seriyordu.

Annesi ve küçük üvey kardeşi Berat’la sığıntı gibi ortada kalan bir bebek. Anası babası nikâhlı değil, yoksulluktan evlenememişler. Küçük Berat, annenin ilk evliliğinden. Ayaz, babasının ilk çocuğu. Kırk günlük daha kendisi. Anne Maviş Eşme (21), geçimi için sokaklarda kâğıt topluyor. Evlerinde, daha doğrusu ev niyetine kullandıkları tek göz odalarında doğru dürüst soba yanmıyor bu kış kıyamette, eksi yedi derece soğukta. Kaymakamlığın, iktidarın adıyla sadaka gibi, parti reklamıyla dağıttığı devletin kömürünü, bu aile devletin sözde yardım ettiği bir başkasından torbası beş liraya mı ne satın almış, ara ara evlerinde bunu yakmışlar, sokaklardan çer çöp, derelerden çalı pırpı toplamışlar, ısınmak için ne buldularsa yakmışlar. Yattıkları odanın camı kırık, cam naylonla kapatılmış.

Ayaz, Türkçe bir ad. Erkek adı olarak da kullanılır. En bilinen anlamı kuru soğuk. Açık, bulutsuz, durgun bir havadaki kuru soğuğun adıdır ayaz. Aydınlık, ışık anlamına da gelir. Ay ışıklı, yıldızlı gecelere de denir. Ayazlık, evlerin önlerindeki taraça benzeri çıkmaların adıdır aynı zamanda. “Ayaz kesmek”, ayazda kalıp üşütmek, üşümek… Çok soğuklarda kullanılan “Ayaz Paşa kol geziyor” eski deyimi, havanın birden soğumasını anlatan “ Hava ayaza çekmek” sözü, bir işten beklediğini bulmayanların dediği “Ayaz almak” “Ayazlamak” benzetmeleri, bir anda akla gelen, çok bilinen ayazlı sözlerimizdir…

Ne diyelim, boşuna nefes tüketmeyelim, işin özü, kimsesiz bırakılmış, “Ne halin varsa gör!” denmiş Ayaz’ın ailesine… Baba, vatan görevine askere alınmış da, vatanı yönetenler, vatandaşın durumunu görmemiş. Bilirsiniz, “Sonradan görmeler tepeden bakarlar… “ Ayaz gibilere öyle bakmışlar, yeni zenginler… “Ne yâr varmış, ne yaver.” yanlarında… “Sahipsiz tahtayı yel almadan sel alır.” Boşuna mı denmiş? “Kişi üst tarafına değil alt tarafına bakmalı!” ama kime diyorsunuz bunu.

“Ne soyum var, ne sayım.”

“Ne severim bademi, ne sorarım halini.”

“Ne buldum, ne yitirdim.” “Öyle baş böyle tıraş.”


Ayaz bebeğin nüfusta kaydı bile yokmuş. Halk ozanımız Yunus Emre’nin yüzyıllar önce garip doğanlara, garip ölenlere söylediği bu dizeler yeniden yaşanmış:

“Bir garip ölmüş diyeler, / Üç günden sonra duyalar, / Soğuk su ile yuyalar, / Şöyle garip bencileyin.” (yuymak – yıkamak)

Ayaz bebeğin doğumunu devlet bile duymamış. Babası on sekiz gün önce vatan görevini yapmak üzere askere giden bu çocuğu, görmezden, bilmezden gelmiş. Ne sağlık görevlisi evlerini dolaşmış, ne sivil toplum kuruluşları kapılarını çalmış… Kalabalık aile mevsimlik işçiymişler, Adana’da bu yazın tarlalarda boğaz tokluğuna çalışmışlar, fasulye, pancar toplamışlar.

Ayaz bebeğin annesi babası ailenin bir kısmıyla kışı geçirmeye Konya Ereğli’ye göçmüşler, ortak bir ev kiralamışlar. Eski bir kerpiç ev. Yıkık dökük bir yapı. Bir odası onların.

Anası emzireyim diye kalkmış ki o gece uykusundan, ne görsün? Bebeği soğuktan donmuş, çoktan ölmüş gitmiş… Kaskatı, nefes almıyor, burnundan gelen kan kurumuş, yatıyor anasının koynunda…

Anne çığlık çığlığa evdeki üvey kız kardeşini, üstteki akraba komşuyu uyandırmış. Bebeğini sarsmış, uyansın diye silkelemiş, göğsüne bastırmış, öpüp koklamış… Çok bağırmış o gece… Çok ağlamış… Daha kırk günlük Ayaz bebeğe, küçücük yavrusuna, kara saçlı, kara gözlü meleğine ölümü konduramamış…

“Başın sağlığı dünya varlığıdır.” derler. Genç annenin varlığı elinden alınmış. “Yazıdan (kader) kaçmak olmaz” mı ne dersiniz? “Yoksulluğun gözü kör olsun!”

Anne bebeğine ölüm raporu almak için devlet kurumlarına başvurduğunda olayı gazeteciler duymuş, olay haber olarak yazılmış, böylece tüm Türkiye duymuş…

Gazeteler dünyanın aynalarıdır. Türkiye’nin aynasına Ayaz bebeğin öyküsünü yansıtmışlar:

“Ayaz Bebek ayazda kalıp ölmüş.”

“Ayaz Bebek doğal ölmüş.”

“Kırk günlük Ayaz Bebek ayazdan öldü.”

“Ayaz Bebeği Yoksulluk Öldürdü!”
yazmışlar.

Vicdanı, yüreği olanların, içlerinde vatandaş olarak, insan olarak sorumluluk taşıyanların içi yanmış, ağlamışlar, dövünmüşler… Ozanımız dememiş mi?

“Söyler dilim ağlar gözüm,/ Gariplere göynür özüm,/ Meğer ki gökte yıldızım,/ Şöyle garip bencileyin.”

Şimdi bilmeyenler soracaktır: “Ondan sonra ne olmuş? Devlet ne yapmış? Ülke yas tutmuş mu? Görevliler, sorumlular, o kentte yaşayanlar, sıcak yuvalarında yoksulu kimsesizi görmeyenler utanmış mı? Bu ölüm üzerine basında yayında konuşulmuş mu? Yasalar tartışılmış mı? Bir milyona yakın Suriyeli sığınmacıya bakmasını bilen, sığınmacıları halkın parasıyla maaşa bağlayan, buna karşılık bir küçücük Ayaz bebeğe bakamayan bu iktidarın düzenine karşı çıkmışlar mı? Sıcak evlerinde bencilce yaşayanlar suçluluk duygusu duymuşlar mı? Huzurları kaçmış mı? Sorumlular, yani devlette görevini yapmayanlar cezalandırılmış mı?

Yoksa böyle bir görev yok muymuş?

“Gemisini kurtaran kaptan” mıymış ülkemizde?

“Her koyun kendi bacağından mı asılırmış?”


Bütün bu şişirdikleri sağlık haberleri, yenilikler yalan mıymış? Sağlık hizmetleri daha da betere mi gitmiş? Sağlık hizmeti ticarete mi dönmüş?

Türk Tabipleri Birliği (TTB) bunun yanıtını ertesi gün vermiş. Durumu basın bildirisiyle kınamışlar:

“Kırk günlük Ayaz Bebek, sağlık reformunun on ikinci yılında (Siz yatak odalarınızda paracıklarınızı sayarken, deste deste ayakkabı kutularına istif ederken) zatürreden, yoksulluktan, açlıktan, ayazdan öldü.” demişler.

Çanakkale’de askerlik yapan Ayaz bebeğin babası Onur Ulak’ı, komutanları olanları gazetede duyunca izne göndermişler: “Bebeğin hastaymış, git, tedavi ettir,” demişler. Cebine para koymuş, eline biletini vermişler.

Onur Ulak (21) evine varmış ki yeni doğan bebeği, “Ayaz Bebek” artık yok. Oğlu ölmüş, çoktan onu, mahalleden üç beş kişinin yardımıyla, küçücük bir tabutla yüklenip ilçe mezarlığına, karların altına gömmüşler. Komutanları onu avutmak için acı haberi saklamışlar.

Burada yine gazeteciler ortaya fırlamış. Ellerinde film makinası resimlerini çekmişler. Babanın peşinden koşmuşlar, babayı konuşturmaya çalışmışlar. Baba suskun. Anneyi de konuşturamamışlar. Üst katta oturan akrabaları Şevket Baba, onların yerine ortaya çıkıp şunları demiş:

“İşte halimizi görüyorsunuz. Bütün millet görsün!”

Böyle deyip Ayaz bebeğin kaldığı odayı, evini, eşyalarını göstermiş, evin kapılarını gazetecilere açmış. “Demir tavında dövülür.” “Yaşamış eşekte yıllanmış akıl olur.” sözleri boşuna denmemiş, komşu adam, bencillere, adaletsizlere, kötü yöneticilere dersini vermiş:

“Dışardan gelene (Suriyeli’ye) arsa, ev, her şey yardımı yapıyorlar. Biz Türk vatandaşı olduğumuzdan, çoluğumuz çocuğumuz asker olduğundan bize yardım eden yok. Bir el uzatıp bizi de tutan olsa bizde icabında geçimini sağlamayı biliriz…” Sözlerini şöyle bitirmiş: “İş veren yok! Okur yazarımız yok!”

“Yel esmeyince çöp başı kımıldamaz” der atalarımız…

Bundan sonra Kaymakam da bir görünmüş evlerinde. Olan olunca sorumlular, devletin temsilcileri sanki günah çıkarmışlar. Kaymakam yanındakilerle, gazetelere Ayaz bebeğin evinde yerde bağdaş kurup otururken pozlar vermiş… “Ev sıcaktı, üzerimdeki ceketi bile çıkardım. Yanmayan bir soba durumu yok. Kaymakamlığa müracaat yok. Vatandaş ihmali! ” demiş. “Her ilçeye gireni “X-rey” den mi ( röntgen kontrol cihazından mı) geçirelim?”

Konya’nın iktidar (AKP) milletvekili, bebeğin ölüm nedeninin doğal ölüm olduğunu, evde de kömür bulunduğunu söylemiş. Sosyal ağda (internette) böyle yazmış. Ayaz bebeğin başına gelenleri doğal görmüş anlayacağınız. Üstüne hiçbir sorumluluk almamış. O perişan, küf içindeki, nemli, kirli, duvarından sular akan, eşyasız, yoksul evde bir bebeğin yaşayabileceğine inanmış yani…

Savcı, kendisine Adli Tıp’tan gelen bilgiye göre bu ölüme zatürre demiş.

Bebeğin ölüm raporunu normal ölüm diye yazmış hekimler; bebek zatürreden ölmüş, buna normal ölümle ölmüş denir, kimse onu boğmamış, dövmemiş, sorunu uzatmaya gerek yok demişler…

*

Sonra bu olay bir masala dönmüş. Bir varmış bir yokmuş gibi olmuş… Unutulmaya yüz tutmuş… Aynı gece ise rüşvet ve dolandırıcılıktan suçüstü edilen bir büyük dolandırıcının şarkıcı eşi, yeni televizyoncu Acun’un televizyonuna çıkarılmış, ekranda gözyaşlarına boğulmuş, yavrum incinir diye üzülüyorum, eşimi tutukladılar demiş. Ekran başında milyonlar ona ağlamış. Üç yüz bin liralık hediye almışmış yılbaşı için eşine, çocuğuna, “Şimdi ben bunları ne edeceğim, yazık oldu…” dermiş.

Aynı günlerde İzmir’de askeri tersanede tamir edilen bir gemi denize indirilirken yan yatmış, on askerimiz can vermiş, on yedisi yaralanmış… Ertesi günü cenazeler kaldırılırken iktidardan tek bir üst düzey görevli gelmiş, bir de deniz kuvvetleri komutanı, ateş, ateş düşen ocakları yakmış, televizyonlarda olayın nedenleri tartışılmamış, askerlerimize sahip çıkılmamış…

Ahmet Kaya’ya
, vatan haini demeden, teröristin yoldaşı olmasına aldırmadan, aman kırdık mı onu, incittik mi yoksa diye gözyaşı döktü kimileri. Kendi ülkesi Suriye’ye baş kaldıran Suriyeli kaçaklara, elin teröristlerine yananlar, onların kayıplarına dövünenler, ölen terörist kızının babasına mektubuna hıçkıranlar, bunlara ağlarken gözlerini kan çanağı edenler, PKK’nın yanında kaçakçılık yaparken terörist grubu diye öldürülenlere feryat edenler, bunun yıldönümünü alanlarda mezarlıklarda toplanarak, topluca yas tutarak, devlete söverek ananlar var. Şehitlerine içi yanmayanlar, bir günden bir güne, teröristin kurşunuyla, mayınıyla şehit olan askerine polisine, onların geride bıraktıklarına üzülmeyenler, şehidini, yoksulunu, işsizini unutanlar, onlara yapılan anma törenlerine katılmayanlar, hainleri kınamayanlar ne kadar çok… Çalıntı paralarla vur patlasın çal oynasın bolluk, israf içinde yaşayanların ekrandaki sahte gözyaşına dayanamayan iki yüzlüler, salya sümük ota, boka, her şeye ağlayanlar gözümüzün önündeler…

İşte bunlar Ayaz bebeği de duymamışlar… Görmemişler…

*

“Adalet mülkün (devletin) temelidir!” demiş yüce önderimiz Atatürk.

“Beşikten mezara kadar bilim öğreniniz!” demiş peygamberimiz Hazreti Muhammet.

“Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yöneltilmiş bir tehdittir!” demiş dünyaca ünlü bir düşünür de…

Hırsızlara arsızlara, yetim hakkı yiyenlere de şöyle denmiş:

“Yediğini bilmezden, it yeğ.”

İnsanlığa bu söz:

“Yaşamak için yemelisin. Yemek için yaşamamalısın!”

Sosyal devletin görevini, önemini anımsatır bu söz de:

“Yemeğini komşudan bekleyen çok vakit aç kalır.”

“Bilgi bölüşüldükçe artan bir hazinedir.” sözü ta ilkçağlardan beri söylenmiş… İnsanlık bu nedenle hep ileri gitmiş…

“Her hak bir görev karşılığıdır. Karşılıksız hak yoktur.” sözü devletin, vatandaşın karşılıklı hak ve görevlerini gösterir…

“Nerede birlik, orada dirlik.” “Aşını, eşini, işini bil!” sözleri atalarımızın sözü.

Sonra halkımız, dilden dile geçen halk öyküleriyle gelecek kuşakları uyarmış:

“Körlerin ülkesinde tek gözlü kral olur.” demiş. Eklemiş: “Halk kör olunca da ülkeyi tek gözlüler yönetir…”

Unutmayalım:

“Hırsız bir çalar, iki çalar, sonunda yakayı ele verirmiş…” “Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…” denmez mi? “ Suçu toplum hazırlar.” sözü yanlış mı?

“Yedi adım yolun, bir yudum suyun hakkı vardır.”

“Yel değirmeni ama suyu nereden? ”
diye soralım ki, cihan durdukça ülkemiz dursun!

“Kapabilir misin Hacı Babanın külâhını?” “Devletli ile deli bildiğini işler.” “Bir sınadığını bir daha sınama!”

“Adam olana da bir söz yeter!”
derler:

“Artık yeter!”

Ayaz bebeklerin hakkını koruyalım!

“Ayaz bebekler ölmesin!”


Feza Tiryaki, 28 Aralık 2013
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x