Bir Tülbent de Sen Bağla!

Bir Tülbent de Sen Bağla!

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Ağu 28, 2015 17:21

Bir Tülbent de Sen Bağla!


“Fransa’nın sakin kırları üzerinde uzanan gökyüzü gibi berrak, mavi gözleri vardı.” Çocuk romanı “Fadet’in daha üçüncü sayfasında başlar yazarının ülkesini övme, sevme, başka ülkelerden ayırma sözleri. Fadet, dünyaca ünlü Fransız kadın yazar George Sand’ın (1803- 1876) romanı.

Çeviri romanlarının hemen hepsinde, eserin yazıldığı dile, yazarlarının ülkelerine, insanlarına duyduğu sevgiyi, bağışladığı ayrıcalığı görürsünüz. Özellikle Araplara, Müslümanlara karşı da nasıl önyargılı ve küçükseyicidirler, bilirsiniz…

Bodrumlu “tülbentçilerin” haberini okuduğum zamana denk geldi bu incelediğim çocuk romanındaki tümce. Mavi rengi anlatacak yazar, ne diyor, gökyüzü gibi berrak diyeceğine, Fransa’nın kırları üzerinde uzanan gökyüzü gibi…” Gökyüzü Fransa’nın kırlarında başka görünüyor. “Fransa’nın kırları” sözündeki sahiplenmeye de dikkatinizi çekerim. Bin sekizyüzlü yıllarda yazılmış bu sözler. Şu an Fransa, ulusal bir devletse, onca Arap göçmenine, içindeki ayrımcılara karşın ulusalcılıktan ödün vermiyorsa, bunu biraz da aydınlarına borçlu. Katıksızca kendi değerlerine bağlılıklarına, dil sevgilerine, memleket sevgilerine… Her ülke böyle değil mi?

Bizde yazar, Türkçe diliyle yazar, tek bildiği, kendini anlatabildiği kültür dilidir Türkçe, Türkçeyle tanınmış, ün kazanmıştır, kendisine üstelik de büyük Türk yazarı derecesi verilmiştir diğer uluslarca; sonra tutar, Türkiye’yi kötüler. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Cumhuriyet dönemini kötüleyen, kendini adam eden o altın yıllara bile içi sızlamadan 70 yıllık zulüm diyen Yaşar Kemal’e hâlâ toz kondurmazlar bizim aydınlar… Biri çıkar, Türk insanına, Türk tarihine, Türk’ün yüce gönlüne söz atar, ulusuna kötü söz söyleyerek, ülkemizde gözü olan saldırganları kutsayarak Nobel kazanmayı umar, bunu başarır da. Kendinden tek beklenilen ülkesini kötülemesidir çünkü; dilini nasıl kullanırmış, Türkçesi nasılmış, yazdıklarının yazın değeri var mıymış, onu yazar sayıp okuyan kaç kişiymiş, bunlar önemsizdir, yayılmacı ülkelerin su başlarını tutanlarca…

Sonra tutar bazıları zorlamayla yerel ağızlardan toplama dil yaratmaya, bu olmayan dile de ozan, yazar bulmaya çalışırlar. Tek yapabildikleri ise bu zavallı dilsizlerin, ülkemizi bölmek parçalamak isteyenlerin, Türkçemizde olmayan o üç harfi ha bire kullanarak bir yeni dil yarattıklarını sanmalarıdır… Şöyle bir başlığın altında yazmışlar, Türkçe: Dünya “K.rt”(!) Edebiyat Tarihi. Olmayan tarihi bulmuşlar, bu iş kotarılmış çoktan, sıra olmayan dilin edebiyatına gelmişmiş… Tanıtmışlar: “Asıl adı diye başlayıp, Fransızca harflerin üstündeki eğik çizgiyle e sesi, h yerine q sesi kullanmayla, c yerine j yazmayla bir ad yazmışlar. Yer adlarımızı da ısrarla çift ve (w) ile, iks (x) ile, kû (q) ile yazmışlar. Bu ayrıcalıklı harfler olacak ki, uydurdukları çalmaca, aşırmaca sözlere ayrı bir dil diyebilsinler…Hacı Seyit diyecekler, dil ispatlayacaklar ya, gülünç bir harf mezarlığı topağı dizmişler sayfaya. Eski mezar taşları gibi yıkık dökük, tuhaf şekilli harflerle… Kimmiş bu, Seyit, ne yazmış, dünya kültürüne ne katkı sağlamış? Bu da sorulur mu, birinin iki üç özlü söz söylemesi, bir de gözlerinin kör olması, bu nedenle bilinçaltı dürtüsüyle Aşık Veysel’e eş gösterilmesine yetmez mi? Şeyh Sait’in heykelini dikmeye kalkışan anlayış bu anlayış…

Bu olmayan dil yaratıcılarının, azılı bölücülerin yanında, bir azgın grup daha var ülkemizde. Bunlar da “barışçı”. Teröriste sevdalı. Can alıcı katillerin yoldaşları, yandaşları… Terör saldırılarına, cinayetlere gıkları çıkmaz, sonra ellerinde yafta çiyak ciyak ciyaklarlar orta yerlerde. Bir ordu insan bağırsa bunların sesini çıkaramaz… Nereye baksanız bunlardan üçü beşi bir arada… Yedi Kocalı Hürmüz’den beterdirler. Bir de yetmez üç tane, üç de yetmez beş tane, onlar da yetmez yirminin üstünde parçalı yapı istermiş bunlar. Türkiye dünyanın orta malı bu ahlak yoksunu kişilerin olmayan aklınca… Sahipsiz. Tutan bir yerini kapacak!

Bodrum’da, hepsini saydım, topu topu on üç on dört kişiler. Tam ortalarına da bir zenci adam bulup koymuşlar. Gömleği İngilizce yazılı. Kendi bellerinde de üstü yazılı üçgen bezler bağlı. Onlar tülbent diyorlar ama ne alaka… Büyük bir iş başarmışlar gibi, kalabalık imişler gibi, Cumhuriyet gazetesi başlıkta resimli haberlerini yayınlamış bunların. Haberlerde boy göstermişler, dedikleri, ne kadar anlamsız, deli saçması, hem de bir ihanet belgesi olsa da, bu sayıklamaların yayılmasına aracılık edilmiş, ülkemizdeki yandaş, bölücü, ulusal olmayan basın yayın bunlara kucak açmış…

“Barışa bir tülbent de sen bağla!” etkinliğiymiş bu. Bakın neler yazmışlarmış tülbentlerine:

“Ölmeyeceğiz, öldürmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız.”

Sana terörist saldırınca, yoluna bomba koyunca, bindiğin aracını, köyünü, evini basınca dağ haydutları, satılık terörist maşalar, bindiğin otobüsü yakınca terörist caniler nasıl ölmeyeceksin, bir söyleyiverin tatlı su böcekleri?

Sana ateş açan saldırganı sen öpecek misin? Öbür yanağını mı çevireceksin, buradan da del diye… Bir daha ateş aç, bir kurşun daha at mı diyeceksin? Ne yapsın askerimiz polisimiz? Uyurken ensesinden vurduklarında, yoluna bomba koyduklarında, karakollarına saldırdıklarında? Öldürmeyeceğim, ben ettim sen etme, yap bana istediğini mi desin gözü dönmüş yaratıklara, ey beyinsizler tayfası, ne desin?

Kimsenin askeri olmayacakmışsın. Bu sözü “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diyenlere dediğiniz belli. Yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bu vatan uğruna canını verecek, düşmana canı pahasına karşı koyacak askerleri olmasaydı sen şimdi kim bilir nerede nasıl yaşayacaktın? Yaşayacak mıydın? Vatanın olacak mıydı? Devletin olacak mıydı? Babasoyun belli olacak mıydı? Dilin olacak mıydı dilin? Hangi dille konuşacaktın? Hangi dille yazacaktın? Rumca mı? İngilizce mi? Fransızca mı? İtalyanca mı? Yoksa Ermenice mi?

En önemlisi Türkçe yazı dilin, Atatürk harflerin olacak mıydı? Türkçeni böyle sular seller gibi okuyup yazabilecek miydin?

“Gözyaşı değil barış istiyoruz.”

Emriniz olur mu diyecek acımasız teröristler size. Gözyaşı istemiyormuşsunuz, barış istiyormuşsunuz. Gözyaşı ne, barış ne? Bu iki sözün birbiriyle ne ilişkisi var? Gözyaşı ölene dökülen yaşsa, barış neyin adı?

Savaş olacak ki barış olsun iki devlet arasında. Barış istediğiniz, o bilmediğimiz gücün, varsa devletin, her neyse kafanızdaki onun adını da yazsaydınız ya. Terör örgütüyle Türkiye Devletini aynı tümcede düşünebildiğinize, aklınızı bu kadar yediğinize göre…

“Barış hemen şimdi!” yazmışsınız tülbentlerin birine. Asker –polis ülkesini, bağımsızlığını korumak için vardır. Terör örgütü ise korkutmak, yıldırmak için var… Kimden evet bekliyorsunuz? Beklentiniz terör örgütünden mi? Terör örgütü, adı üstünde, bir örgüt, yasa dışı kurulmuş bir cinayet örgütü. Neyin barışını yapacak, kiminle yapacak? Şunları şunları yaparsanız, şuraları şuraları bize yani Ermeni, Rum, İngiliz, Amerikan, İsrail… ortak çıkarlarına verirseniz, topraklarınızı, yerüstü-yeraltı zenginliklerinizi, denizinizi, ırmağınızı, dağınızı, göğünüzü gözden çıkarırsanız, egemenliğinizi devrederseniz, size pusu kurmam, sinsice arkadan vurmam, yola mayın döşemem mi diyecek eli kanlı caniler! O zaman da barış olacak demek! Ya siz savaş nedir duymamışsınız, ya bir kırıntı bile aklınız yok, tam sazansınız…

Bir de açıklamanız var: “ Barış bir annenin gülümsemesinden başka bir şey değildir.” Gerçekten aklınızdan zorunuz olmalı. Neye gülümseyecek o dediğiniz anne? Teröriste pabuç bırakıldığına mı? Vatansız kalacağına mı? Düşman çizmeleriyle vatanının çiğneneceğine mi? Şehitlerinin kanı karşılığı sınırları çizilen vatan toprağının yayılmacılara geçebileceğine mi? Çocuklarını bekleyen daha karanlık günlere mi? ? Irak, Suriye gibi olunacağına mı? 30 Ağustos Zaferlerinin bundan böyle kutlanmayacağına, ulusal bayramların, kutlu günlerin bir bir kaldırılacağına mı?

Basın açıklaması okumuş tülbentçilerden adı Deniz olanı. Baştan, kaşarlı bölücülerin hep yaptığını yapmış, sıralamış duyduğu duymadığı ne kadar köken varsa… Süryani, Alevi bile demiş. Kültürleri de katmış bu ayrıma. “ O olmayan dile uygun düşsün diye uydurulan adı diyebilmek için de, saymış babam saymış, en başa da Ermeni sözünü almış… Nerden bulmuşsa, aklına nasıl gelmişse, sonra Laz demiş, kaç kişi bırakın ülkemizde, dünyada, ben Laz'ım diyorsa, böyle diyen bir kişi bile varsa… Tatar’ı da nereden çıktıysa çıkarmışlar… Ne zaman Tatar diye birileri ayrıştırıldı ülkemizde, ayrı sayıldılar? Arap dersen son günlerde milyonla geldiler sığınmacı olarak, göz önünde göz veremi, kentlere düzensizce, ölçüsüzce gelişigüzel doluşturuldular… Eskiler zaten kaç yüz yıldır kaynaşmış, ne Araplık kalmış bunca yıldır, ne Çerkezlik… Hepsi sizin uydurmalarınız, bölücülük için başka bir toplum adı, bir yoldaş aramanız… Zaten bu saydığınız ulusların hepsinin devleti var, isterlerse gidecekleri vatanları var. Rum meselesini bu Cumhuriyet, en başta, Cumhuriyetle çözdü. Değiş tokuş yapıldı, herkes vatanına göçtü. Oradaki Azeri sözü anlaşılmıyor bir de. Azeri, Azerbaycan Türk’ü demek. Ne bu? Kafayı mı yediniz? Bir şey mi içtiniz bizim bilmediğimiz? Deyin de bir iyilik edin, ağrı çekenlere, hastalara verelim…

Şu söz ise hepsinin üstüne tüy dikiyor! Bozuk bir Türkçeyle denmiş ama ne yaparsın, bağışlayacağız…

“Seçtiğimiz siyasiler tarafından yasalarla haklarda eşitlenmek bir yana, içimize düşmanlık tohumları ekilip birbirimizi öldürmeye mahkûm edildik.”

Kim yasalarla eşit değil? Tüm vatandaşlar, yasalar önünde eşit değil mi? Kim cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekili, memur, polis, subay… olamıyor, ne isterse onu alamıyor, istediği yere yerleşemiyor?

Kimin içine düşmanlık tohumlarını ekmişler? Türk askerinin yüce gönlü dünyada destanlaşmış… Ne demek birbirimizi öldürmeye mahkûm olmak? Kışlasında askerini, karakolunda polisini, yolda giderken arabasındaki polisini, askerini kim öldürüyor? Mayıncı katiller kim? Mahkûm edildik ne demek? Sen akılsız mısın, senin hiç vicdanın, insanlığın, yasalardan korkun yok mu güvenlik güçlerine silah doğrultabiliyorsun? Sonra da elinde kâğıt, biz diyorsun? Ben de ben! Terör örgütü de! Yayılmacı maşası satılık vicdanlar de!

Son sözün evlere şenlik:

“Bizler, Anadolu coğrafyasını kanıyla sulayan kardeş halklar…”Hay maşallah kardeş halklarmış. Vatandaş hiç duymamış, Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk ulusu dendiğini, ülkemizin de bir ulus devlet olduğunu… Bu halklar sözü de kesmemiş ki tülbentçileri, devam etmişler: “…Kardeş halklar ve dünya vatandaşları olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz…

“Dünya vatandaşları!”

Türkiye’yi iyice kimliksiz, orta malı, yolgeçen hanı bir ülke durumuna düşürdünüz ve bu sözleri kimse size karşı durmadan, yüzünüze tükürmeden okuyabildiniz ya, aferin size!

Bir el atmadığınız, köylü kadınlarımızın bağda bahçede saçlarını sardığı, başı ağrıyınca alnını sıktığı, uyuyan bebeğinin yüzüne örttüğü, ölüsünü dirisini bağladığı, kıyılarını bin bir nakışla süslediği, boynuna, beline doladığı tülbent kalmıştı, onu da kirlettiniz!

Bak bir günün şehit haberleri, terör saldırıları:

“Silopi’de polise saldırı: Dört yaralı.

“Diyarbakır’da teröristlerin saldırısında bir asker şehit oldu, iki asker yaralı.”

“Cizre’de teröristler Garnizon komutanlığına ve polisin yolda giden zırhlı aracına saldırdı. Üç asker yaralı, terörist kurşunuyla yoldan geçen üç vatandaş ölü, biri de çocuk.”

“Şırnak’ta izne gelen asker evinin önünde şehit edildi.”


Bu ibretlik sözler de, akşam yayınlandı:

İHD yani insan haklarını değil, terörist haklarını koruma derneği genel başkanı, soyadı da Türkdoğan, Yüksekova’daki durum, dünkü terörist saldırıları için şunları demiş:

“Bir an önce askerlerin kışlalarına, polislerin karakollarına geri çekilmesi ve bu çatışmayı sona erdirmesi…”

Yani, ülkemizde, asker –polis, devletinin güvenlik gücü sayılmayacak, meydanı çetelere, teröriste, silahlı haydutlara bırakacak, halkı teröriste teslim edecek, kısaca hapis kalacak kurum binalarında. Bundan sonraki sözler çok ilginç çok… Gelinen durumun, bu zihniyetin içyüzünü göstermesi bakımından kulaklara küpe sözler. Bakın siz, ne diyor “Türkdoğan”, eğer silahlı militanlar varsaymış, yani asker ve polis kendi kendini vurmuyorsa, kendi aracına silah atmıyor, kendi karakoluna basmıyorsa imiş:

“Eğer gerçekten silahlı militanlar varsa, onların da çekilmesi…”

Demin televizyonda, bir çeviri filminde polis yakaladığı suçluya bağırıyordu:

“Sana yere yat dedim pislik!”

Ne diyordu yurtsever yazar?

“Fransa’nın sakin kırları üzerinde uzanan gökyüzü gibi berrak, mavi gözleri vardı.”

Sanırım birileri, Türkiye’nin sakin kırları üzerinde herkesi derin bir uykuda sanıyor… Taşlar bağlanmış, köpekler salınmış…

Unutmayın, bu yıl yine 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanmıyor, bunun için iktidar genelge yayınlamış. “Son günlerde meydana gelen terör olayları nedeniyle…”

Teröriste boyun eğiliyor, istediklerine kavuşturuluyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanları sevindiriliyor! Yanlış anlaşılmasın, bayram ertelenmiyor, kutlama kaldırılıyor, bu bizi Cumhuriyete götüren, bağımsızlığımıza kavuşturan en büyük asker bayramının, ulusça meydanlarda, geçit törenleriyle, konserlerle, eğlencelerle kutlanması birkaç yıl arayla yeniden yasaklanıyor. Şehitler nedeniyle olsa, inancımıza göre, şehitlerin ruhu böyle kutlamalarla sevinmez, huzura kavuşmaz mı?

“Terör olayları nedeniyle…”

Böyle gidilirse ulusal bayramların tümden kalkması yakındır…

Bir tülbent de biz mi bağlasak belimize ne yapsak?

Feza Tiryaki, 28 Ağustos 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x