BİRİ YALAN BİRİ GERÇEK

BİRİ YALAN BİRİ GERÇEK

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Mar 28, 2015 23:33

BİRİ YALAN BİRİ GERÇEK



Günümüzde, düşmanına sevgi duymaya yönlendirilen, bu konuda içten, dıştan baskı gören, algısı değiştirilmeye çalışılan yeryüzündeki tek çağdaş ulus biz olmalıyız.

Yabancıları üstün görürüz kendimizden, dillerini de kendi dilimizden üstün sayarız. Bizi uzun yıllardır böyle düşünmeye zorluyorlar.

Tarihi dizilerle, filmlerle algımızı yönlendirmeye çalışıyorlar. En çok sarıldıkları tarih, bu algı değiştirme işinin başlangıcı, Çanakkale Zaferi, 1915 yılı, kısaca yüz yıl öncesi.

Anlı şanlı yönetmenler, son yıllarda kaç Çanakkale filmi çevirdiler. Neredeyse hepsi algı değiştirtmeye yönelik filmlerdi. Türk ulusuna yüce önderini unutturmak. Tek, Turgut Özakman filmi bunlardan ayrı. Bu filmlerden biri, İngiliz askerinin mektubundan çıkarılan öyküydü. Bir diğeri, İngiliz ordusunda, diğeri Türk ordusunda asker olan iki hayali kardeşten yola çıkılan film. Bu iki kardeşin annesi İngiliz kadınını neredeyse azize yapma, saldırgan İngiliz’i haklı çıkarma, buna karşı vatanını koruyan Mehmetçiği aşağılama öyküsüydü. Daha geçenlerde Türkiye Cumhuriyeti adını değiştirelim, yeniden Osmanlı yapalım diyen yönetmen Sinan Çetin’in son numarasıydı bu çirkin film. Bereket fazla ses getiremedi, pek izlenmedi. Bu konuda kafa yıkayanların en son filmleri, Atatürk adı geçmeden çevrilen “Son Mektup” adlı bir Çanakkale öyküsü… Seyretmeyin, bu filmi çevirenlere para kazandırtmayın, yaptıklarına pişman edin deniyor ama kim dinler ki?

Okullara genelge gönderilmiş. Bu filmi çocuklara, gençlere zorla seyrettiriyorlarmış. Anımsayınız bunu daha önce de yaptılardı. Atatürk’ü kötüleyen Mustafa adlı filme yine böyle çocukları zorla getirtmişler, hem paralarını almışlar, hem de çocuklarımızın belleklerini karıştırmışlardı…
*

Çanakkale’de bu yıl son tangoyu oynayacaklar.

Belirtileri aylar önceden görüldü.

Çanakkale üzerine hazırlanan tuzakların en etkilisi ve benimseneni Atatürk’ün Şükrü Kaya’ya okusun diye verdiği ileri sürülen ama aslında gerçek olmayan, yalan olduğu ortaya çıkan, o pek ünlü konuşma metni.

Bu sözler, yalan. Öyle bir konuşma yapılmamış. Gerçek, bu sözlerin uydurma olması.

Yüce önderimiz yaşarken bu konudan hiç söz edilmemiş. Ta seksenlere kadar da hiç üzerinde durulmamış. Ne ders kitaplarında adı geçmiş, ne Atatürk’ten anılar anlatanların birinin dilinde, yazısında, söyleşisinde geçmiş. Varsa gösterin. Şurada, yazılı deyin. 1931’de Şükrü Kaya, Büyük Taarruz’un yıldönümünde, o yaz, Çanakkale’de imiş. Orada gömütlükte yapılan anma töreninde Mehmetçiklere seslenen bir konuşma yapmış. Hepsi bu kadar.

Bu konuyu ayrıntılarıyla önceki yazımda işlemiştim.

"Yalan davulu" durmadan çalıyor. Bari yalanı oranlayıp söyleselerdi.

“Yalanı söylemeli ama kubbesiz bırakmamalı.” derler. Burada Şükrü Kaya’nın sözlerinden kubbe örülmüş. Örülen kubbe de fazla dayanamamış, çökmüş.

Bu sözler, yalan çıktı. Yalan, uydurulan söz. Yalan yakalanıyor. Sözün yalan dolan olduğu, aslı astarının olmadığı anlaşılıyor. Yine de, yalana şerbetliler, birinin yalancısı olmaya devam ediyorlar…

Bu yalan, inanılmaz bir biçimde herkesin etine kanına kadar işlemiş. Durmadan bu yalan sözler yineleniyor. Hem de bunu yineleyenlerin çoğu, Atatürk’ü övdüğünü sanıyor, yalan dolmayı yiyor. Bir yan, bilerek saptırıyor gerçeği. Bir yan, bilmeden bu saptırılan gerçeğe ha bire katkı sağlıyor…

“Yalanı oranla söyle.” Bu söz, “Yalanın üstü biberlisi.”

Nisan’da, yine Anzaklar gelecekler. Sizin atalarınızı öldürdük, biz kahramandık diye diye ülkemizde çalım satacaklar. Yüzüncü yıl için özellikle çağrılanlar - bunların içinde, Ağrı’yı almayı gençlerine bırakan, toprağımızda gözü olan Ermenistan Cumhurbaşkanı da var - çağrılmayanlar, yüzlerce, binlerce kişi gelecek Çanakkale’de savaş alanlarına. Hepsi kendileriyle onur duyacak. Çanakkale’yi almaya gönderdikleri askerlerini gözümüzün önünde kutsayacaklar. Bu yetmeyecek, yalan sözler yeniden piyasaya sürülecek. Atatürk dedi yalanı yinelenecek. “Yalan söz”, gelenlerin yüzlerine de söylenecek. Zaten Avustralya, Yeni Zelanda anıtlarına 1980’lerden sonra kazınmış, taşlara yazılmış bu yalan. 25 Nisan’da, yeniden, saldırgan ülkelerin temsilcileri onurlandırılacak, arsızlıkları, istekleri bir adım daha ileriye taşınacak…

Şimdi yeniden bir durum değerlendirmesi yapalım. Atatürk bir konuşma metni hazırlasa, birine oku diye verse, böyle bir şey yaptığını hiç duymadık o ayrı, okuyan nasıl okur? Kutlamalarda gönderilen telgraflar, bildirimler nasıl okunuyor bilirsiniz. Önce kimden okuyacağını belirtirler. Okuyup bitirince de aynı şekilde, örneğin o zamanki dille, Reisicumhur Hazretleri Gazi Mustafa Kemal diye sözü bitirirlerdi değil mi? En başta mutlaka söylenir: ”Sizlere bir mesaj getirdim.” denilir. Sonra okunur. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ikisini de yapmıyor. Demek ki eline verilen bir konuşma metni yok. Böyle yapmadığı gibi konuşmasında yüce önderimizden Türk'ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal, diye söz ediyor. Atatürk, bir konuşma yazsa böyle mi yazar? Kendinden böyle söz eder mi? “Türk’ün büyük ve sevgili evladı sözünü ancak bir başkası söyler. Burada da zaten İçişleri Bakanı Şükrü Kaya söylemiş. Ertesi gün gazetelerin yazdığı habere, Şükrü Kaya şunları dedi diye başlanmış.

Sonra bu kadar önemli sözler söylense o konuşmada, düşman askerine kahramanlar diye seslenilse, bir de bu sözler, yüce önderimiz, Mustafa Kemal adıyla söylense, o dönemde yer yerinden oynardı. Oysa biliyoruz ki, Avusturalya’da, savaş sonrası (1927), Türk askerini küçümseyen, Türk bayrağını çiğneyen bir Anzak heykelciği dikildi, onların savaş müzesine kondu, günümüzde de müzede duruyor, izleniyor. Anladığımız kadarıyla, Avustralya ve yeni Zelanda askerleri (Anzaklar), yıllar sonra kulaklarına fısıldanan bu sözleri çok sevmişler, birazcık da(olacak o kadar) değiştirerek her yana yazmışlar. Bu arada şunu da unutmayalım, bu sözler bile bu çirkin heykelciği ortadan kaldırmalarına, saklamalarına yetmemiş. Türklere kinleri sürmüş.

1970’li yıllara kadar, bu sözlerden kimsenin haberi olmaması, yalanı ortaya çıkarmıyor mu? Demek ki Atatürk, o konuşmayı yapmamış, yaptırmamış. Orada, o gün (1931) yalnızca Şükrü Kaya kendi adına konuşmuş, konuşma metnini okuyunca da, bambaşka sözler söylediğini anlıyoruz. Sözleri çarptırılmaya açık, bunu da belirtmeliyiz.

Bu değiştirilen konuşma, daha doğrusu uydurulan söz, yalan söz, şöyle. Önceki yazımda tümünü bilerek yazmadım. Yalana ortak olmak, bir kez daha kulaklara doldurmak istemedim. Şimdi, bu yalanı, bilmeyenlere son kez duyurmak, gözleri kapalı buna inananların gözlerini açmak adına yazalım:

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır!”

Kimilerine bu bile az gelmiş. Burada, kahramanlar sözünden Türkler anlaşılır diye endişeye kapılmış olmalılar ki, bu yalanı yayanlar, seslenişe, saldırganların ulus adlarını da yazmışlar:

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Hintli kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız…”

Yalan, bu durumuyla da yalancılara yetmemiş, sözleri yeniden değiştirilmiş.

Aşağıdakine benzer sözler de, bu yalanın ardına hep eklenir nedense:

“Savaştığı emperyalist düşmanlarına böyle anlamlı ve insancıl sözler söyleyen başka bir lider yeryüzünde yoktur.”

Geçmişteki yinelemelere bir kulp bulunabilir, özrümüz olabilir ama günümüzde aynen, bir an duraksamadan bu yalanı söylemeye devam edenlere ne diyeceğiz?

İşin kötüsü, yalan çoktan ortaya çıktı, Cengiz Özakıncı adıyla, o geçmiş günlerin gazete haberleri yayınlandı. Haberlerdeki konuşma metniyle, Atatürk’ dedi denilen sözlerin arasında bir ilgi olmadığı ortaya çıkarıldı, bu gerçekler geçen ay yeniden basında yayında söylendi, yine de “yalan sözler” yaşıyor, “yalan” yaşatılmaya, yalan sözlere inanılmaya devam ediliyor.

En son Çanakkale Belediye Başkanı, Çanakkale’deki törende, bu konuyu duymamışçasına eski tas eski hamam örneği şöyle haykırmadı mı? Yetmedi, bu sözlere bölücülük çağrıştıran sözler eklenmedi mi?

“Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’e sesleniyorum.
Sen mektubunda düşmanların evlatları için “kahramanlar” diyensin, onların annelerine “gözyaşlarınızı dindirin” diye seslenensin.
Ve sen onları da evlat bilip, bu toprağı dost diye tanıtansın.
Biz senin gibi hoşgörülü olamadık.
Bu vatanda herkesi kucaklayamadık.
Değil yabancı anaların gözyaşlarını dindirmek, kendi analarımızın bile gözyaşlarını durduramadık.”

Cengiz Özakıncı istediği kadar yalanı göstersin, duyanlar, akıl yürütenler, Şükrü Kaya’nın gizlenen konuşmasını okuyanlar, istediği kadar bu sözler Atatürk’ün sözleri değil, Şükrü Kaya’nın sözlerinin yıllar sonra değiştirilmiş, çarpıtılmış durumu desin, bir şey değişmiyor.

Şükrü Kaya’nın aşağıdaki sözleri, nasıl değiştirilmiş, sonra bu yalana kanıtsız, belgesiz herkes nasıl inandırılmış akıl sır erdirilecek gibi değil:

“Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz.”

Yayılmacı, saldırgan düşman askerlerinin mezarları gösterilerek, “Orada yatanları da takdir ederiz.” denmesinden yıllar sonra, bu sözlerden pay çıkarmış, yalanı bu temel üstüne kurmuş olmalılar.

Bu sözlerden sonra denilenler şunlar ve nasıl değiştirilmiş, bir düşününüz.

“Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakârlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. Tecavüz etmiş olanların abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat’i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz.”

Kısaca, burada Şükrü Kaya, karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakârlığını uygarlık tarihi daha insani bulacak, takdir edecek, bunu geleceğe bırakıyoruz, demiş. Şu ayrımı yaparak, bu tuhaf sorunun yanıtını zaten orada vermiş:

“Tecavüz edenleri mi, vatanını müdafaa eden kahramanları mı?”

*
Susarsak, bu sözleri bilerek, bilmeyerek yayanları eleştirmezsek, uyarmazsak yalanı duymayanları, bu yalan yayılmaya devam edecek. Hiç bitmeyecek. Unutulmasın:

“Yalancıdan it yeğ.”

En azından, iş işten geçmeden, şimdiden, Nisan’da, Anzakların o ünlü şafak ayinlerinde, atalarımızı öldürmelerini, vatanımıza saldırmalarını kutsal bir işmişçesine anmalarına ses çıkarmama, yabancı gezginlerden üç beş kuruş kazanma adına aşağılanmaya göz yumma gününde, törenlerde, Çanakkale’de bu yalanı okumaya hazırlananlar varsa, onları şimdiden uyarmalı değil miyiz?

Yalana yalan, gerçeğe, gerçek denmez mi?

Yalancı kim? İşittiğini söyleyen!

Yalan, bu kadar uzun süre yaşatılır mı?

Feza Tiryaki, 27 Mart 2015
Ek:
http://forum.kanka.net/showthread.php
http://www.meteakyol.com.tr/…/gercekleri-anlamak-icin-sorgu…
http://ankhukuk1.blogspot.de/search
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x