Bitmemiş Ardıcın Dibinde, Doğmamış Bir Tavşan Yatıyor

Bitmemiş Ardıcın Dibinde, Doğmamış Bir Tavşan Yatıyor

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş Haz 15, 2011 21:29

Bitmemiş Ardıcın Dibinde, Doğmamış Bir Tavşan Yatıyor

(Olan ve olacakların halk diliyle anlatımıdır)

Ey aziz cemaat,

Vaktiyle biz üç arkadaş idik.
Birimiz kör, birimiz topal, birimiz de çıplak!

Karar verdik: Üçümüz bir ava gidelim. Geyik avına. O olmadı tavşan avına:
Ve lâkin avda tüfek lâzım. Bizde tüfek yok.

Kör dedi ki: “Vaktiyle ben bir tüfek görmüştüm komşu köyün birinde. Gidelim getirelim.”

Gittik baktık: Üç köy. Birisi viran miran, birisi terkedilmiş, birisi temelinden yok.
Gittik temelinden yok köye. Köyde üç yapı:

Birisi yıkık mıkık, birisi yanmış yıkılmış, birisinin daha temeli atılmamış.
Temelsiz eve girdik. Duvarında üç tüfek asılı:

Birinin kundağı yok, birinin namlusu yok, ötekinin çakmağı yok.

Üçümüz üç tüfeği aldık. Birisini pekmez ile, ötekini yoğurt ile, berikini katran ile doldurduk.
Tüfekleri omuzlayıp “Allahaısmarladık” dedik, yola çıktık.

Kör diyor ki: “Önde ben gideyim. Gözlerim gayet keskindir.”
Topal diyor ki: “Önde ben gideyim, iyi yol yürürüm.”
Çıplak diyor ki:” Önde ben gideyim, dağların tepesine çıkayım, çünkü çıplağım üşümem.”


Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik…
Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçtik…

Çıktık bir dağın başına. Kör dedi ki:

“Durun!”
“Ne oldu? “dedik. Dedi ki:

Bitmemiş ardıcın dibinde, doğmamış bir tavşan yatıyor.

Kör, nişan aldı, tavşanı devirdi. Topal, seyirtip getirdi.

Sorduk: “Bunu kim götürsün?”
“Çıplak koynuna koysun götürsün!”

Çıplak tavşanı koynuna koydu. Gide gide vardık. Bir duvar dibi: Dibinde üç nine yatıyor. İkisi ölmüş. Birinin canı yok. Cansız nine:

“Ne var yavrum?” dedi.
“Nine, bize lâzım bir kazan.”
“Mutbağı yoklayın, “dedi. Mutbakta üç kazan:

İkisinin kenarı kırık mırık, birinin dibi yok.Topal, dipsiz kazanı getirdi.

Nine dedi ki:

“Buna sacayağı lâzım.” Topal gitti baktı: Üç sacayak:
İkisinin ayağı kırık mırık. Birisinin hiç ayağı yok.

Dipsiz kazanı, ayaksız sacayağının üstüne oturttuk, doğmamış tavşanın derisini yüzdük, etini doğradık, kavurma yapacağız...
Yedi gün yedi gece pişirdik. Bir gece uyumuşuz, tavşanı kaçırmışız…

Uyandık baktık: Dipsiz kazan taşmış, yediden yetmişe herkes başımıza toplanmış…

“Daldırın kaşığınızı!” dedik. Hepimiz kaşıklarımızı doldurduk…Herkes doydu…
Hiç kimsenin dudağına bir şey değmedi, karnına bir lokma girmedi…

***
Ey aziz millet,

Vaktiyle biz üç arkadaş idik.
Birimiz halkçı, birimiz millîyetçi, birimiz hem dinci, hem sermayeci.


Memleketi yönetmeye karar verdik. Seçimlere girdik.
Seçimlerde parti lâzım. Parti kurduk.

Cumhuriyetin kuruluş ilkeleriyle hareket etmemiz lâzım. Kanunlarımız böyle söyler.
Baktık ki, Atatürk ‘ün ilkeleri terkedilmiş, yıkılmaya bırakılmış.
Cumhuriyetin temelleri kalmamış…

Birimiz altı oku terketti.. Diğerimiz millîyetçiliği tam koruyamadı, ötekisi paraya, düşmana, güce esir oldu. Atatürk düşmanlığı aldı yürüdü…
Cumhuriyeti tam anlamıyla koruyan parti kalmadı. Birini bölücüler doldurmuştu, birini kasetlerle düzmüşlerdi, biri de milletini yabancıya peşkeş çekmişti…Bir de “Güçbirliği” mi ne, bir birlik oluşturmuşlardı, haksız yere hapse atılanlar, esir alınanlar; ama millete gidemediler, seslerini duyuramadılar.


Ulusal çıkarlarını korumayan, satılık, soysuz gazete ve televizyonların yardımıyla vatandaşa değil, yabancıya hizmet eden sermaye partisi, vatandaşın cebini borç aldığı ve borç verdiği paralarla doldurdu. Kredi ile borçlandı, milleti borçlandırdı…

Diğerleri:”Beni seçin , bana oy verin !”diye meydanlarda bağırdılar, dolaştılar, çırpındılar. Ama olacakları, tehlikeyi açık açık söylemediler...

Halkçı parti dermiş ki, ben yeniyim, değiştim, sermaye partisinden daha iyi Avrupaya, Amerika’ya hizmet ederim, belediyelere özerkliği getiririm…
Millîyetçi parti demiş ki: Bu kasetler tuzak, bizsiz meclis istiyor bu satılıklar. “Ne mutlu Türküm diyene!” de buluşun! Bizim geçmişteki hatalarımızı unutun…


Vatanı satan dinsiz imansızlar demişler ki: “En tepeye beni çıkarın. Benim vatanım milletim yok, satarken üzülmem! Vicdanım çıplak, ben üşümem!”

Derken seçimler olmuş. Yalan dolanla, hile düzenle, bin bir oyunla, ayınla gayınla olanlar olmuş…

Sandıklar açılmış, içinden vatanın milletin idam kararı çıkmış. Yedi düvel elini ovuşturmuş. Yiyeceği ballı böreklere, kapacağı, yutacağı akçalı yerlere ağzı sulanmış, tutamamış salyasını akıtmış…

Hainler düğün dernek kurmuş, üstü kanlı çaputunu sallamış. Cellâdının affını istemiş…Aramıza gelsin, öğretmenimiz olsun, canına kıydıkları canlar canimize helâl olsun…demiş…

Meclis kurulmuş. Millete nişan alınmış. Halkını sevenler haykırmış:
“Durun, bu millet bunları bilmiyor, görmeden, duymadan, bilmeden size oy verdi!”


Sonra millet demiş ki:

“Sizin bu kurduğunuz tuzak ancak gâvurun işine yarar. Bu istediğiniz olmayacak bir hayal!”

“Bitmemiş ardıcın dibinde, doğmamış bir tavşan yatıyor.”
“Türkiye Cumhuriyetini bölmeye, temelini yıkmaya kimsenin gücü yetmez!
Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”

Meclisteki üç partiden bazıları, içlerindeki millîyetçiler dışındaki üç partinin satılmışları, hep birlikte vatanın birliğine, bütünlüğüne ateş açmışlar.

Biri, anayasada Türklük kalksın, demiş. Biri, Türklüğe artık gerek yok, demiş. Biri, Kürt demedim ama Türk de demedim, demiş. Millîyetçi bir avuç vekil Atatürk’ün Meclisi’nde yapayalnız kalmış.

Sormuşlar: “Bu kararı kim halka götürsün?”

“Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı , büyük padişahımız varken bu iş bize düşmez,” demişler. “Alsın halkın idam fermanını koynuna koysun götürsün.” Yakışır, padişahımıza(!) ancak bu yakışır…”

Halka gidilmiş. Anamıza, atamıza sorulmuş:

“Devletin elden gidiyor, görmüyor musun, uyan artık!” denilmiş. “Uyan derin uykundan! “

O zaman millet bağırmış:

“Bize bir çare! Bize bir kahraman!”
Milletin arasına girilmiş, el ele tutuşulmuş.

Ninemiz bağırmış:

“Atatürk ne yaptıysa onu yapın! Geçmişimize bakın!”

Dümenciler, yine aynı dümeni yapalım, demişler. Ortaya hileli sandığı tekrardan çıkarmağa kalkmışlar.
Derken, “bir yanı yalan, bir yanı dolan” bir sandık çıkmaz mı yeniden ortaya?

Eşbaşkan demiş ki: “ Bu dediklerimize milleti ikna etmek, inandırmak, milletin eliyle bombayı fitillemek lâzım.”

Vatan millet düşmanları el ovuşturmuşlar, göz kaydırmışlar, gerdan devirmişler:

“Milleti kazanın içine oturttuk, kazının altını yakıp hepsini bir güzel kavuracağız…Kurda kuşa yem edeceğiz!..”
Dümenlerini saklayamamışlar artık paragöz hainler…Yeni yalanlarla, bölücü hainlerin gösterileriyle, kudurmuş köpeklerle ortalığa saçılmışlar.

Sonunda ne olmuş dersiniz?

Sordum anlattılar:

“Halk bu kazanda pişen yemeği yemedi. Kazana girmedi. Tuzaktan kaçtı kurtuldu.” dediler.

Uzun mücadelelerden sonra baktık ki ortalık yatışmış…Kim hırlı kim hırsız , kim arsız kim yolsuz ortaya çıkmış, takke düşmüş, kel görünmüş! diye anlattılar. Sonra şöyle dediler:

“Tekrar başladığımız yere döndük, Cumhuriyetimizi yeniden kurduk…”

Giden gitti, kalan sağlar bizim oldu…
Olan, büyük acılar çeken milletimize oldu…”

Feza Tiryaki, 15 Haziran 2011
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x