BÖLÜCÜ ŞİİR DİNLETİSİ

BÖLÜCÜ ŞİİR DİNLETİSİ

İletigönderen Feza Tiryaki » Sal Oca 17, 2023 14:14

BÖLÜCÜ ŞİİR DİNLETİSİ

Çok yeni moda bir söz bu, şiir dinleme değil, “şiirin dinletisi.” Dinleti, konser demek. Eskiden şiir akşamları olurdu, şiirler okunan. Bu, dinleti. Şiir dinletisi denilince akla gelen, arkadan çalınan ezgiler eşliğinde insanı oradan alıp başka dünyalara getiren dizeleri bir salonda hep birlikte dinlemek… Atilla İlhan’ın kendi sesiyle müzik eşliğinde okuduğu o eşsiz şiirleri gibi. Ekşi sözlük yazıcıları, şiir dinletisi sözünü çözmüşler; “Çağımızın toplu bir işkence yöntemi. Duygulanmaya şartlanmış bir grup insan bir odaya doldurulur…”diye başlayıp anlatmışlar.

Günler öncesinden duyduk, CHP Yurtdışı örgütlenmelerinden Hannover Birliği bir şiir etkinliği düzenlemiş. Şair Şükrü Erbaş ve yerel şair Gökmen Sambur kendi şiirlerini okuyacaklarmış.

Şükrü Erbaş adını nasıl olduysa, Refik Durbaş anlamışım. Son ana kadar hep öyle sandım. Refik Durbaş, bizim kuşak hızlı solcularının sevilen şairiydi, sonra baktım, dört yıl önce ölmüş. “Çaylar Şirketten” dendi miydi, mırıl mırıl okurlardı bu uzun şiirini, sevenleri, kederlenerek… Her bölümü, “Aslen Urfalıyım diye başlayan bir şiirdi. “Barış Koyun Çocukların Adını”, diğer ünlü bir şiiri. Barış der başka şey demezlerdi Sovyet hayranı solcularımız, ver ne istiyorlarsa, savaşma, barış! Meğer gelecek olan şair, o değil, adın kulağa geliş tınısı tıpkı ona benzeyen Şükrü Erbaş imiş. Duyurudaki diğer adı da (Gökmen Sambur) hiç duymamıştım, birkaç şiirini, yazısını buldum okudum hemen, durumu anladım…

Bir yazısı (Bu kan dinmeli) şöyle:

“… Milletim dersin, dinim dersin,
Vatan millet sakarya zehri gözlerini, vicdanını kör eder, ama üç gün greve, bir gün sokağa cıkmazsın, bunlar için, hakkın için, adalet için, yaşanabilir eşit bir ülke için öldürülenler, katliamlarla yok edilenleri terörist diye birde suçlarsın.”

Bir kesim, bir zamanlar ulusal sözlerle seslenenlere, geçti o sözlerin modası anlamında, “vatan millet Sakarya” diyenler diye alay ederlerdi. Kurtuluş Savaşı’nın en kanlı, en uzun süren, Yunan’ı durduran, Fransız’ı korkutup işgalden caydıran, Atatürk’ün yönettiği bu büyük savaşı alaya alırlardı. Yurtdışında büyüyen bu genç adam da, bu sözlere zehir benzetmesi yapmış. Türk ordusunun ayağa kalkışının, düşmanı ezmesinin simgesi sözlere. Teröristleri savunmaya bakın satır aralarındaki. Eşit bir ülke için öldürülenler ne demek? Ne eşitliği bu? Eşit olmayan ne? Sonra o kadar hızlı bir solcu ki, Atatürkçüleri, komünist olmayanları (bizde eski komünistlerin neredeyse hepsi bölücüdür, sol, bölücülükle kaynaşmıştır, ayrılmaz ikilidir.) barbarlıkla suçlayabiliyor:

“Bu kan bu savaşlar senden uzak sanırsın.
Değil; ne senden uzak nede sensiz, kanına ihtiyaçları var kanına.
Ya barbarlık ya sosyalizm.”

(Alıntıyı Gaziantep bilgi ağı gazetesinden kopyaladım, yazım yanlışlarından sorumlu değilim.)

Yine aynı gazetede o ünlü eski vekil Mahmut Alınak bölücülere şöyle seslenmiş yazısında:

“İhtiyacımız olan tek şey, inanç, cesaret ve kararlılıktır. Devrime gebe günler bizi bekliyor.”

Devrim dedikleri de, ulus devletimizi bitirmek. Cumhuriyetimizi yıkmak, dönüştürmek, küresel çeteyi sevindirmek, etnikçi maşaların başını göğe erdirmek…

*
Neyse biraz gecikerek de olsa ilk bölümdeki konser bitmeden oraya vardık. Türk Halk müziği ile başlamış program. Çağdaş Mahzuni çalıp okuyormuş, kendisine sazıyla Yusuf Akdemir eşlik ediyormuş.

“Vur sazındaki tellere /Nağmeler gelsin dillere /Sazın sırdaştır derdine/Ondan sana kemlik olmaz /Doğru yolundan şaşarsın /Naçar hallere düşersin”

O arada sahnede bir anı anlattılar:

“AKP iktidarı kalırsa ne olur?” sorusunu yanıtlayan bir anı fıkra.

Emlakçıda geçiyor. Bakmış daire on metrekare, fiyatı 3500 lira. İçine bir yatak konmuş, bir yanı bir duvara, diğer yanı öte duvara dayalı yatağın. Emlakçı, bu daire kaçmaz diyor. Sonra sorunun cevabı veriliyor. AKP iktidarda kalırsa bu daire 7000 lira olur, başka bir şey olmaz.

*
“Arzuhâl eylesem yar yar deftere sığmaz! Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim...”deyişi geliyor konuşmanın ardından.
“Talip gelmez oldu Pir nefesine / Elin alıp gitmez oldu yazına”

Neşet Baba’yı yâd edelim mi (analım mı) diyerek “Ayaş Yollarında’ya” başlıyorlar.

“Ayaş yollarından aştım da geldim/ Boyunu boyuma ölçtüm de geldim/Güzeller içinden seçtim de geldim” Sonunu şöyle bağlıyorlar:
“Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek /Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek/Bana ettiklerin az mı gelecek”

Tam burada “Şairleri anınca Sabahattin Ali’yi anmadan olmaz!” denmez mi?

“Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma!”/Ağladığın duyulmasın/Aldırma gönül, aldırma!”

O an, daha türküler dinlenirken bölücü sözler ortaya dökülmemiş, HDP övücülüğü yapılmamışken bunu duyunca bir ah çıktı ağzımdan.
“Hâlâ mı? Hâlâ mı neyin ne zaman ne için yazıldığını bilmiyoruz? Biliyoruz da aynı yanlışı bile bile mi yeniliyoruz?

Atatürk’e dil uzatan bir şiir yüzünden Atatürk döneminde 1932’de hapse giren birinin, hapisteyken yazdığı dizelerinden yapılmış bir şarkı. Hepimizi utandırması gereken sözler, Atatürk dönemine yazılmış sözler, bir şairin saygısızlığı, bu saygısızlığın da bir marifetmiş gibi şarkıya dökülmesi her toplantıda okutulması. Hele hele şu günümüzde, Atatürk’e en çok sarılmamız gereken, O’na en çok ihtiyaç duyduğumuz, Cumhuriyetimizin tehlikeye atıldığı bu günlerde…

“Memleketten Haber” şiiri yüzünden 1932 yılında tutuklanmış Sabahattin Ali. İşte o şiirin başı:

Hey anavatandan ayrılmayanlar/Bulanık dereler durulmuş mudur?/ Dinmiş mi olukla akan o kanlar?/
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakka tapanı?/Mebus yaparlar mı her şaklabanı?/Köylünün elinde var mı sabanı?/
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi belî der enel hak dese/Hâlâ taparlar mı koca terese?/ İsmet girmedi mi hâlâ kodese?/
Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?”

“Aldırma Gönül” şarkısının sözleri, öğretmenlik yapılırken bir toplantıda okunan bu şiir yüzünden yatılan Sinop cezaevi günlerinden kalmadır. Şair ertesi yıl Cumhuriyetin 10. Yılında çıkan afla da hapisten çıkmıştır. Af edilerek tekrar memuriyete dönmüştür. Şarkıyı Edip Akbayram ünlü etmiştir. Edip Akbayram kim midir? İşte bölücülüğü, kendi dilinden, 2013 yılı, açılımdaki tavrı, Muhalif Gazete’den alıntı:

Sözde “kürt” sorunu ve terörist başıyla görüşme konusunda Edip Akbayram'ın düşünceleri;

“Görüşülsün! "Yeter ki savaş bitsin!”...
“-Bu konuda hükümette samimiyet hissediyor musunuz?.”
“-Taraflar samimi olurlarsa gerçekten savaşın durmasını istiyorlarsa neden olmasın?"

*
Bu işteki unutulmayacak yan da şudur: Yazar Sabahattin Ali, yerdiği, beğenmediği Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından iki yıllığına (1928- 1930) yurtdışına (Almanya’ya) gönderilmiştir. Oradan dönünce yazdığı Kürk Mantolu Madonna” ibretlik bir romandır, her satırı yeni kurulan gencecik Cumhuriyetimize karşıdır, sevgisizlik doludur. Sonra da bu şiiri okuması. İhanet tam da budur! Bu ihaneti yapanı böyle bir gün de anmak da aynı ihanete ortaklık değil midir?

*
Sonra verilen aradan sonra ikinci kısma geçildi. Şiir dinletisi kısmına.

O kısımdan da dersimizi aldık. Baştan sona Nazım Hikmet övgüsü ile ortalığı ateşe verdiler. Şükrü Erbaş 1953 Yozgat doğumluymuş. 1978’de ilk şiiri Varlık dergisinde yayınlanmış. Dediğine göre kendisi HDP adlı bölücü partinin kurucuları arasındaymış. Gökmen Sambur ise 1970, Kars doğumlu imiş.

Şükrü Erbaş’ın çok büyük iddiaları var. Nazım Hikmet övgüsü için gelmiş olmalı buralara. Yine Atatürk döneminde orduyu kışkırtmaktan, yenice kurulan Cumhuriyetimizin yerine Sovyet rejimini getirmek istemekten hapis yatan bir şair bu. Türk ulusu savaşırken Moskova’da komünistlik dersi almaya giden, Sovyet rejiminin oyuncağı edilen, evli kadınlardan tutun her gördüğüne âşık olan Nazım’ı bambaşka bir gözle anlatmaya gelmiş. Öyle böyle değil akıl durduran bir sevgi bu:

“Nazım Hikmet, bizim, Türkçe konuşan herkesin başöğretmenidir!” Kimse itiraz etmiyor. “Yok ya!” demiyor.

Bunu duyunca sinirden bir gülme gelsin bana. İçim ağlarken bu saçma sözleri duyunca gülmeyi tutamamak…

"Bizim tek bir başöğretmenimiz vardır; o da Atatürk’tür!" çığlığını boşuna bekliyor kulaklarımız…

Dünyanın en büyük şairidir dendikten sonra, örnek olarak okunan çirkin şiir. 1953’te yazmış da kalp krizi geçirdiğin de Moskova’da, kadın doktoruna, çok önemliymiş bu şiiri. Erbaş bunu her yerde okurmuş. Bilirsiniz o şiirin içindeki irkiltici ifadeleri. O yıllarda vatanımız, bir avuç hergelenin ayakları altında eziliyormuş.

Komünizm, Sovyet yayılmacılığı vatanımızı işgal edememiş.1950 dönemi, çok partili hayata geçiş, DP iktidarının ilk yılları…

Geleceği göremeyen, kafaları Sovyet yönetimince yıkanmış bu insanlar şu günlerin yaşanacağını bilebilselerdi… Nasıl utanırlardı kim bilir?
Sözü edilen şiirin bir bölümünü alayım buraya:

“…
Peki, en azından altı ay daha/ yârin dudağından uzak durayım./
Zaten ayrılık var arada.
Anlıyorum Lidi Vanna, yoldaşım
yüksek emirlerinize riayet gerek/ yoksa üçüncü bir enfarkt/
ve el bombası gibi patlayıp dağılabilir yürek.
Anlıyorum./ Fakat/ "sevinç/ öfke/ keder/
tütünden de, diyorsunuz, uykusuzluktan da beter"
İyi ama doktorcuğum, mesela/ nasıl sevinmem doludizgin/
gördükçe ben komünist/ burada komünizmin elle tutulur hale geldiğini/
yahut bu nisan ayında/ Fransız seçimlerinde
en çok bizimkilerin oy aldığını?/ Benim akıllı doktorum, insaf edin/
nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi?
Çırpınıyor ayakları altında bir avuç hergelenin”

*
Bir de, "büyük şair Neruda, onu şöyle överdi böyle överdi" hikâyeleri...

Eleştirmen yazar Mehmet Kaplan(1915-1986) Nazım için, “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri” kitabında şöyle yazar:

“Nazım sadece bir şair değil, gençlik yıllarından beri, Moskova’ya bağlı, onun emrinde çalışan, Türkiye’nin bir Sovyet peyki olmasını isteyen bir ihtilâlciydi. Kurtuluş Destanını yazması veya başka şiirlerinde Türkiye’yi ve Türk halkını sevmesi beni ikna etmiyordu. O İstiklâl Savaşı’na Türk milletinin inandığı zaviyeden bakmadığı gibi, sosyal problemleri de millî duygularla ele almıyordu.”
“ Dünya tarihinin en kanlı diktatörlerinden biri olan Stalin’i tanrılaştırmış, bununla da kalmayarak Polonya tâbiiyetinde Borzeçki soyadını almıştır.”

Yine Mehmet Kaplan, dünya şairi yakıştırmasını da kendi çıkarları için Sovyetlerin uydurduğunu kendi rejimleri için bunu yaydıklarını yazar. Nazım’ın şiirlerinin itici, mekanik olduğunu söyler. Bakın haklı değil mi? Vırak trak hep makineyi anlatmış.

“Tatlı maval dinlemekten gayrı usandık.
Artık
hepinizin kafasına
şu
daaaaaank
desin :
Köylünün toprağa hasreti var,
toprağın hasreti
makinalar!

Günümüzde Ümit Özdağ bu konuya, belgelerle, akılla mantıkla, “Nazım Hikmet’ten Özür Dinlemek” adlı yazısıyla son noktayı koymuştur:

(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yazi ... 80048h.htm)

İşte yazının başı:

“Nazım Hikmet bir kısım yurttaşımız için önemli bir vatan şairidir. Üstelik Nazım Hikmet’i seven insanların büyük bir bölümü samimi Atatürkçüdür ve/veya CHP’lidir. Oysa Nazım Hikmet en basit anlatımı ile eylemleri ile bir Atatürk ve CHP düşmanıdır.
“28 Kanuni Sani” adlı şiirinde şöyle yazar: “Trabzon’dan bir motor açılıyor. Sa-hil-de-ka-la-ba-lık! Motoru taşlıyorlar. Son perdeye başlıyorlar. Burjuva Kemal’in kordonuna binmiş Kumandan kahyânın cebine inmiş. Kahyâ adamların donuna. Uluyorlar. Hav..Hav...Hav..tü” .
“Bu şiiri yazdığında Nazım, tarih 1923’tür.”

*
Toplantıda bununla kalsa iyiydi Şükrü Erbaş, hızını alamadı eğer imkânım olsaydı Türkiye’de bir şiir okulu kurardım, dedi.

Birinci yıl, Yunus Emre okuturmuş.

İkinci yıl, 16. Yüzyıl şiirleri, şairleri…

Üçüncü yıl, 17. Yüzyıl, Karacaoğlan okuturmuş…

Dördüncü yıl…

Sıkı durun; “ Baştan sona Nazım Hikmet okutacağız.” dedi.

İyi ki eski solculara bu fırsat verilmemiş. Türk kültürü diye bir şey bırakmazlar, ulus devleti bir gün yaşatmazlarmış…

Şükrü Erbaş, toplantının amacını tek tek sayıyor, Atatürk’ün siyasetine dil uzatıyor. Mübadele kırımmış, “kürt” harekâtları yani saldırgan, acımasız, eli kanlı teröristlere Türk askerinin karşı koyması kırımmış... Bakın şu sözlere:

“Mübadele bir siyasi kırımdır. 6-7 Eylül kırımdır. 1980 sonrası “kürt” harekâtları bir siyasi kırımdır.
Bu yaralar sarılmadıkça bir demokrasi kurulamaz. Yirmi milyon bir halk var. Ve siz konuşmaya korkuyorsunuz.
Önümüzdeki seçim sürecinin en büyük sonucu budur, Cumhurbaşkanı seçimi değil. Sizin burada yapacağınız her olumlu katkı, oy, ülkenin geleceğini kurtaracaktır.
Belli dönemlerde siyasi görüşlerimize rağmen farklı tavır alabiliriz. HDP’nin 75 kurucusundan biriyim.
Bu altılı, altı buçuklu masa… adının hiç önemi yok, tarihi siyasi süreç, sizi bir tavır almaya zorlar. Hiç tereddüt etmeden bu masayı destekleyeceğiz.”

*
Şair, şiir dinletisi için falan gelmemiş gördüğünüz gibi. HDP’nin diliyle, terör örgütünün isteklerini oylatmaya, benimsetmeye gelmiş.
Bunun için elindeki malzeme artık kimseyi inandırmayan Nazım masalları, içi boş övgüler, pof poflamalar… Ulus devletin yıkımı için çalışılıyor. Yirmi milyonluk halk varmış, hakları verilecekmiş.

Ne verilecekmiş? Onlarca birbirini anlamayan yerel ağızlara bakarak ülkemizde ayrı bir dil var mı diyeceğiz. Bu kadar mı aklımızı yedik? Dönen küresel dolabı göremiyor muyuz? Bizi bölünmeye götürdüklerini anlamıyor muyuz?

“Kürtçe" diye ayrı bir dil olsaydı şu an kimsenin önünde bir engel yok, AKP iktidarınca TRT bünyesinde, açılımda açılan türlü çeşitli televizyon kanalları var, okullarda seçmeli dersleri bile var, bir dilleri olsa, bu dilde kitaplar basılmaz mıydı? Bir dilleri olsa Yaşar Kemaller romanlarını o dille yazmazlar, o dile çevirtmezler miydi? Terör örgütü o dille anlaşmaz mıydı aralarında? Oysa bu ilkel ağızlarla beş dakika bile konuşamıyor insanlar, bu ağızlar ilkel ağız, kültür diliyle bir ilgileri yok… Türkçeye hiçbir dil ortak koşulamaz, ulus devletimizi kendi ellerimizle yıktırmalarına izin vermemeliyiz!

Uydurdukları masa da yıkım masası. İktidarın açılım sürecini iktidarla birlikte yeniden açma, ülkeyi bölme masası. Yeni Anayasa dedikleri de bu toplantıda denilenler, ulus devleti bitirme planları…

Cumhuriyetin kurucu partisi, Cumhuriyeti yıkmaya soyunanlara öncülük ediyor… Babacanlar, Davutoğulları iktidarın elemanları değil miydi? Şimdi yeni bir yapı kuracağız, ulus devlete son vereceğiz diyenler de onlar değil mi? Bu denilenlere ses çıkarmayanlar kimler?

Yeniçağ yazarı Arslan Bulut bu masayı yenice uyarmadı mı?

“Kuruluş felsefesi, kimsenin ırkını yok saymadı, ulus devletin adı konuldu... Bu coğrafya, tarihte Türk'tü, halde de Türk'tür ve ebediyen Türk kalacaktır. Öyleyse bu marazi Türklük düşmanları bir an önce kendi durumlarını gözden geçirmelidir...” Sonra Arslan Bulut şunu da hatırlattı:

“AKP Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı da yeni anayasa için komisyon kurulduğunda, "Anayasayı değiştireceğiz ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız.” demedi mi?
*

Her şey açık seçik ortada değil mi?

Yurtdışında bir CHP toplantısında bunlar mı konuşulmalıydı? Şiir dinletisi dedikleri bu mudur?

Atatürk’ten söz edilmeden, Atatürk ilkeleri savunulmadan, ulus devletimizin korunacağına ant içilmeden terör örgütünün partili üyelerine toplantı yaptırıyorlar… Kafalar alıştırılıyor, dedikleri ihanet sözleri normal gösteriliyor…

Sonra da ertesi günü partilerinin sayfasında gelenlere teşekkür ediyorlar. “Şiirin birleştirici gücünü hissettirenlere”, etkinliklerine gelenlere teşekkür ediyorlar.

Sahi, dünkü toplantıda şiir mi vardı?

O şey, şiir dinletisi miydi?

Şiir mi dinledik, yoksa terör örgütünün partisinin diliyle, iktidarın açılımdaki diliyle, iktidarın 2023 yılı amaçlarında CHP olarak buluşarak kafaları mı ütülettik? Atatürk resminin önünde konuşanlar söyleşenler neden oradaydılar? Atatürk resminin iki katı büyüklüğünde gözüken o genel başkan resmi neydi?

Biz bu muyduk?

Nereye gidiliyor?

Feza Tiryaki, 16 Ocak 2023
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x