Var mısın? Yok musun?
Escape tuşuna basıp, her gün dayatılan günlük programdan çıkıyorum. Hayata bir format çakıp, 7 yaş programımı yeniden masa üstüne koyuyorum. My Documents klasörüne hatıraları yerleştirip, dünyanın benim için masum ve tertemiz bir yer olduğu zamanları search ediyorum. Çocukluğuma start vermesi için yeni bir word belgesi açıyorum, Ctrl+S ile kaydetmeyi de unutmadan
Run komutunu duyar duymaz, kendimi sokakta buluyorum. Kalelerin taştan olduğu çocukluk yıllarıma geri dönüyorum. Sahip olduğum Japon teknolojisi ürünlere inat, arkadaşlarımla sırılsıklam olana kadar, yağmur altında Japon Kale oynuyorum.
Çikolatanın paradan daha iyi olduğunu çünkü tatlı ve yenilebilir olduğunu yeniden hatırlıyorum. Bilgisayarımdaki paylaşım klasörünü silip, avucumdaki mevlit şekerlerini pay ediyorum, hesapsız paydalarımın olduğu dostlara.
Yüzlerce çeşit yemeğin bulunduğu açık büfelerin, sadece parayı verene açık olduğunu unutarak, Barış Abinin Buyurun dostlar buyurun! Halil İbrahim sofrasına! davetini hatırlıyorum. Dünyevi markalı ceketleri üzerimizden sıyırarak, her sabah yataktan Ya nasip! diyerek kalkan Kul Ahmetin ceketini üzerimize giydirdiğini anımsıyorum.
Bizlere ekmekleri poşetleten, hijyen lokma hassasiyetimizi bir kenara bırakarak, babamın:
Az nimeti az sanma, kimden geldi ona bak!
Az günahı az sanma, kime karşı ona bak!
sözünü hatırlıyorum. Lokmanın hijyen olması kadar helal olması da elzemdir, diyorum!
Dünyanın en büyük küresel felaketinin Beyaz Saraydaki Bush olduğunu unutup, Dallastaki Ceyarı hatırlıyorum. Nasıl olsa Battal Gazi Cüneyt Arkın var, isterse Ceyarı bir güzel benzetir
Matematikte matrisin yerine kerrat cetvelini, Matrixli kahraman Neonun yerine Mardinli bakkal Fuat Amcayı hatırlıyorum. İnternet üzerinden alışverişin ne olduğunu bilmiyorum; tek bildiğim evin penceresinden sepeti salıp, Bakkal Amca!.. diye bağırmak.
Mega marketlerdeki; Hangi kartla ödeyeceksiniz?, Taksit yapalım mı? gibi sözleri artık duymuyorum; çünkü ben 5 liralık çekirdek, 10 liralık da gofret alıyorum. Ve her seferinde küçük(!) esnafın, Allah bereket versin! dediğini hatırlıyorum.
Devalüasyon, enflasyon, resesyon gibi iktisadi terimler bir tarafa, borsada gözlemlediğim keriz silkeleme operasyonlarını, hafızamdan siliyorum. Çünkü ben bir dut ağacının dibinde, arkadaşlarımın silkelediği dutları yiyorum.
Üç liralık hayırla on liralık reklam sağlayan, (sahte) kurumsal sosyal sorumluk projelerini rafa kaldırıyor; Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek! diyen dedemi hatırlıyorum. Beyaz camın önünde, Hollywoodun sahte kahramanlarını izlemek yerine; dedemin dizinin dibinde, bu memleketin analarının doğurduğu aslanların, İstiklal Harbindeki yiğitliklerini dinliyorum.
Kardan adamın, etrafımızı saran adam müsveddelerinden daha adam olduğuna şahadet ediyorum. Yalanlarına yılan zehri katan küçük insanları tanıyınca, yalan söylediğinde burnu uzayan Pinokyonun büyüklüğüne yeniden saygı duyuyorum! Taş kafalı beyinlerden bıktık artık, yaşasın Barni Moloztaş ve Taş Devri kahramanları!..
Söylenecek sözün mertçe yüze söylendiği, konuşma organının karın değil ağız olduğu, sahte gülücüklerin olmadığı, arkadan vuruşların yerine yüze haykırışların olduğu, dostun dostu çiğnemediği, sözün senet, namın en büyük etiket olduğu yıllara yeniden gidiyorum. Gülümseme, kucaklaşma, tatlı bir söz, dürüstlük, adalet, dostluk ve Süpermenin gücüne yeniden inanmak istiyorum. Akıp giden hayatı ıskalamamak adına, ıslık çalıyorum ıslak gönüllere
Kalıpları yıkıp, klikleri atıp, klipleri kapatıyorum. Ve ben artık şarkı dinlemek değil, bir ilkokul korosunda, şarkı söylemek istiyorum:
En büyük bayram, bu bayram,
Herkese kutlu olsun.
Sevinin küçükler, övünün büyükler,
23 Nisan kutlu olsun!
Tüm dünya çocuklarının, 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlu olsun!
Not: Belki bilmek istersin diye düşündüm; sen bu yazıyı okurken ben ve arkadaşlarım ilkokulun karşısındaki arsada, mahalle maçı yapıyor olacağız. Şimdi sana sormak istiyorum: Bir sonraki maçta, Var mısın? Yok musun?
Serkan BİLGE