
Şimdi size Atatürk’ün Afyon’da, 10 Ağustos 1920’de subaylara seslenişini yazacağım:
“Arkadaşlar, İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimseye,
hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini isbat etmek icap eder. Kuvvet ordudur. (...) İngilizler milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çabalarına giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye çalıştılar.
Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin izzeti nefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.
Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre, subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti ve ehemmiyeti kendiliğinden meydana çıkar.”
“(... ) Ordu ise arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Ordunun ruhu subaylardır. Bu halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.”
“(...) Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.”
“(...) Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür, aşağılar ve hor görür. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzeti nefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardı: Şerefini korumak. Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği şerefi ayaklar altına almaktır. Dolayısıyla subay için ” ya istiklâl ya ölüm “ vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz. Bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.”
***
Uludere faciasını unutturmak için öne alındığı anlaşılan İlker Başbuğ olayı ikinci bir faciaydı. Terörist ilan ettiğiniz bir eski genelkurmay başkanının yönettiği, o şehitlerle, gazilerle dolu orduyu da terörist ilan etmiş olmuyor musunuz? Bu ne aymazlıktır!
Ah be Paşam, keşke o Bülent Arınç’a suikast bahanesiyle girilen kozmik odanın kapılarının açıldığı gün istifa etseydiniz.
Afet ILGAZ - 09 Ocak 2012,
YENİÇAĞ