"Bugün benim doğum günüm"

"Bugün benim doğum günüm"

İletigönderen Başkomutan » Çrş May 19, 2010 23:12





"Bugün benim doğum günüm"


Atatürk'ün milli mücadeleyi başlatmak için Samsun'a ayak bastığı tarih, O'nun aynı zamanda "doğum günüm" dediği gündü.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, "Doğum Günüm" dediği 19 Mayısta düzenlenen kutlamaları, "Jimnastik Şenliği" adı altında yalnızca bir kez izleyebildi.


İlk resmi 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ise Büyük Önder Atatürk'ün ebediyete intikalinden sonra 1939 yılında kutlandı.

Atatürk'ün, Milli Mücadele'nin başlaması dolayısıyla kendi doğum günü olarak ilan ettiği "19 Mayıs"ta, Samsun'da "muazzam tarihi bir gün" olarak yerel törenler düzenleniyordu.

"20. Asır" mecmuasının 19 Mayıs 1953 tarihli sayısındaki yazıya göre, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a ayak bastığı o gün, kent baştan başa donanır, dükkanlar kapanır, Samsunlular akın akın Belediye Meydanı'nda toplanır, törenleri izlerlerdi. Gece de her yan "pırıl pırıl" aydınlatılır, milli oyunlar oynanır, konferanslar, "müsamereler" verilir, Gazi saygıyla anılırdı.

Samsun'un bu "uğurlu günü" kutlama törenleri, her yıl artarak 1936 yılına kadar sürdü. Bu yılda Mustafa Kemal'in Samsun'a ayak bastığı kıyıya "Gazi Heykeli" dikilince, kutlamalar, artık "bütün şehri ve limanı yerinden oynatan" bir duruma dönüştü.

"20. Asır" mecmuasının söz konusu sayısında, Anıt çevresindeki "19 Mayıs 1936" sabahı şöyle anlatılıyor:

"Sabah anıt önünde, Gazi'nin büstünü taşıyan bir motor önde olduğu halde, birçok donanmış ve hıncahınç insan dolu motorlar açıktan hareketle, havai fişekleri, top ve bando sesleri ve alkışlar ortasında Gazi iskelesine doğru gelirler. Burada karaya çıkılır ve bekleşen on binlerce insanla birlikte, iskeleye gerilmiş siyah perde yırtılır, nutuklar irat edilir ve önde Büst olmak üzere, evvela heykelin önünde İstiklal Marşı ile durulur, çelenkler konur, sonra belediye, parti (CHP) ve halk evine gidilir, nutuklar dinlenir; gece de karada ve denizde şenlikler, fener alayları yapılır. Belediye salonunda da (Şükran Balosu) verilirdi."



Millete mal edildi

19 Mayısın yurt çapında bir "Bayram"a dönüşmesinin öyküsü ise Selim Sırrı (Tarcan) Bey'in girişimiyle 1928 yılında ilk kez İstanbul'da düzenlenen "Jimnastik Şenlikleri"ne dayanıyor.

"Bir nevi mektepler bayramı" şeklindeki bu şenliklerde kızlarla erkekler ayrı ayrı sahaya çıkıyorlardı. Bu şenlikler, 1936'da 19 Mayısa denk getirildi ve "millete mal edilerek" gençlik bayramı niteliğini kazandı.

İstanbul'da bulunmasından ötürü bu şenliğe katılamayan Atatürk, ertesi gün Anadolu Ajansı aracılığıyla "19 Mayıs gününün yıldönümü münasebetiyle vatandaşların yüksek duygularını bildiren yazılara ve bugünü kutlamak için yapılan spor bayramında gençliğin gösterdiği heyecan ve bağlılığa" teşekkür etti.


Atatürk, 1937 yılında da "Ankara Stadyumu"nda yapılan törende "milletin sevgi ve bağlılık duyguları"nı ileten İçişleri Bakanı ve CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya'ya "teşekkür telgrafı" gönderecekti. İngiltere Kralı VI. George da Atatürk'e "doğum yıldönümü" dolayısıyla kutlama telgrafı göndermişti.



İlk gösteriler hasta olmasına rağmen izledi

Atatürk, 1938 yılında Ankara (19 Mayıs) Stadyumu'nda, "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak ilk kez yapılan gösterileri hasta olmasına karşın izledi.

Atatürk, gençlerin spor gösterilerini izlerken yanında konuğu Yugoslav generali Nediç vardı. Şair Mithat Cemal (Kutay) o "19 Mayıs"ı, Atatürk'ün çok beğendiği şu dörtlükle dile getirmişti: "Bazı biçaredir sıfırlardan / En müselsel asırların sayısı. / Bazı bir günde bir asır vardır: / Mesela Türk'ün 19 Mayısı."

19 Mayıs aynı yıl 20 Haziranda "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun"a ek yapılarak, resmen bayram ilan edildi. Böylece Cumhuriyetin ilk yıllarından, resmen bayram ilan edildiği tarihe kadar, Mayıs ayının üçüncü cuma günü kutlanan "idman bayramı" ya da "jimnastik şenlikleri", Atatürk döneminde kabul edilen milli bayramların sonuncusu oldu.

Ancak, 10 Kasım 1938'de yaşama gözlerini yuman Atatürk, resmen ilk kez 1939'da kutlanan Gençlik ve Spor Bayramı'nı izleyemedi.

Bayramın adı 1980 yılından sonra yapılan düzenlemeyle de "19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı" olarak değiştirildi.

O güne doğru adım adım

Mustafa Kemal Atatürk, 87 yıl önce 16 Mayıs 1919'da Samsun'a doğru yola çıktığında, İtilaf Devletleri görevlilerinin Bandırma Vapuru'nda silah aramalarının ardından, "Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu'ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz" demişti.

Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi'nin 30 Ekim 1918'de imzalanmasından sonra Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'ndan 3 Kasım 1918'de İstanbul'a döndü.

Samsun'a gidinceye kadar 6 ay İstanbul'da kalan Mustafa Kemal, çeşitli temaslarda bulundu. Anılarında anlattığına göre, kendisini İstanbul'dan uzaklaştırmak ve "Anadolu dağlarında çürütmek" isteyenlerce 9. Ordu Müfettişliği ile görevlendirildi.

Ancak, Mustafa Kemal, müfettişliği kabul ederken, görevinin geniş yetkilerle donatılmasını sağladı. Öyle ki; Ankara'nın doğusunda kalan her yerden sorumlu hükümet yetkilisi konumundaydı.


"- Bir şey mi yapacaksın Kemal?

- Evet Paşam, bir şey yapacağım.

- Allah muvaffak etsin.

- Mutlaka muvaffak olacağız."

Harbiye Nazırlığı (Savaş Bakanlığı) bünyesinde görev yapan İngiliz irtibat subayı John G. Bennett de Mustafa Kemal'in olağanüstü yetkilerinden şüphelenmişti. Bennett, Mustafa Kemal ve karargahının yol iznini imzalamakta tereddüt geçirmişti.

İzmir'in işgal edildiği 15 Mayıs günü ise Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanlığında Cevat (Çobanlı) ve Fevzi (Çakmak) paşalara, sonra da Babıali'de bazı hükümet üyelerine veda etti. Aynı gün, Yıldız Sarayı'nda Padişah Vahdettin tarafından kabul edilen Mustafa Kemal, daha sonra Bandırma Vapuru Kaptanı İsmail Hakkı (Durusu) Bey'i, Şişli'deki evine çağırarak yolculukla ilgili bilgi aldı.

"Karadeniz'de batırılacak"

Mustafa Kemal, 16 Mayısta Cuma selamlığından sonra Padişah Vahdettin'e veda etti. Şişli'deki evinde annesi ve kız kardeşiyle vedalaşan Mustafa Kemal Paşa, yola çıkışındaki kritik saatleri şöyle anlatmıştı:

"Otomobil kapı önünde idi. ... Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum (Rauf Orbay), aldığı bir habere göre, benim ya hareketime müsaade edilmeyeceğini, yahut, vapurun Karadeniz'de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Daha sonra vaktiyle uzun müddet yanımda çalışan bir erkanıharp (kurmay) da gelerek, maiyetinde çalıştığı bir damattan aynı şeyleri öğrendiğini bildirdi.

Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimden bir şimşek geçti:

Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz'in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıklı idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsolmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek, hepsi ölmekle eşit idi. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata Rıhtımı'na geldim."

Sandallarla gidilen Bandırma Vapuru'nda, Kız Kulesi açıklarında İtilaf Devletleri denetim görevlilerince silah ve kaçak malzeme arandı. Arama sürerken, "kaptan yerinde" bulunan Mustafa Kemal'in kararlılığı göstermek amacıyla hareket hazırlıklarını çabuklaştırması söylediği "yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan" demir aldırmaya başladı.

Subayların gemiyi terk etmelerinin ardından Karadeniz'e yönelen Bandırma'nın güvertesinde Mustafa Kemal Paşa, yanındakilere, şunları söyleyecekti:

"Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu'ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz."


[img]http://www.haberiniz.com/images/stories/Yeni_Resimler/Guncel/ataturk2.jpg[/img]

Samsun'a ayak basanlar


Mustafa Kemal Paşa, Boğaz'dan Karadeniz'e çıkarken, kaptana tehlike ihtimallerini anlattığında, İsmail Hakkı Bey, "Ne aksi, bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da bozuk..." cevabını vermişti.



Güç koşullar altında süren yolculuktan sonra 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'a ulaşan Mustafa Kemal ve beraberindekiler, askeri bando eşliğinde halk tarafından sevgiyle karşılandı.


Mustafa Kemal ile Samsun'a ayak basan "9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği" karargahında şu kişiler bulunuyordu:

"3. Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet (Bele) Kurmay Albay Kazım (Dirik), Müfettişlik Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay Mehmet Arif (Ayıcı), Kurmay Başkan Yardımcısı Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede), Birinci Şube Müdürü Binbaşı Kemal (Doğan), Müfettişlik Topçu Kumandanı Dr. Albay İbrahim Tali (Öngören), Ordu Sıhhiye Başkanı Dr. Binbaşı Refik (Saydam), Sıhhiye Başkan Yardımcısı Yüzbaşı Cevat Abbas (Gürer), Müfettişlik Başyaveri Üsteğmen Muzaffer (Kılıç), Müfettişlik İkinci Yaveri Yüzbaşı Ali Şevket (Öndersev), Müfettişlik Emir Subayı Üsteğmen Hayati, Kurmay Başkanı Emir Subayı Yüzbaşı Mümtaz (Tünay) Yüzbaşı İsmail Hakkı Yüzbaşı Mustafa (Süsoy), Karargah Komutanı Üsteğmen Abdullah, İaşe Subayı Birinci Sınıf Katip Faik (Aybars), Şifre Katibi Dördüncü Sınıf Katip Memduh, Şifre Katibi Yardımcısı Üsteğmen Hikmet (Gerçekçi) Refet Bey'in Yaveri.

haberiniz.com





Resim

GENELKURMAY Başkanlığı, doğumununun 129'uncu yıldönümünde `Asker ve Devlet Adamı Atatürk' konulu panel düzenledi. Panelde gazeteci ve davetlilere, Atatürk'ün bugüne kadar yayınlanmamış yurt gezileriyle ilgili fotoğraf ve video görüntülerinden oluşan CD dağıtıldı.




Resim

Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk'ün Adana, Afyonkarahisar, Balıkesir, Bilecik- Bozüyük, Diyarbakır, Edirne, Elazığ, Mersin, İzmir, Konya ve Trabzon'a yaptığı yurt gezilerine ait siyah-beyaz fotoğraf ve görüntülerini dağıttı. Fotoğraf ve görüntülerde, Atatürk'ün yurt gezilerinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni açılan fabrikalarına yaptığı ziyaretleri, tarım alanları ile tarihi eserlerin bulunduğu bölgelerdeki incelemeleri yeralıyor. Atatürk'ün yurt gezisi sırasında kendisini karşılamaya gelen vatandaşların sevgi gösterilerinin yanı sıra, halkla içiçe olması, kadınların nezaketen elini öpmesi gibi görüntüler dikkat çekiyor.




Resim

Bu arada, Genenelkurmay Başkanlığı Karargahı Orbay Salonu'nda düzenlenen panele, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, kuvvet komutanları eşlerinin yanı sıra İsmet İnönü'nün kızı Özden Toker de katıldı. Orgeneral Başbuğ'un, Özden Toker ile yanyana oturması dikkat çekerken, panel oturum başkanlığını Prof.Dr. Hikmet Özdemir yaptı. Panelde, Altemur Kılıç `Atatürk ve Hatıralar', Prof.Dr. George W. Gawrych, `Mustafa Kemal Atatürk'ün Askerliğe Dair Eserleri' ve `Zabit ve Komutandan İle Hasb-I Hal Adlı Eseriyle İlgili Değerlendirmeler', Prof. Dr. Feroz Ahmad `Atatürk ve Türk Devrimi'nin Hindistan ve Güneydoğu Asya'daki Yansımaları', Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı `Atatürk, Din ve Laiklik' adlı bildirilerini sundu.



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



Resim



gazetevatan.com


250 fotoğrafından sadece biri..

Resim

internethaber.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: "Bugün benim doğum günüm"

İletigönderen Başkomutan » Prş May 19, 2011 15:17


“BENİM KARARIM !”

“Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı:

Birincisi, İngiltere’nin koruyuculuğunu istemek,

İkincisi, Amerikan mandasını kabullenmek.

Bu iki türlü karar vermiş olanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir.

… Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti.

BENİM KARARIM !..

…Padişah, halife, hükümet… Bunların hepsi anlamsız sözlerdi.
Bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, kayıtsız, şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM !..

… Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemekle, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu duruma düşmemiş olanların, başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez.

Oysa, Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulusun, tutsak yaşamaktansa yok olması daha iyidir.

ÖYLEYSE, YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM ! “

Mustafa Kemal “kararını” bu şekilde açıklamıştır. Onursuz, tutsak yaşamaktansa, uşak durumunda kalmaktansa, Türk milleti adına, bağımsızlık uğruna ölümü bir armağan gibi kabul eden bir anlayışın ifadesidir “Ya İstiklal- Ya Ölüm” söylemi.

Tam kırk altı kişi Bandırma vapuru ile istiklale doğru “tam yol” ilerlerken, bir bedel ödeyeceklerinin farkında idiler. Bu yolculuk eğer başarı ile sonuçlanamazsa, Kürt Nemrut Mustafa Paşa’nın divanı, derhal emperyalizmin yağlı urganını tıpkı Boğazlıyan Kaymakamı Kemal, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’lerin gırtlağını sıkıp, nefessiz bıraktığı gibi, onların da boğazlarına dolanacaktır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları bu vatan, Türk milletinin bağımsızlığı için bir bedel ödemeyi göze almışlardır. Onların ödeyeceği tek bedel, bu vatan için canlarıdır, kanlarıdır…

Gerekirse ailelerini, çocuklarını da “bedel” olduğunu düşünmeden bu vatan uğruna feda edebileceklerdir. Esas olan vatan, geri kalan, hayatları bile teferruattır Mustafa Kemal ve arkadaşları için..

Bandırma Vapuru’daki o kırk altı yiğidin gemicikleri yoktur. Hele İsviçre bankalarında gizli hesapları hiç yoktur. Devletin uçağı ile bilmem kime düğün davetiyesi de götürmemişlerdir. Irak’ın kuzeyinde terörist yuvalarını dağıtmak için TBMM’den tezkere çıktığı halde ABD Başkanı Bush’dan “icazet” almayı görev bilmemişlerdir.

O kırk altı yiğit canları pahasına bu millet için, düğüne gider gibi bu yolculuğa çıkmışlar ve “Ya İstiklal- Ya Ölüm” demişlerdir.

Bu nedenle,19 Mayıs sadece Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı değildir. Her 19 Mayıs emperyalizme direnişin bayrağıdır. Her 19 Mayıs bağımsızlığı uğruna İstiklal Savaşı veren milletin, Cumhuriyet’in temelini attığı gündür. Her 19 Mayıs bir diriliş, bir uyanış, bir ihtilal ve bir bedel ödeme günüdür ve öyle olmalı, öyle kutlanmalıdır.

1. Paylaşım ve Bağımsızlık Savaşı Türk’ün, bağımsızlığı uğruna bedel ödediği, işgalci emperyalist güçlere, yedi düvele bedel ödettiği savaşlardır.

Halk yoksuldur, açtır, milletin ordusu dağılmış, silahları elinden alınmıştır. Açlığa, yokluğa yoksulluğa rağmen Türk milleti en değerli varlığını evladını, vatan uğruna ölüme göndermekten çekinmemiştir.

Bu vatan için “bedel” ödemeye gönüllü o kadar yiğit vardır ki o zaman.. Şerife Bacılar, Güdüklerin Fadimeler, Gördesli Makbuleler, Kara Fatmalar…

Onların hiç birinin Suudi Kralı’nın hediyesi altmış milyarlık yüzükleri yoktur. Bu topraklar, evlatlarının canı için “vatan uğruna canı fedadır.” senedinin altına koşulsuz şartsız mühür basan yiğit kadınların yurdudur.

Onları oğulları ne çürüktür ne de vali nezaretinde bedelli askerlik yapmıştır.

Üstelik Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk milletinin kanla, irfanla ve devrimle birlikte kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Meclis’inde hiç bir yabancı devletin başkanı Obama gibi, vekillerin gözünün içine baka, baka emir vermemiş, “Ermeni, Kürt açılımını yapın” dememiştir.

Mustafa Kemal ve arkadaşları bağımsızlık uğruna verdikleri savaşta, “hain” damgasını yemiş ve idama mahkum edilmişlerdir. Ama korkmamışlar, yılmamışlar ve yılgınlığa düşmemişlerdir. Onlar hiç yabancı ülkenin duldasına sığınmamışlar, nadan köprüsünden geçmemişlerdir.

Cumhuriyet tarihinde hiç bir başbakan “BOP” veya “Medeniyetler Arası Diyalog” eşbaşkanı olmamıştır. Hiç bir iktidar oturduğu koltuk uğruna dış güçlere böylesine büyük bedeller ödememiş ve iktidar hükümetinin Başbakan’ı ” Ben ülkemi pazarlıyorum.” diyememiştir.

Son dokuz yıldır Türkleri ve Türkiye’yi hiç af etmeyen emperyalizme bu millet satılan topraklarıyla, yabancılara peşkeş çekilen yer üstü ve yer altı kaynaklarıyla, bölücü başı ile masaya oturan devletiyle, Atatürk’e hakarete, Türk bayrağının yakılmasına, çiğnenmesine ses çıkarmayan dernekleri ve siyasi partileri ile bir bedel ödemek zorunda bırakılmıştır.

Ve Başbakan açıkça itiraf etmiştir.Tüm Ergenekon ve Balyoz tüm yurtseverlere, emperyalizme direnenlere, Kemalistlere ve tam bağımsız Türkiye’yi savunanlara bir “bedel” ödettirmedir. Özellikle 1993′te Mehmet Metiner’e hazırlattığı Kürt raporunda ” Yetmiş beş yıllık rejim sorgulanmalıdır” diyen Erdoğan’ın Cumhuriyet’in korucu gücü Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bedel ödettirme operasyonudur “Büyük Abi”nin yazdığı senaryo doğrultusunda oynanan bu olaylar.

Engin Alan tam otuz iki kez “BOP” Eşbaşkanı olduğunu itiraf etmiş bir siyasetçiye selam vermemiştir, Cumhuriyet rejimini sorgulayan, TBMM’de ettiği yemine sadık kalmayan bir başbakanı ayakta karşılamamıştır. İmralı tutuklusu ile görüşen, Habur’da PKK’lı militanları davul, zurna ile karşılatan Başbakan’ı alkışlamamıştır. Bu ne derece suçtur bilemem ama sırf kendisini ayakta karşılamadığı için “bedel ödettirdiğini” açıklamakta hiç bir sakınca görmeyen Sn. Başbakan’ın tavrını izah etmek de mümkün değildir.

Yediden-yetmişe, beşikten mezara tüm Türkiye’ye bedel ödettirildiği bir gerçektir.

Ancak durum 19 Mayıs 1919′dan daha vahim değildir. O halde…

“Bir ulus, varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünebilen girişimleri yaptıktan sonra başarır. Ya başaramazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyleyse, ulus yaşadıkça, girişimlerini sürdürdükçe, başarısızlık söz konusu olamaz.”

Mustafa Kemal General Harbord ile Sivas’ta yaptığı 22 Eylül 1919 yaptığı görüşmede kararlığını yukarıdaki söylemle ifade etmiştir.

Mustafa Kemal kararını 22 Haziran 1919′da Amasya Bildirgesi ile tüm dünyaya ilan etmiştir. Ya İstiklal- Ya Ölüm…

O’nun kararı bağımsızlıktır.

Ya sizin?…

Bu devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, dili Türkçe, Başkenti Ankara, ay-yıldızlı kırmızı, beyaz Türk bayrağı, tam bağımsızlığı ve Kemalist Devrim’in ( MİLLİ ) yeniden inşası ve CUMHURİYET’imiz için bedel ödemeye hazır mısınız?

Eğer, “Ben hazırım” diyorsanız, inanın zafer yakındır..

Belki yarın, belki yarından da yakın.. Unutmayın “GÜNEŞ HER GÜN YENİDEN DOĞAR.”


FİGEN ÖZEN
19 Mayıs 1919




Bandırma Vapuru’ndaki 46 özgürlük savaşçısı!

Bugün 19 Mayıs... Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının, Kurtuluş Savaşı’yla başlayıp, cumhuriyetin kurulmasına dek uzanacak zorlu yolculuklarına çıktıkları günün tam doksan ikinci yıldönümü...

Şimdi aşağıdaki isimleri okuyun:

***

* Üçüncü Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet.

* Kurmay Başkanı Albay Kâzım Beyefendi. (General Kâzım Dirik, 1880-1941)

* Sağlık Müfettişi Albay İbrahim Tali. (Milletvekili ve elçi, tıp doktoru. 1875-1952)

* Kurmay Binbaşı Arif Bey. (Ayıcı Arif Bey, 1882-1926. İzmir suikastı nedeniyle idam edildi.)

* Kurmay Binbaşı Hüsrev Bey. (Asker ve Büyükelçi Hüsrev Gerede, 1886-1962)

* Topçu Müfettişi Binbaşı Kemal Bey. (Korgeneral Kemal Doğan, 1879-1951)

* Sıhhiye Müfettiş Muavini Binbaşı Refik Bey. (Başbakan Dr. Refik Saydam, 1881-1942)

* Yaver Piyade Yüzbaşı Cevad Efendi. (Atatürk’ün yaveri ve milletvekili. Cevad Abbas Gürer, 1887-1943)

* Yaver Piyade Yüzbaşı Mustafa Efendi. (Tokat Milletvekili Mustafa Sabri Süsoy, 1876-1934)

* Piyade Yüzbaşı Ali Şevket Efendi. (Gümüşhane Milletvekili Ali Şevket Öndersev, 1884-1940)

* Piyade Yüzbaşı Mümtaz Efendi. (Yüzbaşı Ali Mümtaz Tünay 1886-1946)

* Piyade Yüzbaşı İsmail Hakkı Efendi. (Başbakanlık Özel Kalem Müdürü İsmail Hakkı Ede, 1886-1943)

* Tabib Yüzbaşı Behçet Efendi.

* Piyade Asteğmen Hayati Efendi. (Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hayati Bey, 1892-1926)

* Piyade Asteğmen Arif Hikmet Efendi. (Tümgeneral Arif Hikmet Gerçekçi, 1894-1970)

* Yaver Topçu Üsteğmen Muzaffer Efendi. (Atatürk’ün emir subayı ve Giresun Milletvekili)

* Muzaffer Kılıç. (1897-1959)

* Asteğmen Abdullah Efendi.

* Adli müşavir Ali Rıza Bey.

* Tabur hesap memuru Rahmi Efendi.

* Tabur hesap memuru Ahmed Nuri Efendi.

* Kâtip Faik Efendi. (Sağlık Bakanlığı memuru Faik Aybars, 1880-1945)

* Yedek subay Tahir Efendi.

* Kâtip Memduh Efendi. (Cumhurbaşkanlığı memuru Memduh Atasev 1895-1930)

***

Kaçını tanıyorsunuz?

En fazla üçünü, belki dördünü... Eminim ki çoğunun adını ilk kez okuyorsunuz!

Bu isimlerin tamamı, Mustafa Kemal’in, 16 Mayıs 1919’da Kızkulesi önünde bindiği ve 19 Mayıs’ta Samsun’da indiği Bandırma gemisinin diğer yolcuları...

Yani; Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı ve yeni bir ülke kurma sevdasındaki ilk yol arkadaşları...

19 Mayıs’larda Atatürk’ü sevgi ve minnetle anıyoruz ama onun ilk yol arkadaşlarının adını bile bilmiyoruz...

***

O yolculuğun yapıldığı geminin mürettebatını da hatırlayalım:

* İsmail Hakkı (Durusu), Süvari...
* Üsküdarlı Tahsin, İkinci kaptan...
* Hacı Süleyman, Başçarkçı...
* İsmail, Kâtip...
* Hasan Reis, Lostromo...
* Göreleli Şükrü oğlu Temel, Serdümen...
* Ali oğlu Basri, Serdümen...
* Süleyman oğlu Mahmut, ambarcı...
* Hasan oğlu Ahmet, ambarcı...
* Süleyman oğlu Cemil, tayfa...
* Hüseyin oğlu Rahmi, tayfa...
* Mesut oğlu Temel, tayfa...
* Muharrem oğlu Hacı Tevfik (Ulusu), Birinci Kamarot...
* İbrahim oğlu Mehmet, Kamarot...
* Mustafa oğlu Hamit, kamarot yamağı...
* Yusuf oğlu Halit, ateşçi...
* Arif oğlu Mansur, ateşçi...
* Osman oğlu Hamdi, aşçı...
* Hasan oğlu Mehmet, kömürcü...
* Mehmet Ali oğlu Ömer Faik, kömürcü...
* İsmail Hakkı, vinççi...
* Ali oğlu Galip, vinççi...

***

Bu 46 kişi, idamı göze alarak çıktı o yola...

Ve karşılığında hiçbir çıkar beklemediler...

O kadar beklemediler ki, Atatürk 1 Temmuz 1927’de ilk kez İstanbul‘a ayak bastığında Bandırma Vapuru‘nun kaptanı İsmail Hakkı Bey’i Dolmabahçe Sarayı’na davet etti.

Ancak İsmail Hakkı Bey, bu davete gitmedi...
Sonra yine davet edildi; yine gitmedi!

Neden biliyor musunuz?

Hizmetine karşılık para ya da makam verilebileceğinden endişe duyduğu için... O memleket sevdası dolu yolculuğa gölge düşmesini istemedi!

***

Seçim meydanlarında koltuk ve para hırsıyla liderlerinin yanında el pençe divan duranların haline bakıyorum da...

İçim sızlıyor!

***

Bayramınız kutlu olsun...

Mustafa MUTLU
19 Mayıs 1919



O beğenmediğiniz 79 yıl var ya


O beğenmediğiniz 79 yıl var ya
Can ATAKLI 19 Mayıs 1919

Bugün Genç Türkiye’nin temellerinin atıldığı gün. Büyük Atatürk yanındaki bir avuç vatansever ile bundan 92 yıl önce İstanbul’dan köhne bir gemiyle çıkıp Samsun’a ayak basmışlar ve Milli Kurtuluş Savaşı’nın ilk meşalesini yakmışlardı. Bu azimli mücadele Türkiye’yi işgale yeltenen emperyalist güçlerin püskürtülmesi ve Cumhuriyet’in ilanı ile sonuçlanmıştı.

79 YIL HESABI: Bu yıl Cumhuriyetin ilanının 88’inci yılını kutlayacağız. Başbakan Türkiye’nin hedefinin 2023’teki Cumhuriyet’in 100. Yılı olduğunu söylüyor ama, iktidara geldikleri 2002’de 79 yaşında olan Cumhuriyet dönemini de ısrarla kötülüyor. Dolaylı olarak Türkiye’nin çektiği bütün sıkıntıların bu dönemin eseri olduğunu vurguluyor.

GENÇ NESİL: İşin berbat yanı, zaten 12 Eylül ideolojisi gereği bilgisiz, duyarsız, sığ, egoist olarak yetiştirilen yeni nesil de Başbakan’ın bu söylemine, ortalığı boş bulan yandaşların da beyin yıkar gibi yaptıkları propagandalar nedeniyle inanıyor. Genç neslin önemli bir bölümü için ne Atatürk, ne devrimler, ne yapılan demokrasi mücadeleleri bir şey ifade ediyor.

BUGÜNDEN BAKMAK: Artık bilgisayar çağında yaşayan gençler, şimdi edindikleri bilgiler ışığında, bundan 80-90 yıl öncesinin dünya koşullarını hiç düşünmeden geçmişin kötülenmesine duyarsız kaldığı gibi, biçare destek de veriyor. Bu da Türkiye’yi dönüştürmeye çalışan çağ dışı zihniyetin eylem alanını hayli genişletiği gibi gücünü de artırıyor.

VİKİPEDİ BİLGİSİ: Bugünün nesli bir şeyin farkında değil. Bilgiye Vikipedi düzeyinde ulaşmaya alışmış olanlar, bugün demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda ne düşünüyorsa, koşulların 90 yıl önce de aynı olduğunu, insanların aynı bilinç düzeyinde olduğunu zannediyor. Tabii böyle olunca zihinlerde “Cumhuriyeti kuranlar demokrasi ve hukuktan ne kadar uzakmış” görüşü oluşuyor.

DÜNYA NASILDI? Oysa bırakın Türkiye’yi, dünyanın şimdi en ileri gitmiş ülkelerinde bile demokrasi, hukuk, insan hakları kavramları henüz yeni filizleniyordu. Kıta Avrupası’ndaki ülkelerin çoğu ya krallıklar ya da faşist rejimlerle yönetiliyordu. Demokrasi mücadelesi verenler sürgüne gönderiliyor, çoğunlukla da öldürülüyordu. Böyle bir ortamda bile Atatürk Cumhuriyet’i ilan ederken bunun demokrasiye uygun olmasını sağlamak için elinden geleni yapmaya çalışmıştı. Aksini söyleyen yalan konuşuyordur.

OKUMA YAZMA ORANI: Cumhuriyet’le birlikte büyük bir eğitim seferberliği de başlamıştı. Çünkü Atatürk çağdaş bir ülke olmanın temel koşulunun eğitim olduğunun bilincindeydi. Ancak o tarihlerde Türkiye’de okuma yazma bilenlerin oranı sadece yüzde 5’ti ve tamamına yakını da erkekti. Okuma yazma bilenler askerlerden, memurlardan, doktor ve mühendislerden, bazı din adamlarından ibaretti.

FABRİKA YOKTU: Osmanlı dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuştu ama son 100 yılı çok kötü geçmiş, imparatorluk çaresizlik içine düşmüştü. Özellikle Anadolu çok az yatırım yapılmış, hemen hiçbir sanayi tesisi olmayan, mahrumiyet çeken bir bölgeydi. Atatürk ilk iş olarak Anadolu’nun geliştirilmesi için kolları sıvadı.

YOL VAR MIYDI: Başbakan ısrarla 79 yılda yapılan duble yolların kat kat fazlasını son 9 yılda yaptıklarını söylüyor. Rakamsal olarak doğru. Ama bu Cumhuriyet 79 yılda yolu olmayan; suyu, elektriği olmayan en ücra yerde bile köy bırakmamıştı. 79 yılda Türkiye’nin her yeri ulaşılabilir, hizmet götürülebilir durumdaydı. Bunların yetersiz olması ayrı konudur.

YA SATILANLAR: Yine Erdoğan 79 yılı kötülüyor ama “özelleştirme” adı altında sattıkları Türkiye’nin önemli ekonomik değerlerinin nasıl yapıldığını söylemeyi unutuyor. Bu ülke demir çelikten çimentoya, şekerden otomobile, telekomdan petrol rafinerilerine kadar sat sat bitmeyecek kadar yatırım yaptı. Bunları görmemek ve 79 yılı kötülemeye kalkmak her halde haklı olamaz.

DEMOKRASİ: Devrim yapmanın, bir imparatorluğun yerine yepyeni bir devlet kurmanın ne olduğunu bilmeyenler, devrim şartlarından haberi olmayanlar Atatürk’ü “demokrasi getirmemekle” suçlayabiliyor rahatlıkla. Oysa bilmedikleri Atatürk’ün asıl hedefinin demokratik bir hukuk devleti kurmak istediğidir. Belki o tarihlerde özlenen demokrasi kurulamadı ama kimse Atatürk’ün demokrasi karşıtı bir eylemini gösteremez.

ÇOK PARTİLİ HAYAT: Ve en önemlisi, eğer Atatürk’ün bir avuç vatanseverle kurduğu Cumhuriyet demokrasi karşıtı olsaydı, 6 yıllık bir dünya savaşından sonra Türkiye çok partili hayata geçebilir miydi? Devlet despotluğunu sürdürmek için çaba harcasa, Cumhuriyet’in temelinde emeği olan Celal Bayar bir parti kurmaya kalkabilir miydi? Milli Şef görevi “kendiliğinden” devreder miydi?

MÜCADELE OLMADI: Genç nesil şunu iyi bilmeli ki, çok partili hayata geçerek demokrasiye adım atan Türkiye bu aşamaya kavgayla, çatışmalarla gelmedi. Cumhuriyet’in temel felsefesi zaten demokrasiden alıyordu kaynağını ve beklenmedik kadar kısa bir sürede Türkiye demokrasiye geçmeyi başardı. Bu ayrıntıyı görmemek ve söylendiği halde anlamamak ancak zihinsel körlükle açıklanabilir.

GENÇ CUMHURİYET: Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana her şey çok iyi mi oldu? Cumhuriyet’in hiç hatası olmadı mı? Olmaz olur mu? Oldu tabii. Ama düşünün ki, Cumhuriyet kurulduğunda bir çocuk gibiydi. Ayakta durmaya çalışıyordu tıpkı bir çocuk gibi, orayı burayı tutmaya çalışıyordu, bu sırada da elbette sağda solda bir şeyler kırılıp dökülüyordu.

BUGÜNKÜ DURUM: Bugünkü varlıklarını Cumhuriyet’in sağladığı özgür, demokratik ortama borçlu olduklarını unutanlar şimdi Cumhuriyet ve kuruluş felsefesini yerden yere vurmak için yarışıyor. Asıl amacın bu felsefeyi tümden kaldırmak ve Türkiye’yi, bulunduğumuz coğrafyadaki bazı totaliter rejimlere dönüştürmeye çalışanlar şimdi başımıza demokrasi sopasıyla vurmaya çalışıyor.

BU OYUN BİTER: Ancak şurası unutulmamalı ki, bu cumhuriyet yok olmakta olan bir ulusun küllerinden oluştu. Bu uğurda on binlerce vatansever hiç düşünmeden kendini feda etti. Türkiye’yi dönüştürmeye çalışanlar, uğratıldığı bütün erozyona rağmen, hâlâ çağdaş, ilerici, demokrasi ve hukuka bağlı vatansever insanlara sahiptir. Kimse hayale kapılmasın.


Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Mustafa Kemâl ATATÜRK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x