Ermeniler ve dostları
Batı da çok iyi biliyor ki
Barbarlığın şampiyonu AMERİKAdır
Batılılar, düşmanla işbirliği yapmak şöyle dursun masum insanlara bile insanlık dışı davranışlarda bulunmaktan hiç kaçınmamışlardır. Acaba kaç kişi ABDnin Nazi zulmünden kaçarak İngiliz egemenliğindeki Hayfa limanına sığınan Yahudileri makinelİ tüfeklerle biçtiklerini, sağ kalanlarını Afrikada toplama kamplarına gönderdiklerini bilir? Tehcir olayından yıllarca sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ABD, hiçbir terör olayına ya da isyana kalkışmamış, Japon kökenli vatandaşlarını toplama kamplarında yıllarca özgürlüklerinden yoksun bırakmıştır.
Ermeniler ve onların eski dostları Batılılar, bu olaylar sanki hiç olmamış gibi, ısrarla Ermenilerin tehcirlerini (göç ettirilmeleri) soykırım olarak soykırım olarak adlandırmaya kalkışarak ısıtıp ısıtıp gündeme getirmekte ve bu arada da 50ye yakın diplomatımızın ve kamu görevlimizin Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmiş olmalarını hiç akıllarına getirmemektedirler.
Oysa, işin gerçeği bambaşka olduğu gibi, Amerikalı ve Avrupalıların da ikiyüzlülükleri de bu arada kesin olarak gözler önüne serilmektedir.
Dün ve bugün
Önce şu gerçeği açıkça saptamak gerekir:
Herhangi bir devlette, bu devlet bir başka devletle savaş durumunda iken vatandaşlarından düşmanla işbirliği yapanlar en ağır biçimde cezalandırılırlar. Bu, dün de böyleydi, bugün de böyledir. Ne ki, Batılılar, düşmanla işbirliği yapmak şöyle dursun masum insanlara bile insanlık dışı davranışlarda bulunmaktan hiç kaçınmamışlardır. Söz gelimi, acaba kaç kişi ABDnin, Nazi zulmünden kaçarak İngiliz egemenliğindeki Hayfa limanına sığınan Yahudileri makinalı tüfeklerle biçtiklerini, sağ kalanlarını Afrikada toplama kamplarına gönderdiklerini bilir?
Ama, bu tür barbarlıkların şampiyonluğu Amerikalıların elindedir. Tehcir olayından yıllarca sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ABD, hiçbir terör olayına ya da isyana kalkışmamış, sadık vatandaşlar olarak işlerinde güçlerinde olan Japon kökenli vatandaşlarını toplama kamplarında yıllarca özgürlüklerinden yoksun bırakmıştır.
Japonlara zulüm
Başkan Roosevelt, 19 Şubat 1942de, Amerikan silahlı kuvvetlerinin ulusal güvenliği sağlamak amacı ile ülkede gerekli görülen yerleri askerî bölge olarak ilan edebileceğini, bu bölgelerdeki halkın özgürlüklerini kısıtlayıcı da olsa uygun göreceği önlemleri alabileceğini bildirmiştir. Ertesi gün General J.L.Dewitt, Batı Savunma Komutanlığına atanmış, çeşitli yerleri askerî bölge ilan etmiş ve il aşamada Japon kökenli bazı Amerikan vatandaşlarını bu bölgeler dışına sürgün etmiştir. Ama bununla da yetinilmemiş, 19 Mayıs 1942 günlü bir emirle Japon asıllı tüm Amerikan vatandaşları toplama kamplarına konulmuştur. 27 Haziran 1942deki bir başka emirle, daha önce başka yerlere sürülmüş olanlar da bu kamplara kapatılmışlardır.
Amerikan Yüksek Mahkemesini bu insanların başvuruları üzerine verdikleri kararlarda, hiç düşmanca ve hatta hiç kuşku uyandıracak bir davranışta bulunmamış olsalar bile, bu Amerikan vatandaşlarının evlerinden, işlerinden, okullarından, özgürlüklerinden yoksun bırakılarak toplama kamplarına konulmalarını ne insan haklarına, ne insanlığa aykırı olmadığını hükme bağlamıştır. Örneğin, Yüksek Mahkemenin 21 Haziran 1943 günlü kararında, bu uygulama yerinde görülerek, aynen şöyle denilmekteydi:
ABD adaleti!
Vatandaşlar arasında salt soyu bakımından yapılacak ayırımlar, kurumları eşitlik ilkesi üzerine kurulmuş olan özgür bir toplum için kendiliğinden nefret edilecek bir durumdur.... Fakat, savaş ve olası bir istila durumunda casusluk ve sabotaj tehlikesi karşısında tehdit altındaki bölgelerde askerî otoritelerin ahalinin sadakati ile ilgili her türlü olasılığı göz önünde bulundurmaları gerekir. (Documents on Fundamental Human Rights (Temel İnsan Hakları İle İlgili Belgeler); New York, 1963, C.II, s.280)
Talat Paşa ve Tehcir
Bu bölümde sözü Ermeniler tarafından Berlinde şehit edilen ve tehcir olayının baş sorumlusu olduğu söylenen Talat Paşaya bırakarak, Neden tehcir? sorusunun yanıtını ondan dinleyelim. Talat Paşa, 1 Kasım 1918de yapılan son İttihat-Terakki Kongresindeki açıklaması şöyledir:
Vukua gelen hadisatın [olayların] mesuliyeti her şeyden evvel onlara sebep olan gayrı kabil-i tahammül hareketleri ika eden [dayanılmaz davranışlarda bulunan] unsurlara aittir. Şüphesiz bundan bütün Ermeniler mesul değildir. Fakat devletin hayat ve mematı kararını verecek olan Büyük Harp esnasında ordularının serbesti-i hareketini [hareket serbestliğini] ihlal eden, arkada isyanlar çıkararak memleketin selâmetini, ordunun emniyetini tehlikeye düşüren hareketlere müsamaha edilmemek tabiî zarurî idi.
Tehcir, zaruretti
Erzurum havalisinde ordularımızın hareketini işkal eden [güçleştiren] Ermeni çeteleri bütün Ermeni köylerinde muavenat [yardım] ve himaye buluyorlardı. Başları sıkıştığı zaman gönderdikleri bir haber üzerine köylüler kiliselerde mahfuz [saklı] silahları yakalayarak imdatlarına koşuyorlardı. Ordunun arkasında böyle mütemadiyen vukuu bulan işaret [bildirimler] nihayet bu mesele hakkında kati bir tedbir ittihazı [önlem alma] mecburiyetini tevlit eyledi [doğurdu]. İşte tehcir meseleleri her şeyden evvel böyle bir zaruret-i harbiye [savaş zorunluluğu] neticesinde ittihaz edilmiş [alınmış] tedabirden [önlemlerden] tevellüt etmiştir [doğmuştur]. (Vakit Gazetesi, 12 Temmuz 1921)
Bu önlemler şöyleydi:
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915de bir Kanun-u Muvakkat [Geçici Kanun]çıkarmıştır. Buna göre; askerî yetkililer, ulusal savunmaya karşı gelenleri, genel asayişi bozanları, askere silahlı saldırıda bulunanları askerî güç kullanarak etkisiz duruma getirmekle görevlendirilmişlerdir. Ayrıca, ordu, kolordu ve fırka komutanları, askerî gerekler gereği veya casusluk ve hıyanetlerini sezinledikleri yerler halkını tek tek ya da toplu olarak başka yerlere gönderebileceklerdi.
30 Mayıs 1915de de Bakanlar Kurulu Kararı ile, Ermenilerin bu yolla başka yerlere gönderilenlerin mallarının açık arttırma ile satılıp parasının kendilerine verilmesi ya da o malın satın alınıp bedelinin onlara ödenmesi öngörülmüştür.
İşte, Ermenilerin ve yandaşlarının savlarına göre, bu kararlar ve buna dayanılarak o dönemde Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Suriyeye bu göç ettirme sırasında soykırım yapılmıştır.
Gerçi, dönemin, bölgenin ve sürüp giden savaşın koşulları nedeniyle göç sırasında birtakın istenmeyen olayların olması kaçınılmazdı. Ancak, bu gibi durumları öngören Osmanlı Hükümeti, göç ettirme kararının hemen arkasından bir Tatbikat Kararnamesi çıkarmıştır. Her nedense bu Kararnameden ve uygulanmasından pek söz edilmemektedir. Oysa, son derece önemlidir. Çünkü, Kararnamenin 21.maddesinde göç edenlerin gerek kamplarda, gerek yolculuk sırasında bir saldırıya uğramaları durumunda saldırganların derhal tutuklanarak Divan-ı Harbe verilecekleri öngörülüyordu. Dahası, 22.maddesinde ise, göç ettirilenlerden rüşvet ve hediye alan veya vaad ve tahdit ile kadınları iğfal eden, yahut onlarla gayrımeşru ilişki kuran görevlilerin hemen görevden alınıp Divan-ı Harbe verilecekleri ve en ağır biçimde cezalandırılacakları bildiriliyordu. Kaldı ki, göç kafilelerine asker eşlik edecekti.
Vandaki müze
Bu Kararnamenin kağıt üzerinde kaldığı, uygulanmadığı sanılmamalıdır. Kamuran Gürün, arşiv incelemesi sonucunda hangi asker kişilerin nerede bu nedenle Divan-ı Harbe verildiğini, kaç kişinin ölüm cezası ya da hapis ile cezalandırdığını çıkarmış bulunmaktadır. (Bu bilgiler için Gürünün adı geçen kitabında s.221-222e bakınız).
Bir Yahudi kadına kötü davrandı diye bir Nazi subayının ölüm cezasına çarptırıldığını hiç düşünebilir misiniz?
Ama bugün Vandaki müzeyi gezecek olursanız, Ermeniler tarafından öldürülen ve atıldıkları toplu mezarlardan çıkarılan Türk çocuklarının, kadınlarının, gençlerinin, yaşlılarının parçalanmış ya da bedenlerinden koparılmış kafataslarını, kurulmuş kemiklerini görürsünüz!...
SON SÖZ
Eğer bizde Ermeni düşmanlığı olsaydı
Bizleri soykırımcılıkla kalkanlar önce şu sorunun yanıtını vermelidirler: Osmanlı Devleti, Ermenilere tebaa-i sadıka der ve onları devletin kilit yerlerinde görevlendirir, ülkenin en varlıklıları yaparken devleti yönetenler birden cinnet getirmediklerine göre, tehcire (onların savlarına göre soykırıma) neden başvurulmuştur? Balkanlardaki uluslar kanlı isyanlarla bağımsızlık elde etmeye çalıştıklarında neden oralarda tehcir uygulanmamıştır?
ASALA terör örgütü diplomatlarımızı şehit ederken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan tek bir Ermeniye bile kötü gözle bakılmamış olması, Türk ulusunun bırakın soykırımcı olmasını, intikam duyguları bile beslemeyen bir ulus olduğunu dünyaya kanıtlamış olmalıdır.
Kaldı ki, biz öyle bir ulusuz ki, Ermeni isyanlarına ve Birinci Dünya Savaşındaki ihanetlerine karşın, bu olaylara karışmayan başka yerlerdeki Ermenilere hiç dokunulmadığı gibi, bizimle birlikte Ulusal Kurtuluş Savaşında omuz omuza çarpışanların ailelerine de İstiklal Madalyası vermişizdir. İstiklal Madalyasına hak kazanan bazı Ermeniler şunlardır:
Kiyork Gülsöken (Ankara Merkez Nakliye Katar Karargâhında er), Karabet Ayvat (Ankarada 21.Amele Taburu 3.Bölükte istihkam eri), Karabet Kargıcı (Beyşehirli), Artin Gülükyan (Kuva-yı Milliyeden, daha sonra Diyarbakırda er), Dr.Ohannes Kasparyan (Hekim yüzbaşı), Agop Özel (Zirli), Hırant Kiremitçi (Balkan Savaşında, Birinci Dünya Savaşında çarpıştıktan sonra Ankarada inzibat eri), Agop Ayık (Önce Kırşehir, sonra Eskişehirde er), Vahan Keleşoğlu (Batı Cephesinde er). (Ahmet Baydar: İstiklal Madalyalı Ermeniler; Milliyet, 27 Ekim-2 Kasım 1985).
Ayrıca, Atatürkün kendisine Türker soyadını verdiği Berç Keresticiyan, Ulusal Kurtuluş Savaşında yararlıkları görülmüş ve Cumhuriyet döneminde milletvekilliği yapmıştır.
Pendikyan Terziyan ve Hogasyon da M.M.Teşkilâtı elemanlarındandır.
Soykırımcı olmak bir yana, bir etnik guruba düşmanlık beslemek bile bu mudur?
Türk olmakla ne kadar övünsek azdır.
BİTTİ
http://yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=14725