Çağdaşlığı Ona Borçluyuz... / Şiar YALÇIN

Çağdaşlığı Ona Borçluyuz... / Şiar YALÇIN

İletigönderen TÜRKK » Pzr Eki 24, 2010 22:19

Kaybettiğimiz Şiar Yalçın’ın anısına

ÇAĞDAŞLIĞI ONA BORÇLUYUZ...

Gazi Mustafa Kemal, önce Ankara’da, otomobiliyle Çankaya’daki konutuna giderken ve hatta Büyük Millet Meclisi’nde öldürülmek istenilmiş ve bunun için bazı “keşifler” yapılmıştır. Ancak bu girişimlerin başını çeken eski Lazistan Mebusu Ziya Hurşit’in ağabeyi Faik Bey bunu haber almış ve Rauf Bey’e duyurmuştur. Bunun üzerine Ziya Hurşit uyarılmış, azarlanmış ve Ankara dışına çıkarılmıştır.

Böylece suikast planı pek şüyu bulmadan henüz “rüşeym halinde” iken önlenmiştir. Ne var ki bazı çevre ve kişilerde Gazi’yi öldürmek niyeti kök salmış olduğundan mutlaka uygulanmaya konulması için gizli hazırlık ve faaliyetlere devam edilmiş, bir yandan siyasi ihtirasları akıllarının biri karış üstünde olan İttihat ve Terakki’nin “komitacı” takımı, bir taraftan siyasal ve toplumsal devrimlere karşı çıkan mülga Terakkiperver Fırka’nın bazı unsurları ve nihayet kendi kişisel idealizmini ve demokrasi havariliğini bunların “siyasi emelleriyle tevhit eden” ve gözünü budaktan esirgemeyen sergerde Ziya Hurşit, birkaç paralı katili de aralarına alarak suikastı, Gazi’nin 1926 Haziran’ında çıktığı bir yurt gezisi sırasında İzmir’de gerçekleştirmeye karar vermişlerdir. Mutlu bir tesadüf eseri olarak, suç ortaklarından biri olan ve Gazi öldürüldükten sonra katilleri Yunan adalarından birine kaçıracak olan motorcu Şevki’nin ya pişman olarak ya da paniğe kapılarak olayı İzmir Valisi’ne haber vermesi üzerine hemen gerekli tedbirler alınmış ve suikastın elebaşıları kaldıkları otellerde suç aleti tabanca ve bombalarıyla birlikte kıskıvrak yakalanmışlardır. İstiklal Mahkemesi göreve çağrılmış, birçok tutuklamalar yapılmış ve 40-50 kişi İzmir’de Elhamra Sineması’nın salonunda yargılanarak içlerinden 13’ü vicahen ve biri (eski Ankara Valisi Abdülkadir) gıyaben idama mahkûm edilmişler ve ertesi günü İzmir’in çeşitli semtlerinde kurulan darağaçlarında asılmışlardır!

Maliye Nazırı Cavid Bey, Dr. Nazım Nail ve Hilmi Bey’lerle birlikte daha birçok eski İttihatçının davaları ise tefrik edilmiş ve bunlar, aralarında bir basın suçundan dolayı mahkûm olduğu “nefyi ebet” cezasını Çorum’da çekmekte olan Hüseyin Cahit Yalçın’ın da bulunduğu birtakım yeni sanıkların yanı sıra Ankara’da yargılanmışlardır. Fakat önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi bu artık bir suikast ve “taklib-i hükümet” davasından ziyade eski İttihatçıları tasfiye davasına dönüşmüştür. Ve bu yüzden de bu dava sonunda verilen idam kararları inandırıcı olmaktan uzak kalmıştır.

İzmir duruşmalarının sonunda verilen kararların da hukuka tamamen uygun olup olmadığı tartışılabilir. Nakıs teşebbüs safhasına bile intikal etmemiş olan (çünkü Ziya Hurşit ve arkadaşları, aynen motorcu Şevki gibi Atatürk İzmir’e gelinceye kadar her an tasavvurlarından vazgeçebilirlerdi) reisicumhuru öldürmek suçunun teşekkül etmediği açıktır. Kaldı ki ceza kanununa göre bu, ancak tam teşebbüs halinde idam cezasını gerektirir. Ama İstiklal Mahkemesi; sanıkları, cumhurbaşkanını öldürmeye teşebbüs suçundan değil, o zaman “taklib-i hükümet” diye bilinen ve yakın tarihimizde Menderes ve arkadaşlarına Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’a, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşına uygulanmış olan TCK’nin 146. maddesindeki yazılı suçtan mahkûm etmiştir.

Bunun da unsurları var mıydı, suç hukuken tekevvün etmiş miydi diye akademik düzeyde bir tartışma açılabilir ve bunun hiçbir sakıncası (ve de yararı!) olmaz. Ama son tahlilde şunu düşünmek ve kabul etmek gerekir: Yeni kurulmuş bir cumhuriyeti, laik rejimi yıkmak ve devrimci atılımları durdurmak amacıyla milletin kalbinde taht kurmuş bir vatan kahramanını öldürmeyi uzun zamandan beri tasarlamış ve nihayet bu planı tatbik mevkiine koymak için harekete geçmiş olan insanları savunmak mümkün değildir.

Yapılan veya yapılmak istenilen iş, kanunun hangi maddesine girerse girsin veya girmesin, bir cinayetti ve faillerinin “Takriri Sükûn” Kanunu’nun olağanüstü şartları içinde elbette hukuki incelikler bir tarafa bırakılarak ibret verici bir şekilde cezalandırılmaları gerekirdi, içlerinde Laz İsmail ve Gürcü Yusuf gibi suçu meslek edinmiş “eşirra”nın da bulunduğu bu cinayet şebekesinin bugün topyekûn, üstelik af değil de itibarının iade edilmesini istemek bir gaflet, dalalet ve hatta hıyanet değil de nedir? Evet, İstiklal Mahkemeleri zaman zaman icrai adalet yerine icrai siyaset etmiş ve rejimi korumak isterken masum insanları haksız yere mahkûm etmiş olabilir.

Ve bu insanların başında Atatürk gibi düşünmemiş de olsa kendi çapında bir vatanperver ve son derece namuslu ve çok iyi kalpli bir insan olan babam Cavid Bey gelir. Uğradığı acı akıbetin kurbanları da bir buçuk yaşında yetim kalan ben ve çılgınca sevdiği ve ancak birkaç yıl birlikte yaşayabildiği kocasını kaybeden annem olmuştur.


Atatürk’e dil uzatmak

Ama bütün bunlara rağmen ben Atatürk’e sadece bu yüzden bile olsa dil uzatmaktan hicap duyarım. Çünkü vatanın kurtuluşunu, bağımsızlığını ve beceriksiz yöneticilerin elinde düştüğü bugünkü hiç de parlak olmayan haline rağmen çağdaşlığını ona borçludur.

İhtilal, iç savaş ve benzeri gibi çalkantılı dönemlerde kurunun yanında yaşın da yandığı tarihte çok görül-müştür ve bu eşyanın tabiatında yatan bir şeydir. “Justice sommaire” (kısa yoldan adalet) denilen kavram ve uygulama; ihtilal ve “İstiklal Mahkemeleri” gibi olağanüstü yargılama mercilerinin kaçınılmaz bir özelliğidir. Ne mutlu bize ki Fransız ve özellikle Bolşevik ihtilallerinde olduğu gibi düzmece yargılamalar ve sorgusuz sualsiz infazlarla suçlu veya suçsuz on binlerle insanımız hayatını kaybetmemiştir!


(27 Mart 1994 Cumhuriyet)


ŞİAR YALÇIN, Cumhuriyet, 24 EKİM 2010
Kullanıcı küçük betizi
TÜRKK
Üye
Üye
 
İletiler: 152
Kayıt: Sal Mar 09, 2010 20:44

Şu dizine dön: Mustafa Kemâl ATATÜRK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x