ÇANTA

ÇANTA

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Eki 14, 2018 20:24

ÇANTA


“Çanta”yı aylardır yazacağım, kısmet bugüneymiş.

Geçen bahar, birden bire duyurulan, Cumhuriyet’in yönetim biçimiyle birlikte her şeyi değiştirecek, güdümlü muhalefetin hemen uyuverdiği o sıkıntılı baskın seçim günlerinde, gördüğüm bir düşten çok etkilenmiştim; hani günlük yaşamda bunalırsınız, gece düşünüzde bunaldığınız konu simgelerle sizi bulur, üstünüze karabasanlar basar ya, öylesi. Benim karabasanım, yiten çantamdı. Daha o zamandan beri yazacağım çantayı.

Bir toplantıdaymışım, kara yumuşak deriden, çok gözlü, kocaman, içi tıka basa dolu okul çantam (öğretmen çantası) kayıp gidiyor elimden, çantanın arkasından koşuyorum, ne yapsam onu bir türlü yakalayamıyorum. Çıkıp gideceğim oradan, nasıl gideyim çantam olmadan... Derse giremem, hazırlık kağıtlarım içinde, kalemim, not defterim... Bir ömürlük emek, geçmişim içinde... Çantam çantam diyerek inildeyerek uyanmıştım.

Çanta, cep görevini görür bilirsiniz. Cepsiz bir giysiyle kendimizi nasıl hissederiz, çantasız da öyle. Cebimize sığmayanı çantaya koyarız.

Eskiden dağarcık, heybe varmış çanta yerine. Heybenin gözüne değerli eşyalar konurmuş. Dağarcık adlı meşin torbacığa da yola çıkan, yolda gerekeni doldururmuş.

Heybe, eskiden eyere geçirilen iki gözlü torbayken, şimdi omuza geçirilen tek gözlü torba çantanın adı.

Hoca’nın heybesini yitirmesini, yoksa gösteririm gününüzü, bulun heybemi diye etrafa korku salmasını, heybe bulununca da, bulamasak ne yapacaktın diyenlere, boynunu büküp, “Eski kilimi kırkıp ondan heybe yapacaktım” demesini heybeden söz edilince nasıl anımsamaz insan...

Para çantası çıkmadan önce keselere konurmuş paralar, altınlar. Keseyle sayılırmış bir malın ederi. Üç kese altın, beş kese altın... Beyler, padişahlar kese kese altın saçarlarmış kullarına, günümüzdeki gibi.

Şimdi keselere değil, çantalara da değil, ayakkabı kutularına konuyor çalıntı paralar, evlerde istifleniyor. Yakalandın mı paracıklarınla, banka müdürü de olsan kurtuluş bahanesi bu, “Bankaya yatırmadım, çünkü bu paralarla İmam Hatip yaptıracaktım.”

Alışveriş çantası, pazar çantası, okul çantası, iş adamı çantası, takı çantası, makyaj çantası, ilkyardım çantası, ilaç çantası, asker çantası, bilgisayar çantası... Kullanılma yerine göre ad alan çantalar. Çanta delikliyse, ipten örülüyse adı, file. Naylon torbalar çıkmadan, çevreyi, böyle geri dönüşü zor bir şekilde kirletmeden önce, file kullanılırdı her evde. Fileyi, cepte taşır, içine, ipinin kalınlığına, sağlamlığına göre de ne istersen koyardın.

El çantası, sırt çantası, bel çantası, kol çantası, omuz çantası... kullanma biçimine göre çanta adları.

Doktor çantası, en ilginci çantaların. Şöyle ağır, yerinden kalkmayan, koyu renkli efendi çantalarına doktor çantası gibi denmez miydi?

Öyle çok çanta türü var ki günümüzde, say say bitmez.

Annelerin bebek taşıma çantası, avukatların evrak çantası, becerikli kadınların yanlarından ayırmadıkları örgü, dikiş çantası. Ressamların boya çantası. Sporcunun spor, müzisyenin keman çantası. Yazın kullanılan plaj çantası, uçak yolcularının kollarının altında pasaport çantası... Gece elbiseleriyle kullanılan kulpsuz, sapsız çantalar.

Alışveriş torbaları da çanta işlevi görürler. Plastikten, bezden, kağıttan alışveriş torbaları... Çantalar da, deriden, yapay deriden, bezden, yünden, kıldan, keçeden, ipten, hasırdan, naylondan... akla gelen her üründen yapılırlar.

Bunların en pahalıları, deriden yapılanlardır demeyin, yanılırsınız. Marka diye bir şey duymadınız mı hiç? Sıradan bir malzemeyle üretiyor malı, markasını görünecek şekilde basıyor üstüne ürettiği malın. Benzerlerinin en az on beş - yirmi katına da satıyor. Kolay kazanılmış çok parası olan, yine Hoca’nın öyküsünde olduğu gibi, değeri, üstündeki peştemal (örtü) olan değersiz insanlar kendilerine nasıl değer verdirecekler? Hamamda Timur, küçük dağları o yaratmış ya, böbürlenerek Hoca’ya sormuş, söyle ben ne kadar ederim? “Elli akçe!” “Ne, üstümdeki peştemal o kadar eder, ben sana kendi değerimi soruyorum Hoca!” Hoca kimseden sakınır mı, doğru sözlüdür: “Ben de zaten yalnızca peştemala değer biçmiştim!”

Değersiz insanlar da, aynı böyle, sarındıkları çulun, giydikleri ayakkabının, kollarına taktıkları çantanın parasal değeriyle kendilerine değer katıldığını sanırlar.

Ne sesi, ne yetisi, ne tanrı vergisi güzelliği olan arsız şarkıcı kadın, kolundaki çantanın bir ev parası kadar pahalı olmasıyla kıvanç duyuyor, kendini değerlenmiş sanıyor. Duyuyoruz falanın kolundaki çanta elli bin avroymuş, şu anda taktığı yalnızca otuz beş bin; ekonomik krizde sözde artırım (tasarruf) yapıyor kendince...

Kimi çantalara takar kafayı, kolleksiyonunu yapmaya kalkar, her gördüğü çantayı satın alır. Evinde kitaplık gibi bir çanta dolabı oluşur, her boydan, her boyuttan onlarcası... Onları, yılda bir kullanma sırası ya gelir ya gelmez, yine de çanta gördü mü dayanamaz.

Çantalar, aslında kullanıldıkça, ömrünün çağlarına tanıklık ettikçe, bir de armağansa sevgiyle anımsadığın birinden, değerlenirler. Maraş Lisesi’nde çalışırken, Maraş’tan armağan, dokuma işlemeli küçük heybe çantam şu an kitaplıklarımdan birinde, evde, kalemlik olarak asılı durur. Gördükçe gözlerim buğulanır, ilk öğretmenliğimin unutulmaz yıllarına, Cumhuriyetimizin en çağdaş dönemine gidiveririm... Ecevit’in Karaoğlan yılları.

Öyle bir çantam daha vardı benim. Almanya’da öğretmenlik yıllarımda aynı okulda çalıştığım, İtalyan öğretmen, İtalya’ya kesin dönerken fazla eşyalarını dağıtmış, evdeki çantalarından birini de bana armağan etmişti. İçi koyu yeşil desenli, ipekle kaplı, heybe biçiminde, tabanı dikdörtgen, içine rahatça dosya, defter, kitap koyabileceğin, koyu bej renkli, omuza takılabilir uzun saplı, sapın iki ucuna püsküllü deri eklenmiş, içinde ayrıca para çantası koyabileceğin fermuarlı bir gözü olan İtalyan malı bir çanta.

Türk malı, kendi okul çantamın yanında, arada kullanırdım onu da. Her kullandığımda da, arkadaşımı anardım, çalışırken birbirimize yardımcı olduğumuz, birlikte öğrencilerimizle parklara, ormanlara geziler yaptığımız, arada dertleştiğimiz, ben Türk çocuklarına Türkçe öğretirken, o da, İtalyan işçi çocuklarına İtalyanca öğreten, Türklere saygılı, cıvıl cıvıl kaynayan İtalyan meslektaşım. Üstelik, batıl inançlı, erkek kardeşinin uygunsuz yabancı evliliğinin (Rus) papaz büyüsüyle olduğuna inanan, bunun için yüzlerce kilometre ötedeki büyücülere başvuran, en sonunda büyüyü bozdurmayı da başaran, bunları yana yakıla anlatan çılgın kadın.

Neyse, herkes bir yana savruldu, aradan yıllar geçti. Son günlerde bu armağan çantayı yolculuklarımda kullanıyordum. İçine yolculukta ne gerekiyorsa doldur, sonra da ayağının altına, istediğin yere koy çantanı, omuzda da taşı, istersen sapını bük eline al. Öyle de bir deriden yapılmış ki çanta, kullan kullan eskimiyor, yalnızca içteki astarı yıprandı, tiftiklendi, yer yer eridi.

“Kırk çanta, kırkının da astarı eprimiş, sapı kırık kırk çanta.”

Ne yapılır böyle bir çantaya? Astarını onartmak, olmadı, değiştirtmek. Tam o günlerde bir dikişçinin, işi; tente, perde, gölgelik, arabalara kaput dikmek, eskileri onarmak olan bir kişinin reklamına kapıldım:

“Ne düşünüyorsun, bu işi yaparsa bu usta yapar, elinden gelmeyen yok, her tür dikiş için makinesi var, gör çantanı nasıl adam edecek.”

Bir de aceleye getirdiler insanı, düşünme payı bırakılmadı: “Aman adam yakında buralardan göçecek, Azerbaycan’a yerleşecek, yeni eşinin yanına, elini çabuk tut ha!” dediler.

Hiç düşünmeden, ölçüp biçmeden mesleği çanta-ayakkabı tamircisi olmayan, bu işte yetişmeyen birinin eline tuttum çantamı veriverdim. Astarı için de evden, kullanılmayan bir ipek gömlek. “Olur mu?” “Yok, bu gömlek güzel, kesmeye kıyamam, ben giyerim, başka kumaş getir.”

“Bu para çantasını da onarır mısın, yanının dikişi sökülmüş.” “Olur.”

O gece yaptığımın saçmalığını, çantamın bozulacağını içim ezilerek anladım, sabah geri almaya karar verdim. Dursun bakalım, belki İstanbul’a bir tanıdığım aracılığıyla bu işin kurdu bir el sanatçısına çantayı tamire gönderirim, dedim. Orada ölüyü dirilten çantacılar var.

Çok geç imiş... Çantanın çoktan astarı sökülmüş, yerine verdiğim gömlekten yeni astar takılmış. Pazar torbası gibi astarı üstten büzerek dikmiş usta. Fermuarlı cebi de, kumaşını kıvırmadan kumaş kesiklerinin tiftikleri görünerek öylece dikmiş. Çanta olmuş kaba saba, özensiz, eğreti dikişli, aslıyla hiç ilgisi kalmayan bir sıradan çanta. Dışı aynı, içine şöyle bir bakınca çarpılıyorsun, "Ne bu?" diye. Para çantası da aynı. Sökük yerinin üstüne onlarca kez gidilmiş, kat kat dikişle sıkıştırılmış. O yumuşacık para çantası olmuş kazık.

Bunları, bir an gördüm, çarpılmış gibi çantayı bir yana attım, bir daha da kaç ay elime alıp bakamadım.

Aldı beni bir düşünce. Bir iş ustasına verilmeli, usta, usta mı denenmeli, yaptığı işleri görmeli, emin olmalı. Çok değer verdiklerini, bilmediklerine teslim etmeyeceksin, gözünü açacaksın... Çanta bir örnek burada. Yoksa senin geçmişini, geleceğini, ülkeni, en değerli varlıklarını alır, bozar, değiştirir, tanınmayacak durumda önüne atarlar.

Belki iki üç ay hep bu konuyla uğraştım içten içe:

“Memleketin hali, bak çantanın hali...” dedim durdum.

O arada bir umut ışığı doğdu. İlçedeki bir terzinin inanılmaz becerisine şahit oldum. Verilen bir deri ceketin eskimiş astarını değiştirmiş, gördüm yapılan işi. O kadar mı ustalıkla onarılır bir deri ceket. Dünyanın ünlü terzileri eline su dökemez.

Çantacı değil, ayakkabıcı değil, bu kişi bir terzi. Kapıdan kovulmayayım, “Bir çantam vardı, böyle oldu, düzeltme olanağı var mı acaba?” deyince.

Sonra çekinmedim, dedim. “Ben çantacı değilim!" dedi kibarca ilk önce.

“Olsun, deri ceketin astarını nasıl değiştirdiğinizi gördüm. Kurtarın çantamı, benim için önemli, eskiydi ama kullanıyordum, geçmişimin simge eşyalarından biriydi...”

Verdim, astarı torba gibi üstten büzülmüş, astarın sökülen iplikleriyle içler acısı bir görünümdeki çantamı. Bir hafta bekledim. Her gün çanta üzerine düşünceler üreterek, çantalarla boğuşarak... Düşündüm, durdum: Ustadan ustaya nasıl fark olduğunu, kanmayı, kandırılmayı, bir işi aceleye getirmenin kötülüklerini... Bozulanı düzeltmenin güçlüklerini...

O gün geldi çattı, gittim aldım çantayı...

Eski orjinal haline pek yaklaşmış, torba gibi büzülü astarın yerine, eskisi gibi üstten dikişli eklenmiş yeni astar, cebi düzeltilmiş... Al, gönül rahatlığıyla kullan...

Çanta, eskisinin aynısı olmamış doğal olarak ama bozanın bozdukları ortadan kaldırılmış. İçin yanmadan, üzülmeden bakabiliyorsun çantana.

Çanta deyip geçmeyiniz.

Hiçbir şey çantada keklik değildir.

Çantadan yetişmeleri göz ardı etmemeli...

Çanta, burada bir ömrü özetliyor. Bir aymazlığı aynen ortaya koyuyor...

Düşündürüyor...

Feza Tiryaki, 14 Ekim 2018
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x