
16 Mart Beyazıt Katliamında siz vardınız, o zaman ülkücü faşisttiniz şimdi de AKP'li!
İki gün önce 16 Mart Beyazıt katliamı ile ilgili açılan dava zamanaşımı nedeniyle düşürülmüştü. Tarihin ironisi işte, pek şatafatlı ve de medyatik “Ergenekon” davası Silivri’de görülmeye başlandığında, Kontrgerilla (devlet) katliamları dendiğinde ilk akla gelen 16 Mart Beyazıt katliamı davası da Sultanahmet’teydi ve dava düştü! İslamcı medyanın objektifleri Ergenekon’daydı, basının diğer kısmı ise ister istemez 16 Mart duruşmasına da değinmek zorunda kalmıştı
Gittikçe bir muammaya dönen ve sürüncemelerle ilerleyen Ergenekon davası halkın gözünde ilk etkisini yitirmeye başladıkça AKP’ci medya konuyu çeşitli biçimlerde ara ara ısıtmak zorunda kalıyor. İşte tam da böylesi bir ortamda iki vakayı bir araya getiren Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne bugün bir yazı yazdı. Türköne gibilerin 16 Mart Beyazıt Katliamına dönük gerçekleri gizleme çabalarını ve çarpıtmalarını düzeltmek ve bu propagandalarıyla AKP açısından bugüne dair esas amaçlarını tekrar tekrar teşhir etmek zorunluluğu ve sorumluluğu da bize düşüyor.
Mümtaz’er Türköne: “Ergenekon’un 16 Mart katliamı”
Beyazıt’ta 7 devrimci öğrencinin katledildiği ve 50’ye yakın öğrencinin de yaralandığı 16 Mart 1978 yılında Ankara Siyasal’daki öğrenciliğinin son yılında olan Mümtaz’er Türköne, Zaman gazetesinde yer alan köşesinde bugün bir iddiada bulunmuş. Meğer 16 Mart katliamı davası zamanaşımından düşürüldüğü gün Silivri’deki davada yargılanan “çetenin tarihteki uzantıları” yapmış olayı da haberimiz yok!
Mümtaz’er Türköne demiş ki:
“Toplam 18 kişiydik. Mülkiye'ye normal bir öğrenci olarak giremiyor ve dersleri takip edemiyorduk. Polis nezaretinde, diğer öğrencilerden yalıtılmış şekilde bize tahsis edilen Taş Oda'da sadece sınavlara girebiliyorduk. İçimiz öfke doluydu. Bizi okula sokmayanlarla, 16 Mart'ta İstanbul Üniversitesi'nde katliama uğrayanlar aynı siyasî görüşü paylaşıyordu. Ama bizler, hepimiz bu olayı duyunca önce şok olduk, sonra üzüldük. Çünkü bu eylem bizim öfkemizin uzantısı olamayacak kadar acımasız ve caniceydi.
O dönemi yaşayanlar bilirler. Hiçbir grubun bu kadar rafine bir eylem kapasitesi yoktu. Bu olay tıpkı 1 Mayıs 1977 gibi bir kontrgerilla eylemiydi. 12 Eylül'e yaklaşan günlerde temposu artan cinayetlerin arasında çok sayıda benzer eylem yer aldı. Hiçbir ideoloji, ama hiçbir ideoloji 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nin bahçesindeki katliamı gerçekleştiremezdi. Çünkü böyle bir eylemden hiçbir ideolojik grup çıkar sağlayamazdı. Tıpkı Ankara'da Ziraat Mühendisleri Birliği'nin önünde üç kişinin ölümüyle sonuçlanan katliam gibi. Ölenler ülkücüydü, ama öldürenler iddia edildiği gibi Dev-Yolcu değildi. Bu katliamın failleri de 16 Mart'ınkiler gibi karanlıkta kaldı.”
“Bugün, aradan geçen 30 yılın sonunda 16 Mart Katliamı dosyasının zamanaşımından kapatılmasının tek mantıklı açıklaması var. Bu katliamın, devletin derinlerine yuvalanmış bir terör organizasyonu tarafından gerçekleştirildiği. Öldürülen yüzlerce, hatta binlerce insan gibi, 16 Mart 1978'de can veren 7 gencin katillerine ancak Silivri'de görülen davanın izini sürerek ulaşabileceğiz. Bu davayı sulandırmaya, cımbızla ayrıntıları çekerek çürütmeye çalışanların 16 Mart katliamının ve benzer katliamların üstünü örtmeye çalıştıklarını, katliam suçuna ortak olduklarını bilmeleri lâzım.”
Mümtaz’er Türköne diyor ki “bu eylem bizim öfkemizin uzantısı olamayacak kadar acımasız ve caniceydi… Hiç bir grubun bu kadar rafine bir eylem kapasitesi yoktu… Böyle bir eylemden hiçbir ideolojik grup çıkar sağlayamazdı…” Fakat, 16 Mart katliamından epey sonra ele geçirilen 7 Mart 1978 tarihli ve o zaman ki İstanbul Emniyet Müdür muavini Şükrü Balcı’nın imzasını taşıyan bir belgede aynen şunlar yazılıydı: “Sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde 8–10 gün içerisinde bu grup üzerine dinamit atılacaktır”. Bahsi geçen ve gerçekten de 9 gün sonra patlayacak olan dinamit, ABD’den Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hibe edilen TNT tahrip kalıbıydı. Ve bu kalıp bir yüzbaşı tarafından Ülkücü Gençlik Derneği Ankara Şubesi Başkanı Abdullah Çatlı’ya teslim edilmişti! Ardından gelişen olaylar ise ayrıntısıyla biliniyor. (Can Dündar’ın hazırlamış olduğu “16 Mart” belgeselinde de Beyazıt katliamına giden süreç ve sonrası bütün isimlerle -Çatlı’dan Mehmet Gül ve Reşat Altay’a- ve kurumlarla gün gün, dakika dakika anlatılıyor. Merak edenler izleyebilir.)
O yıl Mülkiye’de öğrenci olan ve kendisi de Ülkücü Gençlik Derneği üyesi olan Mümtaz’er Türköne’nin bunu “bilmemesi” ilginç tabi. Tıpkı Türköne’nin “lanetlediği” kontrgerillanın en önemli bileşeninin MHP ve onun gençlik teşkilatlanması olduğunu bilmemesi gibi! Ülkücü faşistlerin başta polis teşkilatı olmak üzere, askerle ve bir dizi resmi ve yarı resmi kurumla işbirliği halinde çalıştığı, komando eğitimlerinden geçtiği, ellerine bizzat resmi makamların silahlarının verildiği ve bu faşistlerin o zaman oldukça gelişkin olan toplumsal muhalefet güçlerine, ilerici aydın bilim insanlarına ve özellikle devrimcilere dönük saldırılarda “komünizme karşı mücadele” adı altında önemli roller aldıklarını herkes biliyor. Aynı mekanizmanın kimi farklılıklarla birlikte bugün de işlemediğini kimse iddia edemez!
Gerek 70’lerdeki gerekse de o günden bugüne yapılan suikastları, katliamları çarpıtmak faşistlerin ve devlet makamlarının öteden beri başvurdukları bir yoldur. “Dış mihrakların” yönlendirdiği sulandırılmış ve muğlaklaştırılmış bir “kontrgerilla, derin devlet tanımı” yapar ve onu suçlu göstererek kendilerini halkın gözünde aklamaya çalışırlar.
Ancak söz konusu kişi Mümtaz’er cinsinden olunca durum daha bir renkleniyor. Zira kendisinin siyasi hayatı de pek renkli. 70’lerde “ülkücü” bir faşist, 80’de Özal’ın dizinin dibinde bir “sağcı entelektüel”, 90’larda Tansu Çiller’in danışmanı, bugün ise Fethullahçı bir “aydın” ve AKP’yle hısım akraba olmuş bir akademisyen… Anlaşılan hangi dönem kim “güç” olduysa Mümtaz’er kişi oraya kapağı atmış! İş kapağı atmakla bitmiyor, kendisinin gençlik yıllarında da özellikle vurgulamış olduğu gibi “sağın kendi aydınlarına ihtiyacı var”… Mümtaz’er Türköne bugün bu işlevi layıkıyla yerine getiriyor mu? Getiriyor! Örneğin, 96’da Susurluk kazasının ardından kontrgerillanın ipliğinin “halk tarafından” yakalandığı bir ortamda dönemin başbakanı Tansu Çiller’e “milliyetçi-maneviyatçı” birikimiyle danışmanlık yapıp şu veciz sözleri söyletenin de kendisi olduğu rivayet edilir: “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir”… Şimdi aynı Mümtaz’er “darbe karşıtı”, “liberalizm ve demokrasi sevdalısı” bir Fethullahçı ve AKP’li. İkinci eşinin AKP’den milletvekili olduğunu da belirtmeli.
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne 16 Mart’ta dair bilinen pek çok gerçeği atlayarak Ergenekon’a bağlanıveriyor. Ergenekon duruşmasıyla aynı gün yapılan 16 Mart katliamı davasının duruşmasında zamanaşımından “yırtan” 3 sanık hakkında tek laf etmeden, bu katliamda adı geçen Zülküf İsot, Mehmet Gül, Abdullah Çatlı ve Reşat Altay gibi sivil ve resmi görevli faşistlerin adlarından tek laf etmeden, üstelik bu isimleri dolaylı olarak “bu eylem bizim öfkemizin uzantısı olamayacak kadar acımasız ve caniceydi” gibi cümlelerle “aklayarak”, nereye varmamızı istiyor? Diyor ki 16 Mart gibi katliamların açığa kavuşturulması için bugün yapılabilecek tek şey var o da Ergenekon’a yoğunlaşmak. Hatta diyor ki Ergenekon’u ciddiye almayanlar 16 Mart’taki gibi katliamlara “ortak olurlar!”
Bu bakış açısı Mümtaz’er Türköne ile aynı bakışa sahip diğer pek çok islamcı-liberal-muhafazakar kalem erbabı tarafından birkaç aydır özel olarak propaganda ediliyor. Üstelik sadece 16 Mart Katliamı için değil; 1 Mayıs 77, Maraş ve Çorum gibi katliamlardan Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu suikastları için de aynı yöntem kullanılıyor: “Ergenekon’a yoğunlaş!”, “Ergenekon’un uzantılarına yoğunlaş!”, “Ergenekon’la aynı zihniyeti paylaşanlarla hesaplaş!”, “Ergenekon’la benzer zihniyeti paylaşanları uyar!”, “Ergenekon davasını açma cesareti gösteren AKP’yi yüreklendir!”, “AKP’yi sevmesen de darbe karşıtlığı ve demokrasi aşkına bu tür konularda AKP’ye karşı olma, destek ver!”…
Halka dönük yaygınlaştırılan bu propagandanın esas muhataplarından birisi de haliyle yıllardan beri devletin bu katliamlarına maruz kalan ve bu katliamları unutturmayan soldan başkası değil. “Hani bu katliamların açığa çıkarılmasını istiyordunuz? O halde bize (AKP’ye) destek verin” çağrısı bu yönüyle katliamların “Ergenekon ucubesi” vesilesiyle “üstünün örtülmesini” sağladığı gibi AKP’nin geçmişten devraldığı kirli ilişkilere ve bugün devam ettiği halk düşmanı politikalarına karşı halkın egemenlere karşı muhalefetini dumur eden bir işlev de görüyor.
Türköne diyor ki: “Tekrarlamaktan bıkmayalım: Türkiye, Soğuk Savaş döneminde bütün NATO ülkelerinde oluşturulan karşı gerilla örgütünün bizdeki uzantısını yargılıyor. Yargılanan örgüt, 16 Mart katliamını yapan örgütün 2008 modeli. Elbette 30 yılda çok şey değişti. Bu örgütün amaçları, yöntemleri ve araçları değişti. 30 yıl önce üniversite öğrencilerini öldüren örgüt 30 yıl sonra Danıştay hakimini öldürdü. Ama bu örgütün genel yapısı hiç değişmedi.”
Kontrgerilla denilen yapılanmanın soğuk savaş döneminde kuruldu ve NATO ile de ABD ile de ilişkisi var. Bunu zaten herkes biliyor. Ama Türkiye’de bu ilişkinin sermayenin, devletin ve askerin en üst makamları eliyle örgütlendiğini de herkes biliyor. Bu tarz yapılanmaları devletin yönetme mantığından, halka karşı konumlanışından ayırmak mümkün değildir. Nasıl ki 70’lerde “komünizme karşı mücadele” adı altında gerici, milliyetçi, tarikatçı ilişkiler devlet güçleri eliyle palazlandırıldı ve halkın muhalefet örgütlerine, aydınlarına, sendikalarına, devrimci öğrencilerine karşı kullanıldıysa aynı şey bugün de yapılıyor.
Türköne gibilere kalsa bu yapılanmalar pek çok ülkede devletten arındırıldı, cezalandırıldı, bir Türkiye’de bu becerilemedi! Bu bakış açısından var olan iktidar “ak” gösterilip tüm suç marjinal bir çeteye havale ediliyor. Ergenekon’da yargılanan isimlerin çoğunun hiç de “temiz olmadığını” biz de biliyoruz. Ancak, bu isimlerin egemenler tarafından “artık işlevsiz” olduğunu ve kurulan yeni siyaset düzlemine ayak uyduramayan “kirli isimler” olduklarını da biliyoruz. Tüm dikkatlerin artık işe yaramayan bu kirli birkaç isme yoğunlaştırılması bugün de belli makamları tutan pek çok ismin “aklanmasını” sağlamayı amaçlarken diğer taraftan bugün TSK ve özellikle de AKP eliyle yeniden kurulmakta olan ve halka karşı daha tehlikeli boyutlara varmış olan örgütlenmenin gözden kaçırılmasını amaçlamaktadır.
6 senedir iktidarda olan AKP, elindeki bütün gücüyle 16 Mart 1978’de Beyazıt’ta gerçekleştirilen devlet katliamındaki zihniyetten farklı bir zihniyetle çalışmamaktadır. Beyazıt katliamının sorumlularının hesap vermesi ancak bugünkü saldırıların sahiplerinin de hesap vermesiyle mümkün olacak. Beyazıt katliamının sorumluları eninde sonunda hesap verecekler, bunu bu ülkenin onurlu halkı ve öğrencileri sağlayacak ama asla AKP değil! Nedenini anlamak için üniversitelerin ve ülkenin bugün içinde bulunduğu duruma bakmak bunun için yeterli.
Fethullahçı Özcan’a yumurta attığı gerekçesiyle yargılanan Kocaeli Üniversitesi’deki arkadaşlarımızı “Ergenekon” değil, AKP yargılıyor! Ankara AKP il binası önünde eylem yapan üniversiteli arkadaşlarımız kıyasıya saldırıya uğruyor. Bunu AKP yapıyor! İTÜ’nün açılışında Tayyip’i protesto eden arkadaşlarımız gözaltına alınıyor. Bunu Tayyip bizzat yapıyor. Çukurova’da, Samsun’da üniversitelilerin konuşma hakları bile ellerinden alınıyor. Bunu AKP yapıyor.
İşkence’de insanlarımız katlediliyor, yasal olarak hakkı olan muhalefet etme hakkı bile halkın elinden alınıyor ve polis eliyle halka, öğrencilere zorbalık yapılıyor, Kürt halkına İsrail kesiliniyor!… Çünkü neo-liberalizmin piyasacılığını ve gericiliğini bu ülkede başka türlü örgütlemeleri, halkın yoksulluktan gelen tepkisini, demokrasi, özgürlük ve kendini ifade etme özlemlerini başka türlü bastırmaları mümkün değil. Demokrasi, eşitlik ve özgürlükleri koruma üzerine kurulu bir AKP değil, bastırma ve zor kullanma üzerine kurulu bir hükümetten 16 Mart’ın katillerini cezalandırmasını elbette bekleyemeyiz, ancak Mümtaz’er Türköne gibilerin çarpıtmalarına da gelmeyiz!
Evet, Ergenekon’da adı geçen bir dizi kirli isim halka karşı işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılmalı ama “Ergenekon sayesinde” kapsam dışı bırakılan bütün kirli isimler de yargılanmalı. Daha önemlisi tam da bugün halka karşı suç şebekesi gibi çalışan AKP yargılanmalı!
Kaynak