
* * *
HSYK’nın birkaç gün önce eksikleri ile açıkladığı “kumpas davaları ders olarak okutulsun” tespitini 2010 yılında bu sütunlarda “Silivri olağanüstü bir laboratuvar. Bilim yuvaları üniversitelerimizin sadece hukuk fakültesi öğrencileri değil, sosyoloji, psikoloji, tıp, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, tarih ve fen-edebiyat fakülteleri dahil olmak üzere tüm üniversite öğrencileri Silivri’deki duruşmaları izlemez ise asla okullarından mezun olmamalı. Yüksek lisans ve doktora talebeleri buradan geçmeden diploma almalıdır” diye yazmıştım. Ne yazık ki hâkim ve savcılar şu fakirin sosyolojik değerlendirmesini eksik anlamış. Evet, hukukta usul, esastan önce gelir. Lakin hâkim kanaati hükmün en önemli unsurudur. Bazı hâkimler halen siyasetin yoğun baskısı ile bürokrasi hazretlerinin etkisi ile bağımsız karar veremiyor, adaletin bir an önce tecellisi yerine zamana oynamayı tercih ediyor. İçtihat kararları orta iken bir an önce “beraat” hükmünü açıklama yerine usule dayanarak işi uzatmaya çalışanların, her haliyle “görevli” olduğu bilinen sözde tanıkları dinleme, bilir kişi heyetlerinden ayrı ayrı rapor istemesi yine usul adına savcının mütalaası için vakit vermesine anlam veremiyorum. İzmir’deki Casusluk Davası’nı izleyerek tarihe not düşmek için duruşma salonunda yerimi aldım. Söz konusu davanın hukuksuzca iddianamesini hazırlayan savcı Zafer Kılıç ve tutuklamaları haksızca gerçekleştiren hâkim Serdar Ergül ile ilgili HSYK, gecikmiş de olsa soruşturma kararı aldığı sırada, beraat kararının beklendiği duruşma salonunda kriminal tip olan Alaaddin Aydın’ın cezaevinden verdiği tanık olma dilekçesi işleme konularak canlı görüntü ile saçmalıklar anlatması çadır tiyatrosunu çağrıştırdı. Dahası Ergenekon Davası’nın ünlü “Osmanım...”ını hatırlattı.
* * *
Silivri’de ırz düşmanı, şizofren, kiralık katil, terör örgütü yöneticileri, ruh hastaları, yalancı tanıklara çok rastladık. Firari savcı Zekeriya Öz ile beraber kaçan, işten el çektirilen hâkim ve savcıların çeşitli cezaevlerini gezerek “gizli tanık” arayışları da unutulmuş değil. Hem gizli hem de açık tanık olana “Osmanım...” diye duruşmada hitap ettikleri de kayıtlara geçti. “Benim eski eşim Gülizar’ın arkadaşı olan Narin Korkmaz ile üç kadın Afyon-Dinar’daki evime geldiler. Çantalarının içinde 4 silah ve susturucular vardı. Bunları polis bulduğu halde işlem yapmayarak beni konuşursan iyi olmaz diye tehdit ettiler. Bir milyon dolara anlaşmıştık. 40 bine lira verip beni çırak çıkardılar” gibi saçmalıkları anlattı. Tanıyorum dediği isimleri kameraların göstermesine rağmen tanıyamadı. Hâkimin “daha önce başka davalarda tanıklık yaptın mı” sorusuna “çook” cevabı vermesi de güldürdü. İzmir’deki kumpas davalarının inşasında her şeyden habersiz baş rol verilen Narin Kokmaz da dayanamayarak “bunun iftiraları yüzünden suç duyurusunda bulundum. Asla tanımıyorum. Kaldı ki davanın sonuna gelinmişken böyle bir tanığın ortaya çıkarak dinlenmesini de manidar buluyorum” sözleriyle haklı olarak isyan etti. Bu arada parantez açıp Narin’e dikkat çekmek istiyorum. Narin ile beraber Safiye’nin öyküleri iyi bilinmeli. Ülkemizdeki tüm genç kızlara örnek olabilecek bir çalışma ile bu kızların hangi yöntemle kullanıldıkları yazılmalı. Bu konuya devam edeceğiz.
Yavuz Selim DEMİRAĞ, 11 Şubat 2016
ysd592@gmail.com