ÇELİŞKİ
“Mustafa Bal’ın babası, Remzi Bal vefat etmiştir.”
Cami hoparlöründen, okunan salânın ardından böyle açıklanıyor ölen kişi. Ölen yaşlı diye birey sayılmıyor. Kadınlara bu ayrımcılık yapılıyor da erkeklerde duymamıştım. Sordum bu durum alışılmış bir deyiş mi? “ Belki de oğlu ünlü, varsıl, tanınmış biri.” dediler. Olabilir, dediler. Günümüz, gücünle adam sayılma günü ya, iktidarın imamları bu durumu neden benimsemesin, kullanmasın. Oğlunun adıyla veriliyor ölüm duyurusu bir adamın. Ölen kadınsa zaten bu zihniyete göre adıyla tanıtılmasına imkân yok. Kimin kızıysa, kimin karısıysa onun adıyla bildiriliyor kimliği öldüğünde. Evlenmemişse babasının, evliyse kocasının adıyla uğurlanıyor. Falanın kızı, falanın eşi diye. Erkeklerde böyle değil. Adın soyadın deniyor yalnızca.
“Vefat eden Serhat Parlak’ın annesi Fatma Parlak.” demişlerdi geçen ay ölen bir kadının salâsında. Günümüz Türkiye’sinde bir Cumhuriyet kadını, oğlunun adıyla bireydi, bir kimlikti.
Yoksul yaparsa adı fahişelik, varsılın yaptığı aynı davranışın adı çağdaşlıktır, bilirsiniz. “Hanım kırarsa kaza, halayık kırarsa ceza!” denmez mi? Güç kimdeyse her yaptığı olağan sayılır. Bu iktidarın gününde, kadını eve hapsetmek isteyen, okullarda kızı erkeği ayırmak isteyen, okullarda erkek sınıfları oluşturan, otobüsleri, plajları ayıran, eskiye dönüşü hedefleyen, kadının gebeyken bile ortada dolaşmasından rahatsız olan bir anlayıştan başka ne beklenebilir…
Dinin, ülkemizde, başka islâm ülkelerindeki gibi gericiliği temsil etmesi, buna alışma, kadına değer verilmemesini olağan görmeye başlama. Asıl korkacağımız durum bu.
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak kadının ülkemizde aldığı yol, sonra düşürüldüğü durum, başı sıkma başlı, Arap kızları gibi giyimli Türk kız öğrenciler, öğretmenler, başı takkeli, entarili, sakallı erkek din ve devlet görevlileri…
Çelişki burada. Yasalarla, uygulamanın birbirini tutmaması, birbiriyle çatışan iki anlayışı yaşama… Bir yanda hâlâ yürürlükte olan Eğitim Birliği Yasası, bir yanda türlü çeşitli eğitim, sömürge ülkesi eğitimi, Türkçeden başka dillerde eğitim, İmam –Hatip eğitimini her tür okula yayma, bu tür eğitimi öne alma, eğitimimiz, tut kelin perçeminden misali…
Yine 19 Mayıs sabahı camiden sabahın yedisinde selâ veriliyor, bir ölümün duyurusu yapılıyor. Camiden, böyle toplantı, bir devlet yetkilisinin bölge ziyareti, önemli günlere mevlit, aşure pişirme, askere uğurlama gibi çağrı duyuruları da yapılıyor. Bu salâdan sonra bayram kutlama mesajı da verilecektir mutlaka dedik, bekledik. Hem de sabahın yedisinde, ne güzel bir duyuru olacaktır bu diye düşündük… Hem Soma’daki kurbanlar anılacak, hem bayramımız kutlanacak… Boşuna umutlanmışız...
Atatürk’ün din adamları değilse günümüz din adamları, iktidardaki siyasetin emrine girdirilmişlerse, ne bekleyebilirsiniz onlardan… Günde beş vakit ezanı kasetten duyurmakla bütün gün için görev yapmış sayılan, üç beş kişilik cemaati olan, bu iş için üstelik devletten yüksek bir maaş alan imamlar, köylerde öğretmenin yerini alan imamlar…
19 Mayıs’ta bayram ertelenmiyor ama güzellik yarışması erteleniyor. Bayram iptal. Bayramı yok say. Yok saymayı kabul et, benimse, bu bir kişinin kararını eleştirme bile. Aynı günlerdeki güzellik yarışmasını yok sayma, ertele. Bir hafta sonra da yap. Hem de Ajdalı, Murat Dalkılıçlı, bunların şarkılarıyla coşarak, eğlenerek. Daha bir sürü ertelenen konser sıraya girsin bu arada…
Bu durumdaki çelişkiden rahatsız da olma.
Bu nasıl çelişkidir, ikiyüzlülüktür! "Bu tür yarışmalara içiniz elveriyor, acınız macınız bitti gitti madem, neden bayramı da ertelemediniz o halde, neden bir hafta sonra yapmadınız?" diyeni duydunuz mu? Bayram şenlik, eğlence demek değildir hem, ulusal bayram, yıldönümünü anmadır, toplumsal bir anıştır, ulusal duyguları tazelemedir, yenilenmedir, diye kaçımız bağırdı, hangi partimiz sesimiz oldu, başkaldırdı bu bilinçle alınmış karşı devrimin yıkıcı kararına…
Bilerek, yas günlerinde Akapeli üst düzey topluluğunun katıldığı düğünleri gazetelere düşür, milletin gözüne sok, ulusal bir bayramı ise iptal et… Anlamayana anla de böylece. Biz buyuz, bizi anla, tanı artık, alış diye haykır bu kararınla.
Yine 19 Mayıs konserlerini de iptal et, bir daha yapılmalarına izin verme, sonra elin Amerikalısını bağrına bas. “Justin, Soma’yı unutmadı,” diye de başlık atsın gazeteler. Sahne önü, meydan bu tipik Amerikalı şarkıcı gence sevgi gösterileri gösteren aklını yitirmiş durumdaki gençlikle dolsun, elin şarkıcısından Soma için medet um. Soma’daki kurbanları kullan, “Justin, ışıklar içinde onlar için söyledi, de.
Atatürk’ü anma gününde etkinlik, konser düzenleyemeyen, marşlar- türküler dinleyemeyen, alanlarda gösteriler yapamayan, buna izin verilmeyen, işin en acısı bundan gocunmayan gençlik, binlerce genç insan, yabancı bir şarkıcının yabancı dille söylediği şarkılarla mest olsun, çığlık çığlığa katılsın konserine.
Bu ne biçim çelişkidir. Davranışın biri doğruysa, erteleme doğruysa ulusal bayramımız neden ertelenmez de iptal edilir? Diğer yanda bu tür konser, güzellik yarışması iptal edilmez, neden ertelenir, bir hafta sonra da yapılır. 19 Mayıs’ı ise kutlayalım diyen bir yetkili, bir siyasetçi çıkmaz.
Çelişki, tek, böyle bir yarışmanın Soma acısının haftasında yapılıyor olması değil, bir de seçilen kızın adında. Kızın adı: Amina imiş. Türk kızı, adı Emine değil, Arapçasından Amina. Kız öyle bir poz vermiş, ağız, yüz göz, kol kaldırış o biçim, görünce vah vah kızımıza diyorsun, üstelik kızın adı Amina. Hiçbir yapılan birbirini tutmuyor, her işimiz çelişkilerle dolu…
Tıpkı Vergili köyünün adının, köyün Cumhuriyetle kazandığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir köyü olduğunu belirten Türkçe yer adının, ne olduğu, ne anlama geldiği bilinmeyen bir ada çevrilmesi gibi. Bu ihanetin de övünülerek yapılması, tüm ulusal güçlerin önünde, Türk ulusunun önünde, bir iktidar bakanının eliyle olması. Becerman’a, yoksa Becir’miydi ilk hece, her neyse bilmediğimiz Türkçe olmayan bir ada, Türk yer adının çevrilmesi gibi bu iş. Türk çocuklarının adı değişiyor. Çaktırmadan, yavaş yavaş… Adlar, ya Araplaşıyor, ya İngilizleşiyor. Bir oyuncu kadın , Esra Hanım, bebek evlatlık edinmiş, adını sonu x harfiyle yazılan bir yabancı ad (Alex) koymuş. Öne de Can eklemiş. Can Alex. Maskaralığın sınırı yok. İngiliz kadınlarının adı Melissa, kimse darılmasın, çoktandır Türk çocuklarının da adı.
Her yapılan, her yeni durum, eskiyle, geleneksel toplumsal anlayışımızla, Cumhuriyet kazanımlarıyla çelişiyor.
Yeni türedi bir işadamı, malı mülkü parası sınırsız biri, gençlerin peşinde dolaşan, gençlik taslamasıyla tanınan biri, yılbaşında Avrupa gazetelerine başında deli külahı poz vermişti. Ağaların mı ne oğluymuş.17 Aralık’ta gözaltına alınan bu kot pantolonlu, hep sırıtık görmeye alıştığımız ünlü kişi, büyük inşaatçı (!), inşaatında başına demir çubuk düşerek ölen işçisi için ne yapmış duydunuz mu?
Ölen, öyle yerde kalmış. Uzun süre ölüsü ortada durmuş. Sonra akıl edip ölen işçinin üstünü arkadaşları yelekleriyle örtmüşler. Beş saat sonra cankurtaran gelmiş, cankurtaran şoförü yemekteymiş de o yüzdenmiş bu geç kalış. İşçilerin koruyucu file, koruyucu ağ bulunmayan inşaatta can güvenlikleri yokmuş diye düşünmeyin hemen. Koruyucu file olsaydı düşen demir çubuğu tutardı da demeyin, Böyle olmuşsa ne olmuş yani? Adam iki günlük yas ilan etmiş yas!
Duymalı artık bu çelişkileri, aldırmalı, tepki göstermeli!
Dur demeli bu çelişkiler yumağına! Dur!
Dünya inşaat tarihindeki bir ilki ülkemiz yaşamış. İşçi, iş kazasıyla, patron yeterli önlem almadığı, devlet de buraları doğru denetlemediği için can versin, başına inşaattan düşen demirden. Sen inşaatın sahibi olarak buna karşı iki gün yas ilan et, aynı gün iş bırakan, tepki gösteren işçilere, haydi çalışmaya devam, kalan canlar bizimdir, ölen öldü de…
İşyerinde, inşaatta yas ilan ederek sorunu çözmek. İhmali gözden kaçırmak. Devletin bu işi sorgulamaması, her taşın altından çıkan bu iş adamının kılına bile, tıpkı İranlı rüşvetçi Reza Zarrab gibi dokunulamaması…
Sözlükler çelişki sözünü, felsefede, yargılamanın birinci ilkesidir diyorlar.
Bir şey aynı zamanda hem var, hem yok olamazmış.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarla belirtilen çağdaş bir hukuk devleti mi?
Yoksa çoktan “guguk”a mı çevirdiler hukuku, bunu bilmezden anlamazdan mı geliyoruz.
Hem halkın seçtiği meclisle yönetiliyoruz, hem Cumhurbaşkanı seçmeye kalkıyoruz, Cumhuriyet tarihinde ilk kez. Yönetimimiz başkanlık değil, yarı başkanlık değil. Seçeceğimiz kişi başkan. Cumhurbaşkanı.
Hem bir savaşta yenilmedik, ordumuz bir yenilgi almadı bildiğimiz kadarıyla, hem de ülkemizde yollarımız kesiliyor, insanlarımız kaçırılıyor, karşılık veremiyoruz. Askerin sanki boynu bükülü.
Hem ülkeyi yöneten bir iktidar var, ben iktidarım diyor, hem de ortalıkta diktatörlük estiren bu iktidar, on binlerin katili, acımasız, bombacı, mayıncı, bebek katili terör örgütünün siyasi partisinden bu terör örgütüne aracılık etmesini istiyor.
Hem laik bir devletiz, hem ben şeriatçiyim diyen, bunu hiç saklamayan biri tarafından yönetiliyoruz. Bütün kurumlarımız bu anlayışın elinde. Daha, İstanbul belediye başkanıyken bu kişi, Hulki Cevizoğlu’nun izlencesinde, televizyonda, Türkiye’ye bunu açıkça duyurmuşlar. Meraklısı sesli görüntüsünü (video) bulup izleyebilir.
Hem öyleyiz, hem böyleyiz…
Dün bir genci hırsızlıkta suçüstü yakalamışlar. Altı yerde çekilmiş kamera görüntüleri varmış. Adam elleri arkadan kelepçeli polislerin arasında gidiyor. Nasıl savunmuş kendisini biliyor musunuz?
“Ben çalmadım. Kasetler montaj!”
Ankara’da Melih Gökçek’in bir toplantısında vatandaş, “Hırsız var!” yazısı çıkarmış, göstermiş. Göstereni tutuklamışlar.
İranlı Reza’nın iş ortağı İran’daki bebek yüzlü Babek, İran’da asılacakmış bunların birlikte işledikleri suçtan.
Bizde ise dün, Reza’nın mı, karısı şarkıcı Ebru’nun mu daha çok vergi verdiği tartışılıyordu…
Çelişkilere bir son versek, bütün dertlerimiz bitecek…
Feza Tiryaki, 29 Mayıs 2014