Yavuz Alogan
CHP Türkiye’nin içine düştüğü açmaz bakımından çok küçük, kendisi için çok büyük bir adım attı. “Yüce” ve “Gazi” denilen TBMM’nin Bebek katili Terörist Öcalan’a meşruiyet kazandırma sahnesinde yer almayı reddetti.
CHP Grup Başkanvekili Murat Emir’in partisinin İmralı kararını açıklarken yaptığı konuşma bir gerekçeye ve bir tutuma indirgenebilir.
Gerekçe, “…tüm meselenin İmralı’ya gidip gitmeme konusuna sıkıştırılmasına milletimizin rızası yoktur” cümlesinde saklı. Yani diyor ki milletimiz bu çözüm işine yabancılaşmıştır, İmralı’ya gidersek bunu partimizin tabanına bile açıklayamayız.
Tutumda ise bir değişiklik yok: “Kürt sorununun ancak (…) anayasal eşit vatandaşlıkla çözülebilecek bir sorun olduğunu söyleyegelen partiyiz.” Buradaki “anayasal eşit vatandaşlık” kavramı mevcut Anayasa’nın 66. Maddesi’ndeki tanıma (Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür) ters düşmekte, yurttaşlığı farklı etnik kökenlere göre yeniden tanımlama talebini içermekte, AKP ile DEM’in benimsediği, MHP’nin ise itiraz etmediği yeni vatandaşlık tanımına uygun düşmektedir.
Dolayısıyla CHP’nin “Kürt sorunu” dediği konuda görüşlerinin değişmediğini, partinin Kemalist tabanının ve yeni çözüm sürecine yabancılaşan yurttaşların tepkisinden çekindiği için, yanı sıra Cumhur İttifakı’nı Öcalan’ın ayağına yalnız göndermek gibi taktik bir nedenle İmralı’ya gitmediğini anlıyoruz.
[Haksızlık etmemek için İmralı’ya gidiş tartışmasıyla eş zamanlı açıklanan, CHP’nin 39. Olağan Kurultayı’nda onaylanacak 128 sayfalık program taslağında, “eşit yurttaşlık” kavramının PKK/DEM’in bilinen görüşlerinden farklı biçimde; kimliği, inancı, dili ve hayat tarzı ne olursa olsun herkesin (herkesin!) aynı haklara sahip olması şeklinde tanımlandığını (s.14); “Kürt sorunu” bağlamında “Herkesin kendini ülkenin eşit yurttaşı olarak hissedebilmesi esastır” (s. 28) gibi yuvarlak bir ifade kullanıldığını belirtmek gerekir. Taslak programda CHP ideolojisi “Atatürk devrimi ve bu devrimin düşünsel omurgasını oluşturan Altı Ok ilkeleri,” “sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri” ve “Anadolu Aydınlanması” olarak tanımlanmaktadır (s. 2). Taslak Program’ı okumak ve parti içi tartışmaları izlemek, yönetici kadronun söyleminin programa uygunluğunu görmek gerekir.]
Komisyon’un Öcalan’la görüşmesini CHP’nin kategorik olarak reddetmediğini, görüşmenin video konferans yoluyla yapılmasını istediğini de belirtmek gerekir. Bununla birlikte CHP’nin adaya gitmesi, hem siyasî iktidarın hem de ana muhalefetin mahkûma meşruiyet kazandırmasını sağlayacak ve ona “kurucu önder” sıfatıyla siyaset kapısını açacaktı. CHP bunu yapmadı.
Peki bunun neresi CHP için çok büyük bir adım?
Adımın büyüklüğünü PKK/DEM’in tepkisinden anlıyoruz. Meclis’in Apo’ya meşruiyet kazandırma oyununu CHP’nin bozduğunu düşündüler. Halkın hayret ve dehşetle izlediği çözüm tiyatrosu başrol oyuncusundan yoksun kalmış oldu.
DEM Parti’nin Grup Başkanvekili, “Sorumluluk alanları da almayanları da tarih yazacak,” dedi ve “tarihi doğru tarafta duranlar yapar” diyerek Cumhur İttifakını, tarikat ve cemaatleri, devletin içine yuvalanmış mafyasıyla birlikte doğru taraf olarak gördüğünü ortaya koydu. CHP’li Murat Bakan “Bu eleştiriyi üzerimize almıyoruz,” diyerek polemiğe girmedi.
Fakat tehditler başladı. DEM sözcüsü “CHP’nin İmralı’ya gitmemesinin karşılığı olacaktır,” dedi. DEM Eşbaşkanı Bakırhan, “Bu yangını söndürmeye koşmayanlara bu ülke gereken cevabı oyuyla verecek” diyerek yüksekten atış yaptı. “Bu ülke” derken neyi kastettiğini anlayamadık. Öteki Eşbaşkan Hatimoğulları ise “Üzülerek ifade ediyoruz ki yüz yıllık inkârcı ve imha siyasetinin yarattığı kodlar yeniden ve yeniden dirilmektedir” buyurdu.
DEM’lilerin şok geçirdiğini gördük. Çok kızdılar. Pervin Buldan X hesabından, “Ana muhalefet partisi DEM Partidir. Nokta,” diyerek, partinizi kapatsınlar da görün gününüzü, kılımızı kıpırdatmayacağız, ana muhalefet olarak sizin yerinizi dolduracağız anlamına gelen bir paylaşım yaptı. Hemen sildi ama herkes gördü.
Sırrı Sakık ise CHP “Çok büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı yaratmıştır,” dedi. CHP’nin tarihsel sorumluluktan kaçındığını, 1989’un (CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Raporu) bile gerisinde kalmasının üzüntü verici olduğunu söyledi.
Tabak gibi açık, kabak gibi belirgin en anlamlı sözü CHP PM üyesi Ali Haydar Fırat söyledi: “İktidara karşı negatif pozisyonlanma stratejisi bizi iktidara taşımaz. Bu ülkede Kürt Sorununun çözümünde yer almayan bir partinin iktidar olma şansı yoktur.” Yani diyor ki Saray’a karşı pozitif bir pozisyon almaz, Kürt Sorunu’nun çözümüne katılmazsak emperyalizmin gözüne giremeyiz, iktidar şansımızı, sıramızı kaybederiz. Buna karşılık Sezgin Tanrıkulu arabulucu rolünü sürdürdü: “CHP, İmralı’ya gidilmesine karşı çıkmadı ama kendisi heyete üye vermeyeceğini ifade etti; ayrıca başka bir yöntem önerdi.”
Neyse, uzatmayalım.
Özetle kıyamet koptu. Öcalan’ı zorla Türkiye’deki bütün Kürt kökenli yurttaşların tartışılmaz kurucu efendisi gibi gösterme ve Kürt etnisitesini Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kurucu ortağı olarak yeniden tanımlama girişimi önemli bir yara aldı. CHP’nin kent uzlaşısı da bu arada çöktü. Demokratik-tik lafını ağzından düşürmeyen DEM’in fırsatçılığı ve asıl maksadı iyice açığa çıktı.
CHP’nin attığı adımın sonrasını parti içindeki güçler dengesi ve tabanın merkeze baskı yapma kapasitesi belirleyecek. Siyaseten gerçekçi ve rasyonel olan, CHP içindeki Kürt muhiplerinin, PKK sempatizanlarının, yolsuzluğu sabit olanların ayıklanması; CHP’nin Komisyon’dan ayrılarak tarihsel köklerine dönmesi; “yiğidim aslanım burada yatıyor” muhabbetini bırakarak yeni bir cumhurbaşkanı adayı belirlemesi; Cumhuriyet Devrimi’nin ilkelerine ve üniter ulus-devlete bağlı bütün siyasî parti ve gruplarla bir millî cephe içinde yer almasıdır. CHP bunu yapabilir mi?
İddia edildiği gibi Öcalan’ın serbest bırakılması, Ankara’da bir eve yerleştirilerek DEM’in yerine kurulacak bir siyasî partinin başına geçirilmesi, bu arada PKK’ye af çıkarılması, yurt dışındaki 9000 PKK’linin Türkiye’ye dönmesi (Reuters haberi) ve bütün bu unsurların hep birlikte Saray’ın yeni anayasa yapma teşebbüsüne fiilen katılması iç savaş etkenidir.
1993-1999 döneminde askerî kapasitesi zirveye ulaşan PKK, 1999-2012 arasında alan hâkimiyetini tamamen kaybederek Kuzey Irak’a çekildi. Yenilmişti. Birinci çözüm süreciyle Saray ölüyü diriltti, örgütün şehir yapılanmasını güçlendirmesine imkân verdi. 2015-2016’da Hendek Savaşları’yla bu yapılar imha edildi. PKK yenildiği için çekildi, içsel değil Suriye ve Irak’ta yuvalanmış dışsal bir olguya dönüştü. DEM ise Kandil, Kuzey Suriye, İmralı, Edirne arasında bunalmaya başladı.
Ve sonra birdenbire Öcalan “kurucu önder” ilan edildi, DEM Cumhur İttifakı’nın parçası oldu, Anayasa’nın 66. ve 88. Maddeleri tartışmaya açıldı. Kürtler ve Araplarla yeni bir devlet kuruyoruz demeye başladılar.
“Kürt sorunu” Türkiye’nin değil Amerikan emperyalizminin bölgesel sorunudur. Saray şantaj altında çözüm sürecine sürüklenmiştir. Anayasal kurucu ortaklık, çift resmi dil, “demokratik konfederalizm,” “demokratik özerlik” gibi talepler ancak Türkiye’nin ağır bir askerî yenilgiye uğradığı şartlarda, hatta işgal koşullarında -geçici olarak- mümkün olabilir.
Türk milleti dâhil hiçbir millet durduk yere ya da emperyalizm istiyor diye savaşla kazandığı, bir asır sahip olduğu egemenlik hakkından feragat etmez. yalogan@gmail.com

