
CHPnin türban açılımı, siyaset ve sınıfsallık
Dr. Barış Doster
Öğretim Üyesi- Yazar
CHPnin yeni üyeleri arasında türbanlı, çarşaflı kadınların da olması hem kamuoyunda çok tartışıldı, hem de parti içi ve dışındaki pek çok ezberi bozdu. Tüm toplum bilim konuları gibi bu konu da çok karmaşık, çok yönlü ve çok boyutlu, olduğundan, indirgemeci olmadan, kolaya kaçmadan, genelleme yapmadan, soğukkanlı biçimde, farklı yönleriyle ele almakta yarar var.
CHP açısından bakıldığında; konu hassas dengeler kurmayı gerektiriyor. Partinin çekirdek seçmenini, klasik tabanını üzüp, küstürmeden adım atması gerektiği görülüyor. Çünkü kemik seçmeni laiklik ve Cumhuriyetin kazanımları konusunda oldukça duyarlı ve kıskanç. Bu onun en belirgin vasfı, kimliğinin, dokusunun, tarihsel ve güncel anlamda temel niteliği, tanımlayıcı özelliği.
Siyaset bilimi doçenti olan Deniz Baykal, Anadolu solu, Şeyh Edebalinin öğütleri gibi açılımları geçmişte de denemişti. Hatta CHPnin 12 Eylül sonrasında yeniden açıldığı, Ertuğrul Günayın da genel sekreter olduğu dönemde Baykal, türbanlı ile mini eteklinin oyuna talip olmuş, İmam Hatip Lisesi mezunlarının askeri liselere girmesinin önündeki engellerin de kalkmasını istemişti. Baykal, son açılımıyla türban silahını AKPnin elinden almak için değil de (çünkü bunu yapması gerçekten zor, hem CHPnin kimliği buna olanak tanımaz, hem de AKP elindeki bu kozu vermez. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin kararı da ortada), İslam dininin hiçbir partinin tekelinde olmadığını göstermek gibi, hem dine, hem de siyasete çok yararlı, ulvi bir amaç için yola çıkmışsa eğer, sonuçlarını görmek için beklemek gerekiyor.
Çünkü bu çaba, AKPnin türbana, başörtüsüne yaklaşımını, sınırlı da olsa, bizzat bunları takanlar arasında tartışmaya açabileceği gibi, seçim sonuçlarına bağlı olarak, yerel seçimler öncesinde CHPnin kısa vadeli politik bir manevra yaptığını, tabanda yeni ittifaklar ve oy kümeleri aradığını söyleyenleri de haklı çıkarabilir.
CHP laikliğe inanmış, başı açık kadınlardan oy alınca, onları üye yapınca yadırganmıyor da, çarşaflıları üye yapınca neden yadırganıyor? sorusu soruluyor birkaç gündür. Oysa AKP, başı açık milyonlarca kadından oy alınca, onları üye yapınca sorulmuyor bu soru. Kültürel anlamda hiç de muhafazakâr olmayan ve yaşam biçimi yaygın AKP algısı ile örtüşmeyen Hülya Avşardan Güler Sabancıya binlerce popüler isim, ünlü eğlence yerleri Laila ve Rainanın müdavimlerinin çoğunluğu, içkili gazinolarda sahne alan sanatçıların hatırı sayılır bölümü, türbanlı ve çarşaflıların yanında mini etekli hanımlar AKPyi tercih edince bu sorular akla gelmiyor.
Bir zamanlar Cem Boynerin Yeni Demokrasi Hareketinde yer almış, siyaset yapmış ve günümüzde AKPye oy veren insanların hangisinin yaşam kültürü, tatil ve eğlence anlayışı, eş ve çocuklarının giyim- kuşamı Milli Görüş kökenli AKPlilerinki ile örtüşüyor?
Bu sorulara yanıt ararken, şu gerçeği görmek gerek. CHPnin aksine AKP, oy aldığı kitleler incelenirse, çok farklı kesimlerin, katmanların, çevrelerin, sınıfların oyunu alabilen, tabanda geniş seçmen koalisyonları kurabilen bir parti. Türkiyenin her yerinden oy alıyor, her yerde oyu, en az yüzde 25, temsil sorunu yok. Kentliden de köylüden de, varsıldan da yoksuldan da, Aleviden de Sünniden de, çarşaflıdan da mini etekliden de, işadamından da işçiden de, villalardan da varoşlardan da destek buluyor. Çıkarları her zaman örtüşmeyen, tersine sıklıkla çatışan kesimlerin ve sınıfların oyunu alabiliyor.
CHPnin ise böyle değil. Oy aldığı bölgeler, kesimler, katmanlar, sınıflar çok daha türdeş. Orta ve üst sınıfların oylarını alıyor, işçilerin değil. Kentlilerin oylarını alıyor, gecekondularda yaşayanların ve köylülerin değil.
CHP, merkeze, hatta merkezin sağına açılım yapsa bile, oyunu zenginlerden alsa bile, genel kamuoyunda bir merkez partisi olarak değil, sosyal demokrat parti olarak algılandığı için, özellikle İslamcı sağdan yoğun eleştiriler alıyor. Asıl neden ise Cumhuriyeti kuran parti olması, Atatürkün partisi olması sebebiyle genetik kodlarının, kimyasal yapısının bazı konularda duyarlı olması. Bu da çok doğal ve gerekli, ayrıca oy hesabıyla asla açıklanmayacak, oy oranıyla kıyaslanmayacak kadar değerli bir ulusal özelliği CHPnin.
CHP bu açılımı yapmayı sürdürecekse, aynen Cumhuriyet projesinin özünde olduğu gibi, kendisini etnik köken, dini inanç, bölge partisi olarak değil, özgür yurttaşların, siyasal bilinç ve sınıfsal tercih temelinde örgütlendikleri bir kitle partisi olarak nitelemeli, solcu, toplumcu, halkçı kimliğini öne çıkarmalı. Hem de üzerine basa basa, altını çize çize. Emeğiyle geçinenleri, ezilenleri, işsizleri, yoksulları, kimsesizleri, arkasızları, açlığa mahkûm edilenleri gündemine almalı.
Türkiyenin en önemli sorunlarının işsizlik, eşitsizlik ve üretimsizlik olduğunu vurgulamalı. Zira CHP, Kurtuluş Savaşını yapan, devleti kuran, devrimleri hayata geçiren, çok partili siyasal hayata geçişi sağlayan parti olduğundan, her partinin, hatta Ecevit liderliğindeki DSP örneğinde olduğu gibi kimi sol partilerin bile kullandıkları bazı söylemler, alt kimlik, tarikat, cemaat açılımları, CHPyle yan yana gel(e)miyor, getiril(e)miyor.
Çağdaş demokrasilerde partilerin feodal değerlere dayanması kabul edilemez ama ne yazık ki ülkemizde siyasi partilerin önemli bölümü dini duyarlılıkları, etnik ve dinsel mensubiyetleri, alt kimlikleri kaşıyarak, kullanarak oy alıyor, taban buluyorlar. Yurttaş kimliği, siyasal bilinç ve sınıfsal tercihler geri planda kalıyor.
Bu dünyanın sorunlarını çözmede başarısız olan siyasi partiler, öteki dünyaya ilişkin beklentileri karşılayacaklarının sözünü vererek, yeryüzünün değil, gökyüzünün ve yerin altının sorunlarını çözeceklerini öne sürerek seçmen karşısına çıkıyorlar. Hemen tüm partilerin Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki adayları aşiret reislerinden ya da temsilcilerinden çıkıyor, şeyhe, şıha, ağaya dayanıyor.
Kendisini belli bir bölgede ve sadece Kürt kökenli yurttaşlar üzerinde ifade edebilen DTPnin bile adaylarının önemli bölümü, genel başkanları dâhil, feodal yönleriyle biliniyorlar. Bölgenin gerçek kurtuluşunu sağlayacak, terörün önlenmesinin birinci adımı olacak ve Atatürkün de vasiyeti, en büyük arzularından biri olarak tarihe geçen toprak reformunun bir türlü gündeme getirilmemesinin, TBMMde DTP dâhil hiçbir partinin bu konuyu ağzına almamasının nedenlerini iyi görmek lazım.
CHPnin bu açılımı dindarlar açısından ele alındığında; Allahın siyasi partilere ihtiyacı olmadığının, dinin en temiz, en saf, en kutsal biçimde yaşandığı düzenin, laik düzen olduğunun bir kez daha anlaşılması açısından anlamlı olabilir, eğer başarılı olunursa. Çünkü laiklik, asıl saf ve temiz dindarlar için, dinine de, ülkesine de, Atatürke de, laik Cumhuriyete de kararlılıkla, tutarlılıkla, yüreklilikle sahip çıkan geniş kitleler için güvence oluşturuyor.
Laik düzene de, dinin kutsallığına da en büyük tehdidin İslam dinini siyasete ve ticarete alet edenlerden geldiğini, İslamı kullanarak siyasi ve iktisadi güç elde edenlerin, başları sıkışınca Arap ülkelerini değil, Hristiyan Batı ülkelerini, ABDyi, Almanyayı tercih ettiklerini unutmamak gerekiyor. Bu konuda Hasan Mezarcıdan Şevki Yılmaza, Hasan Hüseyin Ceylandan Beşir Darçına, Süleyman Mercümekten en son Deniz Feneri olayına dek yüzlerce örnek akla geliyor.
İslam ülkeleri arasında en çok camiye sahip olan, çok sayıda farklı dini anlayış, yorum ve kümenin yer aldığı Türkiyenin çimentosu, harcı, tutkalı olması nedeniyle laikliğin, devletle toplum arasında bir ayrışma değil, tam tersine, bir buluşma, bir kaynaşma alanı olarak ele alınması şart.
CHPnin bu açılımı siyaset açısından ele alındığında ise dindar olsun olmasın hiçbir yurttaşın hiçbir partinin tekelinde olmadığının anlaşılması gerekir, amacına ulaşırsa eğer. Çünkü hızla şirketleşen, siyasi ve iktisadi güç dağıtımının aracı haline gelen, bu nedenle de şirket gibi örgütlenip, yönetilen partilerin kendilerine çekidüzen vermelerinin zamanı geldi de geçiyor.
Devletin ve toplumun hastalıklarını teşhis edip, bu hastalıklara çözüm bulmak, topluma yön göstermek ve halkı siyaset konusunda eğitip, örgütlemek gibi üç temel görevi olan partilerin asıl işlevlerine dönmeden, Türkiyenin önünü açamayacakları kesin. Destek istedikleri sınıfların, kesimlerin, katmanların çıkar ve beklentilerine göre örgütlenmeyen, doğal ve sınıfsal tabanlarından kopuk olan partilerin, nelerle uğraştığını, Türkiyeyi de nelerle meşgul ettiklerini görüyor herkes. Sınıfsal tabandan kopuk partilerde, yandaşları beslemenin, kayırmacılığın, kamu kaynaklarını yağmalamanın, güç dağıtımının, kültürel aidiyetlerin ya da öznel tanımlamaların ne denli yaygın olduğunu biliyoruz.
Kendi burjuvasını yaratan, ekonomi, eğitim, medya üçlüsünü başarıyla kullanarak, her üçünde birden ciddi mesafe alan AKP, başı açık ya da kapalı ayrımı gözetmeksizin yoksullara sırtını dönüyor, uyguladığı politikalarla.
Bu nedenle ünlü markaların, son derece pahalı tesettür defilelerinde görülen pahalı türbanlar dikkat çekiyor, zengin AKPlilerin eşlerinin ya da kızlarının başında. Fakirlere ise başlarındakini ister çarşaf, ister türban, isterse de Anadoluda olduğu gibi başörtüsü, yemeni, tülbent ya da yazma olarak nitelesinler, yokluk ve yoksulluk düşüyor. Zengin ile yoksulu birbirinden, başlarındaki örtüyü nereden aldıkları ya da dini tercihleri değil, sınıfsal konumları belirliyor. Biri başörtüsünü Kanyondan alırken, diğeri Mahmutpaşadan alıyor.
Biri 400 bin dolarlık arabayla gezerken, öbürü belediye otobüsüne biniyor. Biri milyon dolarlık villalarda otururken, öbürü gecekonduda yaşıyor, Biri oğlunu yurt dışından okutup, dövizli askerlik yaptırırken, öbürünün oğlu şehit düşüyor. Ve tüm bunları da dini tercihler değil, dinin gereği olup olmadığı bile tartışılan başörtüsü ve türevleri değil, sınıfsal konum belirliyor.
Kaynak