ÇİFTE SALDIRI

ÇİFTE SALDIRI

İletigönderen Selçuk Tınaz » Prş Kas 15, 2012 23:45

BM Genel Kurulu'nun 24 Ekim 1970 tarihli kararı, bir devletin başka bir devlete karşı, rejimini değiştirmek amacıyla yıkıcı terörist ya da silahlı faaliyeti destekleyemeyeceğini, finanse edemeyeceğini, kışkırtamayacağını ya da göz yumamayacağını, iç anlaşmazlıklara, çatışmalara taraf olamayacağını söylemesine rağmen, "BOP" diye bir proje yapılıyor, son derece kalitesiz gerekçelerle anlatılıp, çocuk bahçesi seviyesindeki propagandalar ile savunuluyor ve büyük bir pişkinlikle uygulamaya sokuluyor.

Projede, 'ABD-İngiltere-İsrail Şer Ekseni' ile birlikte hareket etmek zorunda olan Türkiye'deki baskıcı yönetimin başı Erdoğan, Suriye'ye, demokrasi (!) getirmek amacıyla bölgedeki diğer kanlı diktatörlüklerle ittifak kurarak saldırırken, neden Esad'ı diktatörlükle ve katillikle suçluyor ?

Eğer arkasında mutlaka kullanılmak istenen bir taktik varsa, BOP'çuları böylesine komik bir duruma düşmeye bile razı eden, bu önemli taktiğin adı nedir acaba ?

Bu konuda benim bir tahminim var ;

70'li yıllarda, başrolünü Robert Redford'un oynadığı "Akbaba'nın Üç Günü" adında bir film izlemiştim. CIA'nın, kendi birimlerinden birine yaptığı saldırıyı ve cinayetlerini konu alıyordu.

O birimin yaptığı iş, bütün dünyada basılmış kitapları okuyup bilgi çıkarmak idi ve ben onlu yaşlarımın başındayken, farkı fark etmiş ama, bu işe pek bir anlam verememiştim.

Çünkü bize henüz, uluslararası kapışmalarda karşı taraf hakkında önemsiz görünen küçük bir bilginin bile büyük bir silaha
dönüşebileceği, söylenmemişti.

Güç denince aklımıza atom bombası gelirdi ve gizli servislerle ilgili işleri hep, James Bond filmlerinde görmekte olduğumuz şekliyle tanıyorduk.

Bu film, aslında 2005 yılında okuduğum bir kitap nedeniyle aklıma gelmişti ve kitap okumanın önemini vurgulaması bakımından, benim için güncelliğini her zaman koruyacak gibi görünüyor.

"Da Vinci Şifresi" yazarı Dan Brown'ın "İhanet Noktası" isimli kitabında, bugüne ve bütün zamanlara ışık tutan çok önemli bilgiler
bulunuyor ;

214. sayfada ; "Senatör Sexton'ın kampanyasının çöküşü de hayli kapsamlı olacaktı ; hem siyasi ilkelerine, hem de ahlak anlayışına yönelik çifte saldırı. Washington'da "her yandan" diye bilinen bu strateji, askeri savaş sanatından aşırılmıştı. Düşmanı iki cephede birden savaşmaya zorla. Adaylardan biri rakibi hakkında olumsuz bir bilgiye sahip olduğunda, genellikle aynı anda halka duyurmak için ikinci olumsuz bilgiyi edinmeyi beklerdi. Çift uçlu bir saldırı daima tek atıştan daha etkili olurdu, özellikle de çifte saldırı kampanyanın farklı yönlerini kapsadığında ; ilki siyasi ilkelerini, ikincisi karakterini. Siyasi bir saldırıyı çürütmek mantık, karaktere yönelik saldırıyı çürütmek ise ihtiras gerektirirdi ; ikisiyle aynı anda mücadele etmek, neredeyse imkansız bir denge kurmayı zorunlu kılıyordu."

Aynı saldırı şeklini Kürt ve Ermeni kartlarıyla Türkiye'ye karşı kullanan Batı Cephesi'ndekiler de, bu taktiği uygulamak için komik durumlara düşmekten, yalanlar söylemekten hiç çekinmiyorlar.

Nobel'in 'Pamuk Skandalı'nı hatırlarsınız. Bu taktiğe hizmet için kurulan ve Ermenilerle Kürtleri birleştirip "soykırım çorbasında" malzemeleştiren bir cümleye, Nobel Edebiyat Ödülü verildi.

Diğer bir ifade ile, tek bir cümle, bu ödüle aday olan bütün dünyadaki bütün yazarların her birinin kurduğu binlerce cümlenin hepsini birden, yarışta geride bırakabildi.

Bize yapılan bu saldırıların şifrelerini çözebilmek için Almanların halini incelemek yararlı olabilir ;

Almanların bize tepeden baktıklarına aldanmayın, bizimle alakası yoktur. Bunu ruhi durumlarını düzeltmek için yaparlar çünkü, bütün dünyada çok eziktirler. Bir Alman'a "Yahudi soykırımı" dediğinizde biter, süngüsü düşer. Söyleyecek bir şeyi kalmaz, hakkını arayamaz ve kendini hiçbir konuda savunamaz.

Bugünlerde yapılan gerçek soykırımlarla hiç ilgilenmeyen Batılıların, çeşitli bahanelerle ve uymayan ambalajlarla, bize zorla olmayan soykırımlar kabul ettirmek için bu kadar çok uğraşmalarının nedeni bu. Türkleri de Almanların durumuna düşürmek.

Hatta bu işi Kurtuluş Savaşımıza bulaştırma projesi dahi, var. Cumhuriyetimizin kuruluşunu sağlayan bu örnek mücadeleyi de soykırım iftirasına dahil ederek, savaş kahramanlarını Nazilerle bir tutma gayreti içindeler. Sömürgeciliğe karşı insanlığın gururu ve Dünya Onursal Lideri olan Atatürk, akılları sıra bu sayede bizim Hitlerimiz yapılarak lanetlenecek.

"Çifte Saldırı"yı uygulamak için, Ermeni iddialarıyla ahlak anlayışımıza yani karakterimize saldırırlarken, "Kürt Sorunu" diyerek de siyasi ilkelerimize yönelik bize karşı ikinci cepheyi açıyorlar. Dilerim, ihtiras ve mantık hep yanımızda olur ve Cumhuriyetimizi savunurken bize yardım eder.

Maalesef, uğraştırıldığımız her soruna karşı mücadele ederken, "başkalarının kendi stratejileri doğrultusunda kullandıkları taktiklere göre, kendi stratejimizi belirlemeye çalışmak" diye tarif edebileceğim, önemli bir hata yaptığımızı düşünüyorum. Bu durum, aslında tam tersi olması gerekirken, taktik düzeyin stratejik düzeyi belirlemesi sonucunu doğurur ki, en büyük tehlikesi, karşımızdakilerin bu zafiyeti fark etmeleri halinde, kendi stratejimizi onların stratejileri doğrultusunda belirler duruma bizi kolaylıkla düşürmeleridir.

Bence Türkiye, "Efendim artık iç iş diye bir şey yok. Herkes herkese karışabiliyor" yutturmacasına aldanmadan, azınlıkları kullanarak kendisine zarar vermek isteyenlere şunları söyleyip, oyuna gelmeyeceğini göstermeli ;

"Senin bu konuyu benimle konuşup tartışmaya ne bir yetkin, ne ehliyetin, ne de temiz bir sicilin var. Bunlardan yoksun bir haldeyken, benimle muhatap olamazsın. Hakkımda rapor tutma densizliğine ve bana not verme küstahlığına şimdilik aldırmıyorum. Saygısızlığı ilerletip işi terbiyesizliğe vardırırsan, külahları değişiriz. Seni, resmi ağızdan dünyaya rezil ederim. Ben de senin hakkında raporlar yazıp notlar verirsem, bu işi başlattığına pişman olursun. Camdan evlerde oturanlar, başkasının evine taş atmamalı"

Türkiye hep, "İlk taşı günahsız olan atsın" dedi ama, Batılıların her şeyleri gibi dindarlıkları da sahte olduğu için, İsa'nın, dolayısıyla Hristiyan dininin en önemli öğretilerinden birini yok saymayı tercih ettiler daima.

1 Mart tezkeresini hazırlayanların, Meclis'te reddedilmesi sonucunda ulaşamadıkları Türkiye'deki hedeflerine, Suriye ile yapılacak bir savaşı ve/veya onunla bağlantılı olarak yaşanacak iç çatışmaları bahane ederek ulaşmaya çalışmaları, önümüzdeki dönemde karşılaşacağımız en büyük tehlike olacak gibi.

Uzun bir süredir gündemde tutulan, insanları akıl dışılığa ve olumsuz davranışlara sürüklemeyi amaçlayan bir propaganda marifetiyle azınlık hakları, insan haklarının bile üzerine çıkarılıyor. Sömürgeciler tarafından ihanete zorlanan, işbirlikçi yapılan azınlığa yakıştırılan haklar, diğer insanlardan esirgeniyor. Adeta, onlar insan değillermiş gibi bir tavır içine giriliyor.

Bu bölgede hayatta kalmanın birinci şartı olan 'güçlü devlet vatandaşı olmak hakkı' nı ellerinden alarak, hepsi için idam kararı çıkarmak isteyenler, en temel insan hakkı olan yaşam hakkını bile onlara çok görüyorlar.

Güçlü devlet vatandaşı olmadıkları halde Kuzey Irak'ta Amerikan işgaline direnen Kürtlerin, Barzani ve Talabani gibi hainlerden adres tarifi alan Amerikan uçakları tarafından yerleşim yerlerinin bombalanması sonucunda yok edilmeleri, "hain azınlık" kapsamına girmeyenlerin, girenlerle aynı etnik gruptan olsalar dahi, yaşam hakkına sahip olamadıklarını gösteren çok acı bir örnektir.

Batı tipi emperyalizmin mağlup edilebileceğini ispat eden Kurtuluş Savaşımız, bütün dünyada ezilen, sömürülen mazlum milletlere de örnek olmuştu.

O dönemde yapıldığı gibi, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti'nin bir AB veya ABD devleti değil, bir dünya devleti olduğunu görebilecek, anlayabilecek ve göstererek anlatabilecek insanlara ihtiyacımız var.

Hem Türkiye'de, hem de bütün dünyada.

Selçuk Tınaz
Kullanıcı küçük betizi
Selçuk Tınaz
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 101
Kayıt: Prş Oca 12, 2012 16:16

Şu dizine dön: Selçuk TINAZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x