Çoluk Çocuk

Çoluk Çocuk

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Şub 24, 2014 21:37

Çoluk Çocuk


Çoluk çocuk, bir küçümseme sözüdür aslında. Deneyimsiz, yeniyetme, dünkü çocuklara derler: “ Bırak onu çoluk çocuk daha .” Yakınırlar: “Burada, aklı başında kimse kalmamış mı, yönetim çoluk çocuğa geçmiş.” “Sorma, gittiğim kurumda çalışanların hepsi çoluk çocuktu…” Çocuklardan, gençlerden oluşan kalabalığın adı da çoluk çocuktur. “Çoluk çocuk sokağa dökülmüş. Kafam şişti çoluk çocuğun sesinden… ”

Yaşlanıldığında, gençlerin maskarası olmaktan korkulur. Çoluk çocuğun maskarası olmak, bunamak, alay konusu olmak acıdır.

“Çoluk çocuğa karıştım” artık, diyen biri, evlendiğini, çocuğu olduğunu söylüyordur. Burada “çoluk çocuk” sözü deyimdir. Başka anlamda kullanılır.

Çoluk çocuk, “aile halkı, aile topluluğu.” Ailede kim varsa, hepsi. Çoluk çocuk denildiğinde tüm evde yaşayanlar anlaşılır.

Bu söz öbeği ikilemedir. Kalıplaşmış sözlerdendir. İkilemelerde sözcüklerin yerleri değiştirilemez. Burada sözcüğün birinin anlamı vardır. Diğeri ona benzetilmiştir. Anlamsızdır: Eski püskü, eğri büğrü, bölük pörçük, ufak tefek… gibi ikilemelerde ikinci sözün anlamı yoktur. Çoluk çocuk ikilemesinde çoluk sözü yalnızca çocuk sözüne benzetilmiştir, tek başına anlam taşımaz. Eş, eski deyişle zevce yerine geçmez. Çocuk mocuk da bir ikilemedir. Mocuk “m” sesiyle uydurulmuştur. Türkçede çok değişik yapıda ikilemeler vardır.

Ortalığa bir anda “çoluk çocuk” sözü saçıldı. Biri alıyor, öbürüne veriyor. Öbürü alıyor, çiğneyip ağzında yuvarlayıp, tükürükleyip sözü geri püskürtüyor.

Üstelik bu söz bir de yanlış kullanıldı: “ Bahçelinin çocuk çocuğu yokmuş ama Atatürk’ün çoluğu varmış. ” dendi. Tabii bunu söyleyen anlayış, Atatürk’e bilindiği gibi Atatürk diyemiyor. Ön adıyla sesleniyor. Soyadı denmeden, saygı ön eki eklenmeden bir devlet büyüğüne seslenildiğini görüyoruz. Atatürk bir devlet büyüğü mü? Olmadı, eksik, devletimizin en büyüğü. Kurucusu. En büyük Türk! Kurtuluş Savaşı Başkomutanı. Türk devrimlerinin önderi. Gazi Mustafa Kemal adı, Paşa eklenerek söylenir. Büyük askerin savaştaki adıdır, Atatürk’ün, soyadı yasasından önceki adı. Sonra nedir o "çoluk?" Yalnızca ses benzetmesi, ikileme için uydurulan sözcük. Anlamsız.

Ne acı, ülkemiz bu durumdayken, Kıbrıs, pat diye, bir anda, Rumlarla masaya oturulup, sanki bu Türk yurdu baba malıymış, babalarının çiftliğiymiş gibi ele verilirken, gâvura bırakılırken, buranın hiç sahibi olmamış Yunan’a, Türk yavru vatanı armağan edilirken, Akdeniz’deki diğer adalarımız sırayla Yunan adası olurken bizi çoluk çocuk yerine koyuyorlar. Bu ağız dalaşıyla oyalıyorlar. Deneyimsiz, yeteneksiz, anlayışı kıt olmalıyız bu çoluk çocuk kavgasını çıkaranların gözünde. “Verelim ağızlarına bir laf, çoluk çocuğun sokakta oyun oynaması gibi oynasınlar! Biz de işimize bakalım!” demiş olmalı çetenin en başı. Yolsuzluk - rüşvet operasyonuyla (17 Aralık) kuyuya düşürülen iktidara eksiksiz her istediklerini yaptırmak amaçları. Her istenileni aldıktan sonra, kuyuya sözde el uzatacaklar. Belki de kuyunun üstü taşla örtülecek. Yeni işbirlikçi aranacak. Toplumu bir süre daha oyalamaları gerek, işleri bitene kadar. Oyuncularını da böyle oynatıyorlar işte! İktidarın bu oyununa muhalefet nasıl düşer, milliyetçi bir parti bu tuzağı görmez mi anlaşılır gibi değil. Ağız dalaşı yapmak neyi düzeltecek?

Seçim meydanlarında memleketin durumundan, memleketin geleceğinden başka her şey konuşuluyor.

Seçim meydanlarında söylenen, “Ben aile reisiyim!” sözü yalnızca bunu diyenin ailesini ilgilendirir. Hem çağımızda ailenin reisi yok. Eşler birlikte sorumluluk alıyorlar. Birlikte çalışıyorlar, çocukları varsa sorumluluğu ortak paylaşıyorlar. Aileler, günümüzde çoğunlukla çekirdek aile (anne, baba, çocuk), sayıları büyük kentlerde azalsa da kırsal alanda varlığını koruyan geniş aile (yakın akrabalar) şeklinde…

Aile toplumun en küçük birimidir. Temelidir. Türk ailesini 1926 yılında çıkarılan yasalar (Türk Medeni Kanunu) korumuş güçlendirmiştir.

Şimdiki yöneticiler, aileyi çözmeye, bozmaya çalışıyorlar. Kadın erkek ayrımcılığı aldı başını gidiyor. Kadınları evlere hapsetmek, üretimden çekmek, okusalar da çalıştırmamak… İlköğretimdeki “Dört artı dört artı dört” düzenlemesiyle de bu ayrımcılığı körüklediler.

Bir de devletimizin kurucusu, yüce önderimiz Atatürk’ün adı her konuya sokulmamalı. Olur olmaz yerde ağza alınmamalı. Böyle çirkin konuşmalara katılmasına izin verilmemeli… Şu anda bir devletimiz varsa, bu devleti yönetenler Atatürk sayesinde o koltuklardalar.

Bakın neler deniyor, ne yanıtlar veriliyor. Günlük siyaset, vatanın kurban edilmesini gözlerden saklıyor. Cambaza baktırıyor.

Kıbrıs’a dört elle sarılacağına muhalefet partilerimiz, ülkede seferberlik oluşturulup yavru vatan Kıbrıs’a yardım yağdırılacağına, herkesten kan damarımızın kopmaması için gerekirse dünyadaki Türklerden yardım isteneceğine, orası dünyanın en zengin adası yapılacağına, masa başında güvenliğimiz, zenginliğimiz, kanla sulanan vatan toprağımız, gününü kurtarmak isteyenlerce satılıyor! Ermenistan tarafında dönen dolaplar, Ermeni vakıflarına karşılıksız, sinsice geri verilen Türk vatanının, Türk ulusunun malları, mülkleri de ayrı… Sularımıza el koymak için her yanda binlerce santral kurulması, bu bahaneyle suların Türk halkının elinden alınması, derelerimizin, ırmaklarımızın kurutulması daha da ayrı…

Karşılıklı şu konuşmalara bir bakın. İktidarın başı dedi ilk sözleri, milliyetçi muhalefetin başkan yardımcısı yanıtladı, meydanlarda dendi bunlar. Düşünün:

“Ben aile reisiyim. MHP’nin başındaki zat rahatsız olmuş. Dün “Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez' demiştim ya. Ondan sonra bana kalkıyor, başka yerden örnek veriyor. Gazi Mustafa Kemal'i veriyor. Gazi Mustafa Kemal, çoluk sahibi olmuştu da çocuk sahibi olmamıştı. Onu da git iyi öğren. Evlenmemiş de olabilirsin ayrı mesele Ama sen ailenin kadir kıymetini bilmezsin. Çünkü anne olmak, baba olmak ayrı bir şey... Ben dört çocuk babası olarak yavrularımın çektiği çileyi biliyorum.”

Yanıt:

"Bütün kamuoyu öğrenmiştir ki Devlet Bahçeli'yi aile, çoluk çocuk bilmemekle suçlayan Başbakan'ın asıl kendisi çoluk çocuk umursamayan adamdır. Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olayları sırasında gençlerin öldürülmelerinden en ufak üzüntü duymamıştır. Onun için varsa yoksa kendi çocukları, kendi evlatlarıdır. Onlar emniyette olduğu sürece, vatandaşın çocukları yerlerde sürünmüş, sokaklarda dövülerek katledilmiş, kurşunlara hedef olmuş, hiç önemli değildir. Millet evlatlarının taşıdığı canın, Başbakan nazarında hiçbir kıymeti yoktur. Partisine muhalefet eden herkes terörist, kendisiyle işbirliği yapan herkes terörist de olsa demokrasi kahramanıdır.
Hiç şüphemiz yok ki zürriyet(döl) üzerinden siyaset yapanın zürriyetinden şüphesi vardır.”

E… Ne oldu?

Vatan kurtuldu mu?

Bu sözler Kıbrıs’ı kurtardı mı?

Yolsuzluk, bölücülük, dincilik (dini kullanma) önlendi mi?

Vatanın yağmasına dur dendi mi?


Kafamız allak bullak… Ülkeyi yöneten, güzelim ülkemizi, on iki yıl önce teslim ettiğimiz bu zihniyetin durumuna, bir de, eşsiz Türkçemizdeki ikilemeleri bol bol kullanarak bakalım. Baştakilerin ülkemize ettikleri:

Kıbrıs giderken soru sorana yanıt verme yerine mırın kırın etme…

Teröristlerle sarmaş dolaş olmaktan utanmama…

Belli başlı gazeteler, televizyonlar, basın yayın yıllardır emirlerinde.

Cumhuriyet karşıtlığı iyice dal budak sarmış…

Duvarlarda serbestçe asılı, eli kanlı örgütün çul çaputu…

Devlet işleri olmuş hatır gönül işleri…

Adalet kör topal yürürdü, bundan böyle ne yasa ne masa…

Suriyeli kaçaklar oy verecekmiş. Olmaz demeyin, dağdan gelip bağdakini vatandan kovacaklar, oylarını da çatır çatır kullanacaklar…

Bu yıkımın izleri geçer mi yıllar yılı…

Yayılmacı ülkelerin yüz yıl önceki emelleri ile dincilerin dileği aynı aşağı yukarı…

Halk oy verecek söylene söylene… Ne içindi sahi, elim kırılsaydı vermeyeydim diyenin ettiği yemin, o tövbeler tövbesi demeler…

Deniyor ki, bu, bizim gibi sömürge edilmek istenen ülkelerde uygulatılan “Seçsiz” seçim sistemiyle sonuçlar belli zaten üç aşağı beş yukarı…

Dere tepe düz gidildi… Dağ taş dümdüz edildi… Yarım yamalak karşı duruş… Bata çıka direnme… Dura dura gelinen son durak… İçinden geçirileceğimiz ipince, upuzun bir tünel…

“Oldu olacak, kırıldı nacak…” dedirtip algımızı teslim alacaklar…

Bölücülük işini biliyor: Alıştıra alıştıra… Kara yobazlar devlet malını kaşıklıyor kaşık kaşık… Türk düşmanları bekliyor işin sonunu, akıllı uslu… Yerli yardımcıları; el pençe… Türkiye sarılmış çepeçevre fırsatçılarla, tarihteki hep aynı saldırganlarla… Yandaşlara gelsin deste deste paralar… Şapur şupur… Yarabbi şükür…

Eksiği fazlası, olmuşu olacağı şu:

Dışta efendilerine sus pus, içerde halkına yerli yersiz efelenen, ileri geri konuşan vatanı satıcı anlayışa “kul kurban” olanlarla, bir şey yapmadan “zırıl zırıl” ağlayan, olmadı, kör kütük yatanlarla, aymazlıktan şakır şakır oynayan, gece gündüz göbek atanlarla, eciş bücüş adamlarla, yarım yamalak muhalefetle… çoluk çocuk binmişiz bir alamete… Güzel güzel gidiyoruz kıyamete…

Tatlı tatlı masalların, akan sıcak paraların bir gün sonu gelecek… Er geç iyiyi kötüyü, bu işin aslını faslını ulusça anlayacağız… Ülkemizin altı üstüne gelmeden, gemi karaya vurmadan, düşman ayakları ülkemizi baştanbaşa çiğnemeden, varlıklarımız, elimiz kolumuz katur kutur kesilmeden, eloğluna şapur şupur öpülmeden ayınsak…

Ayrı gayrı demeden bir olsak, birleşsek, dirlik düzenliğimizi yeniden kursak…

Aklımızı para pulla, makarna bulgurla çelemese kimse… Bu yerel seçimlerde partim demeden iktidarın karşısında durabileni, vatanını, milletini seveni desteklesek… Onları da saç saça baş başa öyle dövüşür bıraksak…

Çoluk çocuk hep beraber kol kola girsek… Kol kola girsek…

Feza Tiryaki, 24 Şubat2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1013
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x