Cumhur’un On İkinci Başkanı / E. Fuat TEKÇE

Cumhur’un On İkinci Başkanı / E. Fuat TEKÇE

İletigönderen Balasagun » Pzt May 04, 2015 17:13

CUMHUR’un ON İKİNCİ BAŞKANI

Resim
Türkiye Cumhuriyeti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün henüz daha Selânik Askeri Rüştiyesi’nde (1893-1896) öğrenciyken Kan’nî döneminden kalma sahildeki Osmanlı yapımı Beyaz Kule mahfilinde okul arkadaşlarına açtığı, gençlik yıllarına ait bir emelini insan tahammülünü aşan sayısız güçlük ve imkânsızlığa rağmen akılcılıkla gerçekleştirdiği âdeta bir “ilahî mucize”dir.

Bu mucizenin on ikinci Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan isteyene hayırlı, uğurlu olsun!

Ama Gazi Mustafa Kemal’in emsalsiz azim ve iradesiyle bir hukuk devleti olarak kurduğu laik Cumhuriyet’e yaraşan, benim gönlümdeki Cumhurbaşkanı değildir; olamaz da!

Çünkü, onbir yıllık başbakanlığı sürecinde biz yurttaşlara yaşattığı çeşitli olaylar vesilesiyle gördük ki iktidarın başına vurmasıyla, elinde dev aynası kendini beğenmişin teki oldu çıktı şahım tepemize. Başkaları tarafından da beğenilip sevilmek ister ama kendisi sevemez! Oysa, sev ki sevilesin. Hatasız ve belki de mükemmel olduğunu düşünür. Eleştirilmekten hoşlanmaz ve eleştirenlere de çok kızar. Çekemediği için başkalarının başarılarını görmezden gelir ya da küçümser. Sürekli şöhret, özellikle de para ve üst düzey bir makam peşinde koşar. Oluşumundaki noksanlıklar meydana çıkmasın diye devlet yönetiminde totaliter eğilimli olup çevresine de despotça davranır. Aşırı bencildir. Çıkarına dokunanlar ile kendisine sadakatsizlik ve vefasızlık gösterenleri unutmaz. Gençliğindeki sınırlı maddî olanaklar ile ataerkil aile yaşanı yüzünden genel yetişimi gibi kültürel gelişimi de yetersiz kaldığı için ufku dar, anlaşılması güç, karmaşık ve özellikle de “narsis” kişiliğiyle hercai olduğu kadar istikrarsız ve takiyeci de bir bireydir.

“İki ayyaş” lafıyla açığa vurup kendilerine nankörlük ettiği, Atatürk ve İnönü’yü çekememesinden, haydi bir gerçeğin adını koyalım, kıskanmasından başka Cumhuriyet ile başta laiklik olmak üzere devrimler karşısındaki düşmanca tutumu, 1994’ten bu yana kayda geçmiş kindar ve öfkeli söylemleriyle sabittir. Oysa, ışıklar içinde yatsınlar, kanlı muharebe meydanlarından gelerek inanılmaz imkânsızlıklar içinden dünyaca saygınlıklı bir hukuk devleti çıkartıp onu güç koşullarda yaşatmayı başarmış bu iki Türk büyüğünün değil eline su dökmek zerresi bile olamaz!!

Hatırlanacaktır: Başbakanken “IMF’ye olan borcu bitirdik. Duble yollar yaptık” diye yüksek sesle övünüp dururdu. IMF’ye olan borç ödendi ve içerdiği, vak’a-i adiye hâline gelmiş yolsuzluklar da dahil aynı yıl 12 milyar Dolar tutarında yol yapıldıysa, kendi kasasından kesesinden çıkan parayla yapılmadı ya! Nihayet millete ait kamu değerlerinin yok pahasına özelleştirilmesinden sağlanan milletin parası ve milletin vergileri ile ödendi, milletin parası ile yapıldı. Üstelik millete hizmet yükümlülüğünü taşıyan iktidara ayıla bayıla kendisi talip oldu. Nimetlerinden ötürü dört elle sarılarak bırakmak istemediği ne eski Başbakanlık makamına ne de %1,7 oranındaki kıl payı bir oy fazlasıyla seçildiği Cumhurbaşkanı koltuğuna kimse onu zorla getirip oturtmadı. Beğenmiyenler için istifa müessesesi var!

Kaldı ki geçmiş Başbakan Erdoğan’ın onbir yıllık iktidarında Cumhuriyet tarihinin borçlanma rekoru kırıldı ve Türkiye hiç olmadığı kadar borca bağımlı bir hâle geldi. Örneğin, değerinin altında yapılmış özelleştirmelerden 2003 ile 2013 yılları arasında devletin kasasına topu topu 50 milyar Dolar girdi. Tesislerin gerçek değeri karşısında çerez parası! Bu paranın çoğu borç ödemelerine gitti ama borç yine de bitmedi.

Nitekim, AKP iktidarı 2002 yılında geçmişten toplam 225 milyar dolar iç ve dış borç devralmıştı. 1950’den başlayarak 52 yılda 42 hük’metin yaptığı bu borç tutarı 2013’te artarak sadece 11 yıllık AKP iktidarında 134 milyar dolar iç ve 207 milyar dolar da dış borç olmak üzere toplam 341 milyar Dolar’a ulaştı ama yine de bitmediği gibi fazlasıyla da arttı! Dışişleri Bakanı iken kendi koyduğu “komşularla sıfır sorun” kuramını kısa zamanda maşallah “sıfır dost”a dönüştüren “stratejide derinlik” mucidi şimdiki Başbakan Sayın Davutoğlu’nun yeni hük’meti bu borcu hâliyle devraldığı gibi bitmek şöyle dursun “borç yiyen kesinden yer!” atasözünü çağrıştıran borç ekonomisi ile giderek daha da artı ve 2014 yılında 402 milyar doları geçti, 500 milyar dolara doğru yol alıyor.

Çünkü görgüsüzlük yüzünden afra tafra, gösteriş, kibir ve israf başa belâ! Meselâ örtülü ödenek:

İlk kez halk tarafından seçilmiş Cumhurbakanı’nın geçmiş onbir yıllık başbakanlığında örtülü ödenekten kullandığı paranının toplamı 14 milyar Türk lirası. Çuvallar dolusu 14 milyar lira!

İnşaat işçisi onlarla, maden ve tersane işçisi yüzlerle öledursun, kimi haber kaynağına göre başbakanlıktan ayrıldığı gün itibariyle 15 milyarı da bulabilir! Ne amaçla, nasıl ve nereye harcandı? Belli değil! Koca ülkede bilen de yok! Sanki yağma Hasan’ın böreği! Ama gökteki uçan saray ile AOÇ’deki haram Kaçak-Ak Saray’ın gerektirdiği paranın da bir yerlerden her hâlde bulunması gerekiyordu. Kim bilir?

Oysa, selefleri Çiller, Ecevit, Yılmaz ve Erbakan’ın toplam 10 yıllık başbakanlık sürecinde örtülü ödenekten kullandıkları para ancak 320 milyon TL tutuyor. Lütfen dikkat! Dolar değil Türk lirası! Demek ki ödenek tasarrufunda bunun 12,5 katı ile on ikinci Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmiş başbakanlık sürecinde ülke rekoru kırarak dünyanın en müsrif başbakanlarından biri, belki de en müsrifi oluyor.

Ne var ki geçim sıkıntısındaki milletin bu kadar parası nereye gitti diye ciddi biçimde soran bir tek Allah’ın kulu yok da, yangın yerinden farksız bölgemiz Orta Doğu’da terörist El Kaide’nin bir kolu olan El Nusra ile şimdi de Işid’e yardım ve yataklık ettiği anlamında Türkiye’yi küçük düşüren iğrenç haber pek çok! Nitekim, geçen yıl Galler’deki NATO toplantısında ABD Başkanı Obama artık Cumhurbaşkanı olan muhatabı Erdoğan’ı “Ortadoğu’daki politik çizginizi NATO ve ABD doğrultusunda görmek istiyoruz” sözleriyle kibarca eleştirdi ve uyardı. Türkiye’den ses yok! Wahington’dan Ankara yönünde sıklaşan ağır topların trafiğiyle de baskı arttırılıyor.

Seçilmiş on ikinci Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan iken yadsıyamadığı, kendi ses kaydı ile sabit 17 ve 25 Aralık 2013 tarihindeki rüşvet ve yolsuzluk olayını aynı Deniz Feneri gibi gündemden düşürüp unutturnak için diline doladığı, toplumu yanıltma amaçlı, artık bıktıran bir sözde “darbe”, “Paralel devlet”, “Pennsylvania” ve eskisini mumla aratan “yeni Türkiye” teranesine gelince, bu şark kurnazlığı da bir atasözümüzü çağrıştırmaktadır: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır!” Belki bir müddet bastırır ama unutulmasın ki yalancının mumu da yatsıya kadar yanar!...

Kanlı emperyalist oyunu “Arap Baharı” yüzünden şunca suçsuz insanın yaşamını yitirdiği ABD tasarımı Büyük Orta Doğu Projesi’ne kendi iktidar ve ikbâli uğrunda kandilli temenna edip selâm durmuş ama gerek ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın eli kanlı sergerdesi Öcalan, gerek de Kürtçülük karşısında nihayet aciz kalmış, din vurgulu söylemleriyle yurttaş değil, tarihin çöplüğündeki kul ve ümmeti özleyip bunlara özendiği anlaşılan birini bu millet nasıl olur da 21. yüzyılda devletin zirvesine çıkartır? Anlamadığım, başıma ağrılar girmesine neden olan soru ve sorun işte budur! En küçüğünden en büyüğüne kadar dost-düşman tüm dünya devletlerinin not ettikleri hakkındaki şaibelerden yargıda aklanmadan seçilmiş 12. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yukarıda yalnızca birkaçı aktarılmış becerilerinden ötürü devletin saygınlığı ile zirvesine en hafif deyimiyle ağır ve yoğun bir gölge düşmüş olmuyor mu?

Nur içinde yatsın, rahmetli Aziz Nesin’e pek çoğumuz gibi zamanında ben de kırılmıştım. Ruhu şad olsun, meğer haklıymış! Haydi merhumun kullandığı sözcüğü kullanmayayım ama milletin aklı ile alay etmek cür’etinde bulunan biri karşısında söyleyin Allah aşkına biz bu kadar da mı çaresiz ve safız?

Türkiye; aşkım, güzelim benim! Lozan’ı, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Atatürk Devrimleri’ni şunca yıl sonra hâlâ daha hazmedemeyenler el birliğiyle içeriden ve dışarıdan seninle çok uğraşıyorlar. Ama zerrece kuşkum yok ki günlerden hiç beklenmedik bir gün alayının başında bir yanar dağ gibi ansızın patlayacaksın. Geçmişte oldu, neden şimdi de olmasın?

Yeter ki Tanrı’nın Türklere bir lütuf ve inayeti olan sonsuza dek biricik gerçek önderimiz Yüce Atatürk’ün 96 yıl önce 1919’da Amasya’dan millete seslenişi gibi bugün de bize Anıt Kabir’den seslenişine kulak verelim:

“Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!”

İşitiyor musunuz?

E. Fuat TEKÇE, 2 Mayıs 2015
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x