Son yıllarda tarihçi, yazar, yönetmen, senarist eliyle yazılan uydurma “tarihi anlatılar” neredeyse bir komediye dönüştü.
Geçtiğimiz günlerde Rize Kitap Fuarı’nda bir yazar, söyleşisi sırasında Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin’i yere göğe sığdıramadı. “İngilizlerle asla bir işbirliği yapmadığı, ülkesini çok seven ve savunan biri olduğu ve hatta Atatürk’ü Anadolu’ya milli mücadeleyi başlatması için gönderdiği” gibi gerçeklerle çatışan ifadeler kullandı. Tarihin üstü, tozlu bir Vahdettin romantizmiyle örtülmeye çalışılıyor.
Oysa tarihin gerçek tanığı Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta tüm açıklıyla anlatır:
“Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta… İstanbul’da kurulmuş İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne girenlerin başında da, Osmanlı Padişahı ve Halife-i Rûya-i Zemîn unvanını taşıyan Vahdettin…”
Türk Tarihi Neden Saptırılıyor?
Çünkü tarihi saptırmak, bugünün gerçekliğini de bulanık hale getirir. Vahdettin’i parlatmak, aslında Ulusal Kurtuluş Mücadelesini ve bu mücadelenin lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü gölgelemek ve ulus-devlet anlayışını zayıflatma çabasıdır. Oysa tarihi belgeler açıkça gösteriyor ki Vahdettin, işgale direnen değil; tahtını ve canını kurtarmak için İngilizlere sığınan ve İngiliz gemisiyle ülkeden kaçan bir padişahtır.
Türk Tarihinin Röntgeni: Nutuk
“Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta… Adana ili Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş… 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıkartılıyor.”
“… Diyarbakır, Bitlis, Elazığ illerinde, İstanbul’dan idare edilen Kürt Teali Cemiyeti’nin amacı yabancı devletlerin koruması altında bir Kürt devleti kurmak… İstanbul’da kurulmuş İngilizler Muhipleri Cemiyeti’nin amacı ise memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilal çıkarmak, milli bilinci felce uğratmak ve yabancı müdahalesini kolaylaştırmak. Bu cemiyete girenlerin başında Vahdettin ve Sait Molla bulunuyordu.”
Teslimiyetin İki Ayağı: Mandacılık ve Etnikçilik
1918’de kurulan Kürt Teali Cemiyeti, İngiliz mandasına güvenerek bir “Kürdistan” hayali kurdu. Bugün de aynı etnik kimlik üzerinden siyaset inşa eden, ayrışmayı “özgürlük” diye pazarlayan ve dış destekli ayrılıkçı yapılar, bu hayali yeniden hortlatmaktadır. Tarihte Sait Molla nasıl ihanetinin karşılığında ödüllendirildiyse, bugün de bebek katili Öcalan benzer şekilde ödüllendirilmektedir.
Sait Molla, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’ye karşı yürüttüğü faaliyetler nedeniyle İngilizler tarafından şükran madalyasıyla ödüllendirilmiştir. Aynı şekilde, bugün İtalya’nın Bologna kentinde Öcalan’a verilen “onursal vatandaşlık” unvanı da içeriden beslenen ihanetin güncel bir belgesidir. Günümüzde yabancı fonlarla parlatılan söylemler, millî çıkarları değersizleştiren “barış” maskeli organizasyonlar; özünde Sait Molla sendromunun yeni sürümüdür.
1919’da kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin mensupları, Batı himayesinde bir Osmanlı geleceği hayal ediyordu. İngiliz mandasına sığınmayı kurtuluş zanneden bu zihniyet, sömürge olmayı yeğliyordu. Bugün de benzer yaklaşımlar farklı formatlarda şekillendirilmektedir. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “NATO’nun en büyük ikinci kara ordusu Türkiye, Avrupa güvenliği için gelecekte sorumluluk almaya hazırdır.” açıklaması, Türkiye’yi Batı’nın stratejik taşeronu gibi konumlandıran bir anlayışın güncel ifadesidir.
Vahdettincilik…
Nutuk’ta sıkça atıf yapılan İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti, Pontus ve Ermeni örgütlenmeleri gibi yapılar, dönemin işgalci güçlerine içeriden destek sağlayan işbirlikçi odaklardı. Bu cemiyetler, millî mücadeleye karşı çıkarken “barış”, “medeniyet” ya da “istikrar” gibi kavramlar üzerinden halkın iradesine ket vuruldu.
Bugün aynı zihniyet, farklı maskelerle yeniden perde önündedir. Adına sivil toplum kuruluşu, vakıf ya da dernek denilen; ancak arka planda yabancı fonlarla yönlendirilen yapılar, tıpkı İngiliz Muhipleri gibi dış merkezli operasyonların içerideki klonları hâline gelmiştir. Bu kuruluşlar, özellikle medya ve eğitim alanına sızarak kitleleri etkilemekte, “özgürlük”, “ifade hürriyeti”, “kültürel çoğulculuk” gibi kavramları araçsallaştırarak milli egemenliği aşındırmaktadır.
Aynı şekilde, tarikat ve cemaatlerin “manevi hizmet” adı altında devlete sızarak kadrolaşması, tıpkı Saltanat yanlısı çevrelerin Halifelik kisvesi altında emperyalizme zemin hazırlaması gibi bir işlev görmektedir. Bu yapılar, siyasi nüfuzlarıyla devletin tüm damarlarını kontrol altına almaya çalışmakta ve halkın iradesi yerine bağlı oldukları üst aklın talimatlarıyla hareket etmektedir.
Vahdettin döneminde olduğu gibi, bugün de “itaat” ve “sadakat” söylemleriyle halkın iradesi bastırılmak isteniyor. O gün İngiliz kontrolündeki Halifeye sığınanlar nasıl ki Anadolu’daki direnişi yok saydıysa, bugün de benzer zihniyetler, dışarıdan gelen her müdahaleye “reform”, “açılım”, “entegrasyon” gibi kavramlar üzerinden zemin hazırlamaktadır.
Tarihten ders çıkarmayan bugünün Vahdettincileri, devlet aklı söylemiyle Türkiye Cumhuriyetinin ulus-devlet yapısını aşındırmaktadır. Cemaatler, dernekler, sivil toplum kuruluşları, yazarlar-çizerler, akademisyenler aracılığıyla milli tarihimiz, kültürümüz ve dil birliğimiz hedef alınmakta; ulusal kimliğimiz sistemli bir şekilde tahrip edilmektedir.
Vahdettincilik anlatımı yapanlar, sadece geçmişi aklamaya çalışmakla kalmıyor; aynı zamanda bugünkü ihanetleri besliyor.
Bu gidişata karşı çözüm, Cumhuriyetimize sıkı sıkıya sarılmak!
Türk tarihini, fon aldıkları kaynaklara göre çarpıtanlara karşı gerçekleri savunmak; halkın iradesini korumak ve bağımsızlığımıza yönelen her türlü tehdidi bertaraf etmek, hepimizin tarihsel sorumluluğudur.
İşte bu nedenle, Cumhuriyeti Atatürk kurdu, biz yaşatacağız.
Gamze Köse, 20 Nisan 2025