Biraz vicdan azabı biraz huzur.
Bazı geceler kalkıp haber sitelerini tarasam mı diyorum, sonra baharı düşünüp vazgeçiyorum.
Belli mi olur? Belki güneşi görmek bir gün bana da lüks olacak.
Ne de olsa geleceğin ucu karanlık. Belki de çok yakında eli kalem tutan her fani, Silivri zindanlarını tadacak.
Grip artık dayanılmaz vaziyete geldi, ben sadece ekeceğim tohumlarımı düşünüyorum. İçimi tekrar bir sıkıntı kaplıyor. Mutlu olmak utanılacak bir hal almış sanki. Birileri yarınları canla başla karartıyor, biliyorum. Dinlenmek, durmak belki de ihanetle eş değer. Düşman durmuyor, düşman dinlenmiyor, düşman suyu bile uyutmuş, başında kandil yakıyor.
“Sadece birkaç gün” diyorum kendi kendime. Ayakta kalabilmek için, ruhunu koruyabilmek için birkaç gün…
Yine güneş geliyor aklıma. Bakmaya doyamadığım, yokluğuna dayanamadığım hayat kaynağım.
Telefon çalıyor. Bana kalsa telefonları da kapatacağım ama mümkün değil.
Annem “Müjdemi isterim” diyor.
Güzel bir haber almayalı kim bilir ne kadar zaman oldu…
“Gazetecileri serbest bıraktılar” diyor.
“Hangi gazetecileri?” diyorum.
“Silivri’de yatanları” diyor.
Bende tek bir kıpırtı yok.
Sanırım inanamıyorum.
İnsanların ‘şok’ dedikleri bu olsa gerek.
“Sadece gazetecileri mi?” diyorum.
“Ne bileyim ben? Alt yazı geçti biraz önce… Aç, bak televizyonu…” diyor.
Açamıyorum.
Her çıkanda içeride kalanı düşünüp kahrolacağımı biliyorum. En azından kim olduklarını bilmezsem hepsinin çıktığını düşünürüm, diyorum.
Ben tek tek kimler olduğunu öğrenmek istemesem de haber çabuk yayılıyor.
İlk Nedim Şener’i öğreniyorum. Gözümden bir damla yaş akıyor. Aynı tutuklandığı gün gibi…
Ama bu sefer yarım yamalak mutlulukla hüzün aynı anda…
Hala içeride olanları düşünüyorum.
Günler geçiyor herkes Nedim Şener’in eşiyle birlikte katıldığı televizyon programını konuşuyor. Seyretmek istiyorum, ama bir türlü elim varmıyor. Duyacaklarımı az çok biliyorum.
En sonunda tüm cesaretimi toplayıp programın tekrarını izlemek için bilgisayarın başına geçiyorum. İlk dakikalarda söylenenleri algılayamıyorum bile. Gözümde sadece Nedim Şener’in ilk tutuklandığı hali var. Sağlıklı zımba gibi bir adam. Şimdi ise sadece gözlerindeki korkuyu görüyorum. Göçük altında kalmış insanlar gibi bir deri bir kemik, gözyaşları hazır asker gibi pınarlarında. ‘Silivri’de kahraman olunmuyor’ diyor, ‘orada sadece çürüyorsunuz’. Daha fazla dayanamıyorum, kapatıyorum ekranı.
O günden beri her sabah uyanır uyanmaz pencereme koşuyorum. Bulutların ardına saklansa bile güneşe bakıyorum.
Şimdi elimde kalemim daha fazla korkuyorum, ama korkunun ecele faydası yok, biliyorum.
Güneşi son kez göreceğimi de, son harfimin ardından öleceğimi de bilsem yazıyorum. Aynı içeri de bizim için çürüyen insanların yazdığı gibi, sadece mutlu yarınları düşlüyorum.
Bige AKSOY, 19 Mart 2012