Daha Rahat Ortamlar (!)
Bu sözden, daha özlü bir söz söylenemezdi, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın, bayramın adını, seksenli yıllardan sonraki durumuyla dersek, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın günümüzdeki göz yaşartıcı durumunu anlatmak için. İşte demişler:
"Daha rahat ortamlar..."
Tam anlamıyla yerini bulmuş, argo deyişle, “Cuk oturmuş” bir söz!
Dünden beri düşünüyordum, nasıl anlatayım durumumuzu, söze nasıl gireyim, yok edilen bir büyük bayramımızın, alışılmadık, geleneklere ters, uygunsuz kutlamalarla sözüm ona kutlanışından nasıl söz edeyim? Bunun acısını, içimizdeki burukluğu, öfkeyi, tükenmeyen direnişi, nasıl söze dökmeli, neler demeli diyordum. 1938 yılından beri, hiç aksatılmadan geniş alanlarda, spor gösterileriyle, halk oyunlarıyla, asker sivil tüm gençlik örgütleriyle, Türk yıldızlarının gökyüzü şölenleriyle, Türk Hava Kurumu’nun nefes kesen hava gösterileriyle, ortaokul, lise, meslek okulları gençlerinin birleşerek hazırladıkları toplu spor hareketleriyle kutlanan bu büyük bayramın, iki üç yıl içinde bu duruma nasıl getirildiğini, buna neden karşı çıkılmadığını, bu kabullenişi, boyun eğişi, karşı devrimce gençliğin algısının tutsak edilişini nasıl açıklamalı bilemiyordum. Önceleri ağzının içinde bir şeyler mırıldananlar, bahanelere sarılanlar, daha sonra çekinmeden açıkça niyetlerini dediler. En son, Soma maden kazasını, yanlış dedik, 19 Mayıs’tan bir hafta önce olan, ihmalden, özel işletmenin aç gözlülüğünden, yandaş kayırmacılığından kaynaklanan bu maden katliamını (toplu kırım), üç yüzü aşkın ölümü bahane ederek, bayramı başka bir gün kutlamak üzere ertelemek yerine, kutlamayı tümden yasakladılardı.
Kaç yıldır bayram kutlatmıyorlar. Bayramlar alanlardan kaldırıldı. Çıkarılan yasalarla bu durum görünüşte yasallaştırıldı. Devleti yönetenler devletimizin kurucusunun önüne çıkmıyorlar, Anıtkabir’i ziyaret etmiyorlar artık bayram günlerimizde.
Bu durum kanıksandı, kimse yadırgamıyor.
İstanbul'un valisinden imiş yazıya başlarken sözünü ettiğim, başını yazdığım özlü söz. Vali, Cemal Reşit Rey konser salonundaki törende demiş bu sözü. Taksim Anıtı'na çelenk bırakma törenine de nedensiz katılmamış. Cumhuriyet Gazetesi, kanlı terör örgütünün temsilcisi HDP adlı siyasi partiyi parlatmayı, meclise sokmayı kendine iş edinmiş, bölücülerin sesi olmuş, yönetimi bu yönde değiştirilmiş gazete, aynen şöyle yazmış, “19 Mayıs Coşkusu” adlı “Foto Galeri” türündeki çok resimli, az yazılı haberinde: “Buraya katılan (yani bayramın buradaki törenine katılan)Vali Şahin,“Güneş altında yapıyorduk, şimdi daha rahat ortamlarda bayramlarımızı kutluyorlar.” dedi.”
Demek ki neymiş? Artık bayramlar statlarda, açık havada, alanlarda yapılmıyormuş. Yani neymiş? Bayram kutlama artık güneş altında değilmiş.
Yani, yani, “Şimdi daha rahat ortamlarda kutluyorlarmış bayramı.”
Kimler? “19 Mayıs” üzerine konuşulduğuna göre, bu sorunun yanıtı tek, “Gençler!”
Gençler, aylar süren bayram hazırlığından, birlikte yapılan provalardan, üstüne üstlük, bayramda, kutlamalarda,19 Mayıs’ın güneşli, sıcak havalarından, güneş altında bunalmaktan, terlemekten, yanmaktan kurtulmuşlar.
Ne diyelim? Gençler teşekkür borçlular buna göre, bu kafaya göre, bayramlarını kaldıranlara. Kendilerine rahat ortamlar sunanlara…
Devlet, bayramdan zaten elini çekmiş. Çektirilmiş. Devlet radyosu ve televizyonu ulusal bayramlara sırtını dönmüş, bu işlerden kendini sıyırmış. Bunun yerine, yeni yetişenlerin algısını değiştirmeyi, çocuk ve gençleri Araplaştırmayı, kendi kültürüne yabancılaştırmayı, ulusal duyguları köreltmeyi kendine iş edinmiş. Atatürk anıtlarına göstermelik çelenk koyma törenlerine katılıyormuş yalnızca artık devlet görevlileri. Statlarda bayram kutlama kalkmış. Çelenk bıraktırdın mı, bir iki çocukla, gençle kameralar önünde konuştun mu, bayram kutlanmış oluyor. Hepsi bu kadar! Geceleri de eften püften popçular, şaklabanlar konser adı altında gençliği coşturuyormuş, öyle söylüyorlar. Halkımız, sıradan vatandaş ne yapsın? Bayram kutlayamayınca, bayramları elinden alınınca, son bir umutla eline bayrağını almış, işi yürüyüşlere dökmüş. Yürüyoruz. Nasıl bir kutlamaysa bu, dünyada eşi benzeri bulunmaz bir şekilde, artık tüm ulusal bayramlarımızı, düşman işgalindeymiş gibi ülkemiz, miting havasında, bağırıp çağırarak, sloganlar atarak bir direnişçi havasında, kılığında, ruh halinde kutluyoruz… Muhalefet de durumdan hoşnut ki, bu duruma ses çıkardıklarını, eskisi gibi bayram kutlayalım, ne oluyor, ne bu böyle dediklerini duymamış kimse… Bu kadar.
Yok, hepsi bu kadar da değil. Son bir uygulama daha var. Anıtkabir’i, anlamından, özelliğinden uzaklaştırmak, bir kutlama yerine, konser alanına çevirtmek. Başka yer, meydan, alan kalmamış gibi koca Ankara’da, Anıtkabir’de konser verdirmek, dans ettirmek, göstericilere ıslıklarla, alkışlarla, şamatayla katılmak, orada bayram kutlatmak, bayram! Saygıyla, sessizce ziyaret etmemiz gereken yeri, bayram yeri yaptırtmak! Duvarların üstüne, Türk devletinin askerlerini değil de, geçmişteki gibi giyinmiş, ortalığı karnaval yerine döndürmüş eski asker giyimlileri çıkarmışlar. Karşıya, bir yağlıboya resim konmuş. O duvarlara, o anıta hiç uymayan, belki bir salonun duvarına asılsaydı yakışabilecek bir resmi, at üstünde Atatürk resmini anıtmezarın merdivenlerinin önüne yerleştirmişler. Cumhuriyet, bu durumu da atlamamış.
19 Mayıs coşkusu adıyla yazdıkları habere devam etmişler:
“Anıtkabir’deki törende Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ve gençler, Atatürk’ü tasvir eden yağlı boya önünde fotoğraf çektirdi.” demişler. Haberin geceki yapılanları, konseri anlatan bölümü kelimesi kelimesine şöyle:
“Anıtkabir Komutanlığı koordinatörlüğünde 17 yıl aradan sonra ilk kez konser verilirken, katılımcılara eşsiz müzik zevki sunuldu. Vatandaşlar, dilek balonları uçurup, marşlara eşlik etti.”
Tıpkı, geçen ay, 25 Nisan’da, Çanakkale Kara Savaşlarının yüzüncü yılında, buradan ilk kez yayılmacılara selam çakıldığı gün gibiymiş bu 19 Mayıs’ta da yapılanlar. O zaman, işgalci İngiliz’in 1915’te Çanakkale’de üstümüze sürdüğü Anzakların şafak ayinlerinin benzeri burada yinelenmiş, gece sabaha karşı toplanılmış, dilek balonları uçurulmuştu. Ne balonlarıymış bunlar diye sormaya gerek kalmadan gazeteler yazmıştı: Barış balonları.
Barış balonlarını yine uçurmuşlar buradan.
Sanki savaştayız, sanki bizim başka bir ülkenin topraklarında gözümüz var, bir kuyruk acımız var… 19 Mayıs’ta, ulusal kurtuluş savaşımızın başlangıç gününde barış balonlarının ne işi var, ne demek isteniyor bu balonlarla acaba? Biz ne zamandan beri böyle baloncu, dilekçi, alkışçı, yaygaracı, şamatacı, sirkte eğlenir gibi, eğlenecek yer kalmamışmış gibi yüce önderimizin anıt mezarı başında bayram kutlar olduk? Ne zamandır, ulusal günlerinin içinin boşaltılmasına aldırmayan, algısı yitmiş gitmiş, her denilene kanan, söylenene sorgulamadan kapılan bir garip toplum olduk?
*
19 Mayıs günü, bayram sabahı devletin televizyonlarını Türkiye saatiyle 9. 15- 9. 45 arasında, yarım saatlik bir zaman diliminde izledim. Gördüklerime ancak o kadar dayanabildim. Yine aynı yayınları gece 22’de, bir kez daha dolaştım. Aynıydılar. Daha da beterdiler. Sonuç mu? Alın size sonuç:
TRT1, ekranına yalnızca “Kutlu olsun” yazılmıştı. Ne kutlu olacak, belli değildi.
TRT Haber, haberleri verirken, bayramdan şöyle bir söz ediyor, “Anıtkabir etrafında da etkinlikler sürecek, diyordu. Ulus’ta, Atatürk anıtına çelenk konulmasını, Çağatay Kılıç yönetimindeki heyet… diyerek anlatıyordu. Şu sözü kaydetmişim:
“Anıtkabir çok önemli bir merkez ama diğer bir merkez de Samsun.” diyerek Samsun’dan bir iki görüntü vermişlerdi. 19 Mayıs için neden Anıtkabir merkez sayılıyor anlayanınız var mı? Bayram yerleri, statlar, ulusun toplandığı alanlar değil de yüce önderimizin anıtmezarı merkez… TRT 1 deminki haberin hemen ardından ”Seçmenin sesi” yayınına geçmiş, TRT Haber de, Mursi (devrik Mısır lideri) haberlerine dalıvermişti. Toplu açılışlardan görüntüler, kulakları yırtan, iç bayan seçim konuşmaları canlı canlı veriliyordu.
Bayram gününde devlet televizyonunu şöyle bağırtıyorlardı:
“Unuttuğunuz bir şey var: Türkiye, eski Türkiye değil!”
“Ne diyor millet bunlara? “Haydi oradan!” diyor. Yeterrrrrr, söz de , egemenlik de milletin!”
Bundan sonrası “Atatürk Türkiyesi” için inanılmaz, korkunç bir durumdu. Her söylenene amin diyen, alanda toplanmış seçmen kitlesi. Mevlit amini değil, seçim amini bu amin. Vatanı düşmanlardan kurtarma, çağdaş Türkiye’yi kurma yolunun açıldığı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlatıldığı gün olan, bu en kutlu günde, yüce önderimiz, başkomutanımız, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı günün, 19 Mayıs 1919’un yıldönümünde meydanlara toplatılanlara amin dedirtiliyor.
Biri bağırıyor, birileri, dinsel törendeymişçesine bir ağızdan denileni aminliyor. Tüm bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nde bir ilk. Avrupa’da, bir ülkede, kilisede dua ettiriyormuş gibi bir siyasetçinin dinleyenlerine “Amen!” dedirttiğini düşünün! Yer yerinden oynamaz mıydı? Gözler faltaşı gibi açılmaz mıydı? Ortaçağda bile yaşanmayan görüntülere toplumları ne derdi?
Amin, Arapça, Arapçada, öyle olsun, Tanrım kabul et!” anlamında bir söz. Dinleyin:
“Bizleri bayraksız bırakma!” “Amin!”
“Bizleri camisiz bırakma!” “Amin!”
“Camileri cemaatsiz bırakma!” “Amin!”
Yine, yöneticilerden birinin seçim toplantısı, TRT haber de. Bağıranın sesi kısılmış, durmadan çığırıyor, dinleyene parmak sallıyor:
“Eski Türkiye partisi bunlar? Eski Türkiye ne demek?” Sorusuna yanıt da kendinden: “ 90’lı yıllarda kalmış demek!”
TRT Çocuk, TRT Okul böyle bir günde, böyle bir sabahta ne yapıyordu diye hiç sormayın! Pepee adlı, adı Türkçe olmayan yerli dizilerinin karlı bir havadaki serüveni konu edilmişti. Ne mevsimi, ne havası, ne konusu 19 Mayıs’la ilgiliydi… TRT Okul, zaten Türk’ün okulu değil. 19 Mayıs bayram sabahı, yaşlıların hastalıklarını anlatıyorlar, anlattırıyorlar. Geri zekâlı çocuklar gibiler: “Allah razı olsun, kambur biriydim yani. Süper oldu yani. Harika oldu yani. İnşallah. Maşallah!” TRT Belgesel, kırmızı tilkilere takmış. Diyorlardı ki: “Dört aydır kırmızı tilkileri takip ediyoruz. Tilkilerin suçu belli…”
TRT müzik, pop müziğe acayip merak salmış. Türk Sanat Müziği’ni oralarda boşuna aramayınız. Şimdi orası arabeskçilerin, akapeli cazcıların, popçuların yeri… Bu anlamsız sözleri şarkı niyetine söylüyor sarışın şarkıcıları:
“Sen iste bir daha döneyim…”
Ya, çiçeği burnunda, TRT’lere çok yeni katılan Diyanet kanalına ne diyeceğiz? Diyanet, Arapça. Başeğme anlamına geliyor Türkçesi. Bir anlamı da dindarlık. Bu adla kurulan bu kurum, şu an en büyük bütçeli devlet kurumu. Yeni açılan devlet kanalında ne mi işliyorlardı bayram günü, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu din işlerine bakan kurumunun yetkilileri?
Dersleri, Arap harfleri. Hocaları tahta başında, elinde sopa: “Uzatmayı öğreniyoruz. A…ba…ta…ta ga…Tekrar. Bir diğer harfimize geçelim. “Ha…” Özel bir harftir “ha” ve güzel bir harftir. Ayrı güzellik, ayrı bir zenginlik bu harfin bulunması. “Ha…” “ ha…” Ağzımız açık olsun, boğulmasın… “Ha…”
Sanırsınız ekrandaki badem bıyıklı, takım elbiseli hoca, Arapça harfleri yeni tanımış. Ya da Arapçaya yeni bir harf katılmış. Anlatışa, coşkuya bakar mısınız?
Atatürk devrimleriyle Türk diline hiç uymayan Arap harflerinden kurtulan Türk çocuklarını, yeniden Arap harflerine boğuyorlar. Ne zaman? Her fırsatta. İşte böyle bayram günlerinde bile…
Gerçekten ortam, karşı devrimin iktidarı ele geçirmesiyle, bunların bölücülerle ortaklığı, Atatürkçülerin de, gönüllerinin temizliği, denilenlere safça inanmaları, herkesi kendileri gibi bilmeleri nedeniyle çok değişti, çok… Ankara valisi boşuna mı muştulamış kavuşulacak rahat ortamları?
Daha rahat ortamlar bekliyor gençleri… Ne güzel, artık güneş altında bayram yapmayacaklar! Kapalı ve rahat ortamlar bekliyor onları! Okullarda, öğrenme değil, ezberleme, baş sallama, bir ağızdan söyleme dönemi de geldi geliyor… Herkes rahat edecek, demedi demeyin!
Ha gayret!
Feza Tiryaki, 20 Mayıs 2015