
''Ergenekon'' davasının tutuklu sanığı Oktay Yıldırım, Ümraniye'de bir gecekonduda ele geçirilen el bombaları ile bir bağlantısının bulunmadığını ileri sürerek, ''Ne avukatım ne ben o bombaları gördük. O bombaları imha kararı veren mahkeme de o bombaları görmedi'' iddiasında bulundu.
Silivri Ceza İnfaz Kurumu Yerleşkesi'ndeki duruşma salonunda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan bugünkü duruşmada, tutuklu sanıklardan Oktay Yıldırım'ın sorgusunun yapılmasına başlandı.
Mahkeme heyeti önünde hazırlanan kürsüye gelerek savunmasını yapan ve malulen astsubay emeklisi olduğunu ifade eden Yıldırım, iddiaların ''mesnetsiz ve siyasi amaçlı'' olduğunu ileri sürerek, ''Burada olduğum için gurur duyuyorum'' dedi. Yıldırım, diğer sanıklardan Mahmut Öztürk ile daha önce birlikte çalıştıklarını, Muzaffer Tekin'le ise Öztürk ile Kadıköy'de gezerken tesadüfen tanıştığını anlatarak, ''Bugüne kadar ikisinden de zarar görmedim. Onlar da benden görmemiştir'' diye konuştu.
Emekli olduktan sonra bazı internet sitelerinde yazılar yazmaya başladığını kaydeden Yıldırım, ''mücadelesini kalemiyle yazarak sürdürdüğünü'' belirterek, ''İddia edildiği gibi yasa dışı yollarla çeteler kurarak değil'' dedi. Oktay Yıldırım, yazılarından bazı kesimlerin rahatsız olduğunu ileri sürerek, ''Biz susturulmalıydık'' görüşünü dile getirdi.
ÜMRANİYE'DE ELE GEÇİRİLEN PATLAYICILAR
Ümraniye'de bir gecekonduda ele geçirilen el bombaları ile ilgili olarak, ''bunların kendisine ya da evin sahibi olduğu iddia edilen Mehmet Demirtaş'a da ait olmayan bir evde bulunduğunu'' ifade eden Yıldırım, ''Demirtaş eskiden askerimdi. Bu kişiye ait LPG istasyonuna yolum düştükçe gider ve otomobilim için LPG alırdım. Bunun dışında herhangi bir örgütsel bağımız bulunmuyor'' dedi.
Yıldırım, Demirtaş'ın yeğeni olduğunu sonradan öğrendiği tutuklu sanık Ali Yiğit'i ise ''göz aşinalığı'' dışında tanımadığını öne sürdü. Demirtaş'ın, el bombaları ve patlayıcıların ele geçirildiği evde daha önce kiracı olduğunu, kendisinin de Demirtaş'ı ziyarete gittiğini anlatan Yıldırım, Demirtaş'ın gözaltına alınmadan 1,5 yıl önce bu evden taşındığını iddia etti.
Oktay Yıldırım, gözaltına alınırken kendi evindeki aramada ''hizmet anısı'' ve arkadaşlarınca verilen ya da satın aldığı bıçakların bir kısmına da el konulduğunu, ayrıca o an için ruhsatını bulamadığı beylik tabancasının da alınarak ruhsatsız kabul edildiğini öne sürerek, emniyete götürüldüğünde ruhsatın nerede olduğunu hatırladığını söylediğinde kendisine ''Artık çok geç'' yanıtının verildiğini anlattı.
''BOMBALARI GÖRMEDİM''
Emniyete getirildiğinde bombalardan sorumlu tutulduğundan bahsedildiğini anlatan Yıldırım, ''Ne daha önce ne emniyet müdürlüğünde ne avukatım ne ben o bombaları gördük. O bombaları imha kararı veren mahkeme de o bombaları görmedi'' görüşünü savundu.
Yıldırım, tutuklandığı sırada mahkemenin 2 dakika kadar sürdüğünü, burada önce kendisine bombaların sorulmadığını, sadece evindeki bıçakların sorulduğunu öne sürerek, daha sonra avukatının ''sormayı unuttunuz'' diyerek hatırlatması üzerine mahkemenin el bombaları konusunu da sorduğunu iddia etti.
"TEKİN'E DESTEK OLMAKLA HATA ETMEDİM"
El bombaları ile kendisiyle ilişkilendiren tek iddianın ''ihbarcının ve polise göre bir başka sanığın ifadesi'' olduğunu savunan Yıldırım, sorgulamasında ayrıca kendisine Danıştay saldırısı ve sanık Muzaffer Tekin ile ilgili sorular sorulduğunu kaydetti. Danıştay saldırısı sırasında yaşanan olaylarda Tekin'e destek olmaya çalıştığını anlatan Yıldırım, bu konuda hata yaptığını da düşünmediğini kaydetti. Gözaltına alındığı ilk günden itibaren ''sohbet'' adı altında yapılan şifahi sorgularda Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz, Tuncay Özkan gibi kişileri tanıyıp tanımadığı ve bu kişilerle olan ilişkilerinin sorulduğunu belirten Yıldırım, sanık Ali Yiğit'in ifadesine göre, bombaların ele geçirildiği sandığın yaklaşık 3 yıldır Ümraniye'deki gecekondunun çatı katında olması gerektiğini, bu nedenle de parmak izinin bulunduğu iddia edilen bantların sıcak, soğuk gibi pek çok dış etkiye maruz kaldığının düşünülmesi gerektiğini ifade etti.
"PARMAK İZİ MUAMMASI"
Dosyadaki parmak izlerine ait 4 ayrı raporun da çelişkili olduğunu savunan Yıldırım, şunları anlattı: ''Bir parmak izi, dış etkenlerin olduğu ya da olmadığı ortamlarda, ne kadar süreyle korunur? Bir bant üzerindeki yapıştırıcı kaç derecede erir ya da üzerindeki parmak izini ne kadar muhafaza eder? Nasıl bir yüzeye yapıştırılırsa daha sonra zarar görmeden oradan kaldırılabilir? Bu bant nerede bulunmuştur? Bunların incelenmesi gerekir.''
Ali Yiğit'in ifadelerinde çok sayıda çelişkiler olduğunu ileri süren Yıldırım, örneğin Yiğit'in bombaların ele geçirilmesinden 3-4 ay önce sandığı açtığını, bantlı siyah bir kutuyu eline aldığını anlattığını hatırlatarak, bu kutuda Yiğit'e ait parmak izine neden rastlanmadığını sordu. Yiğit'in ifadelerinde Muzaffer Tekin ve Mahmut Öztürk'ten ayrıntılı olarak bahsetmesine rağmen Bayrampaşa Cezaevi'nde Tekin ve Öztürk'ü ayırt edemediğini öne süren Yıldırım, davada ''ihbarcı'' olarak yer alan Ali Yiğit'in babası Şevki Yiğit'in ifadelerininde de tutarsızlıklar olduğunu savundu.
Ali Yiğit'in bombaları ele geçirilmelerinden 3-4 ay önce bulduğunu söylediğini tekrarlayan Yıldırım, bu durumda kendisinin o bombaları derhal oradan alması gerektiğini, aksi bir davranışın söz konusu olamayacağını belirterek, şunları kaydetti: ''Aklı evvelin biri benim bombalarımı bulacak, ben de bir daha oraya adım atmayacağım, oradan bakınca zeka zafiyeti olan biri gibi mi görünüyorum? Bütün bu iddialar bir tane çarıklı senaristin iddialarıdır ya da paranoya hezeyanlarıdır. Bu tertibi mahkeme heyeti görmelidir ve bu çarıklı senaristlerin başka senaryolarla başkalarına zarar vermeleri engellenmelidir.''
Sanık Yiğit'in bir ifadesinde, suça konu el bombalarını kendisinin Şemdinli'den getirdiğini söylediğini ileri süren Yıldırım, ''Bu en talihsiz yalandır. Ben Şemdinli'den 2 koltuk değneği ile zorla hareket edecek şekilde sedyeyle getirildim. Eşyalarım da daha sonra gönderildi'' dedi.
EL BOMBALARININ İMHASINA ELEŞTİRİ
Ele geçirilen bombaların imha edilmesini eleştiren Yıldırım, ''Patlayıcı özellik taşıyan tüm mühimmatlar içerisinde en güvenli olanları el bombalarıdır. Hiçbir depolama koşulunda patlamaz. Yapısı buna müsait değildir'' diye konuştu.
Yıldırım, daha sonra çizdiği şemalar üzerinde el bombalarıyla ilgili mahkemeye ayrıntılı açıklamalarda bulundu. Bombaların imhasıyla ilgili raporları da eleştiren Yıldırım, ''Birbirlerine 'Abdüleyh, Bozok, Memati, Polat' diye hitap eden birkaç polisin dışında kimsenin görmediği bir el bombası efsanesiyle karşı karşıyayız'' dedi. Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, ''Satır başına geldiyseniz, ara verelim duruşmaya'' diyerek, duruşmaya öğle arası verdi.
''HER BOMBANIN BİNLERCE İKİZİ VARDIR''
Aradan sonra savunmasına devam eden Yıldırım, konuya ilişkin raporda bahsedilen olaylarda ele geçen bombalar ile bu davanın konusu olan bombalar arasında maşalarında bulunan model ve kafile numaralarındaki harf ve rakam benzerlikleri üzerinden irtibat kurulmaya çalışıldığını söyleyerek, ''Bu irtibat olaylarının olduğu yerler ve zamanlar benim görev yaptığım yerler ve zamanlarla çakıştırılarak açık bir zorlama ile bir suçla ilişkilendirilmeye çalışılmaktayım'' dedi.
El bombalarının üzerindeki numaraların, ateşli silahlarda olduğu gibi her birinin ayrı bir bombaya özel numara olmadığını, her numaranın bazen 8 bin, bazen 9 bin, bazen 10 bin bombanın üzerinde bulunan kafile numaraları olduğunu anlatan Yıldırım, ''Başka bir deyişle her bombanın binlerce, on binlerce ikizi vardır. Bundan birkaç yıl sonra herhangi bir yerde benzer bir olayda bu binlerce numaradan taşıyan bir el bombası bulunursa onlar da bu bombalarla mı ilişkilendirilecek?'' diye konuştu.
Ümraniye'de ele geçirilen bombalara ilişkin uzmanların tuttuğu tutanağın saatinin 20.30 olduğunu, onların verdiği cins ve miktar bilgilerine istinaden emniyette tutulan rapora ise saatin 19.40 olarak yazıldığını söyleyen Yıldırım, bu saatlerin tam tersi olması gerektiğini anlatarak, ''Neresinden tutsak elimizde kalan 18 aylık sürecin en alt tuğlasıdır bu. Bütün süreç, bu tuğla üzerine bina edilmiştir'' dedi.
''LOBİ-ERGENEKON'' BELGESİ, PKK ORİJİNLİ SİTEDEN ALINDI
İddianamede, kendisi ve diğer bazı kişilerin çeşitli gazete, internet sitesi ve televizyonlarda örgütün amacı doğrultusunda yazı, yayın ve propaganda faaliyetleri yaptıklarının anlaşıldığı yönünde ifade bulunduğunu söyleyen Yıldırım, ''Lobi-Ergenekon'' belgesinin, PKK orijinli bir internet sitesinde 2001 yılından beri yayımlandığını öne sürdü.
Yıldırım, ''Çok gizli örgüt belgesi diye nitelenen ve üzerinden yüzlerce komplo teorisi üretilen belgeler, PKK orijinli bir siteden alınmıştır. Buna itibar edilerek aynı belgeyi yasal bir şekilde internetten indirdiğim için ben de örgütün üyesi olarak gösterilmekteyim'' dedi.
Değişik tarihlerde, çeşitli internet sitelerinde yayımlanan yazılarından örnekler veren Yıldırım, hiçbir yazısında örgüt propagandası yapmadığını, bütün yazılarında ve konuşmalarında birlik ve beraberliği, Cumhuriyet değerlerini ve mevcut anayasal rejimi savunduğunu söyledi.
''Lobi'' isimli dOkümanın örgütsel bağın ispatı olduğunun iddia edildiğini hatırlatan Yıldırım, 2001 yılından beri internet ortamında yer alan bu belgenin yüz binlerce kişi tarafından ''tıklandığını'' öne sürerek, bu belgeyi hasbelkader internetten indiren ve şu anda gözaltına alınmamış olan belki binlerce insanın da bu mantığa göre bu sözde örgütün üyesi durumunda olduğunu savundu. Yıldırım, evindeki çalışma masasından alınan diğer 2 dosya gibi bu dosyayı da hakkında yazı yazmak için indirdiğini anlatarak, diğer dosyalardan biri olan mayınlı sahalarla ilgili dokümandan da yararlanarak, Suriye sınırındaki mayınlı sahalar hakkında 2 yazı yazdığını anlattı.
Bu yazıların ''Mayın Sahalar Dosyası-1'' ve ''Mayın Tarlasında Yetişen Hıyarlar ve Suriye Hududumuz'' başlıklarıyla çeşitli internet sitelerinde yayımlandığını anlatan Yıldırım, bu yazılardan birinin kaçak et yolsuzluğuyla ilgili olduğunu, diğerinin ise ''Lobi-Ergenekon'' dosyasını okumaya fırsat bulamadığı ve hakkında yazı yazmak için beklettiği dosyalar olduğunu ileri sürdü.
TÜM GÖSTERİ VE AÇIKLAMALAR İZİNLİ
İddianamede, ''Gerçekleştirdikleri gösteri, yürüyüş ve eylemlere bakıldığında bir taraftan örgütün propagandasını yaptıkları, böylelikle yeni açılımlar sağlayarak örgüte güç sağlamayı, diğer taraftan da örgütün amaçları doğrultusunda ülkede darbe zemini oluşturacak eylemler yapmayı planladıkları anlaşılmaktadır'' ifadesiyle bir tespitte bulunulduğunu söyleyen Yıldırım, ''Kafamdan geçtiği ifade edilmesine rağmen benim o plandan haberim yok ama savcılık makamının bir şekilde haberi olmuş'' dedi.
Yıldırım, darbe ortamı hazırlamakla itham edilen gösterilere ilişkin ise yapılan tüm basın açıklamaları ve gösteri yürüyüşlerinin, valiliğin verdiği yasal izin çerçevesinde olduğunu söyledi.Katıldığı basın açıklamaları ve gösterilerden bahseden Yıldırım, Fransa Konsolosluğu önünde 17 Mayıs 2006 tarihinde yapılan sözde ''Ermeni Soykırımı'' yasa tasarısını telin için yapılan basın açıklamasına katıldığını söyleyerek, ''Ben bu basın açıklamasının darbe ortamını nasıl hazırladığını 18 aydır düşünüyorum, anlayamadım'' diye konuştu.
Savcılığın iddianameye aynı sebeple koyduğu bir diğer olayın 28 Temmuz 2006 tarihinde Şişli'de yazar Orhan Pamuk'un yargılandığı davaya müdahil olarak gitmesi olduğunu söyleyen Yıldırım, hayatının neredeyse 10 yılını terörle mücadele ile geçirmiş ve bu uğurda sakat kalmış birisi olarak davaya müdahale talebini ve hakarete uğradığı gerekçesiyle şikayetçi olduğunu o zaman mahkemeye arz ettiğini söyledi. Yıldırım, terörle mücadele konusuna ilişkin ''Biz 18 ay boyunca F tipinde karşılaştığımız muamelenin yüzlerce kat daha iyisini yapıyoruz'' dedi. Yıldırım, katıldığı gösteri yürüyüşleri ve basın açıklamalarında hiçbir taşkınlık ve yasa dışı ortam oluşmadığını da ileri sürdü.
''BU NASIL BİR ÖRGÜTTÜR Kİ SAĞA SOLA EL BOMBASI SAKLAR AMA İMZA GİBİ BİR ADET İŞARET PARMAĞI İZİNİ BANDA YAPIŞTIRIR?''
''Ergenekon'' davası kapsamında savunma yapan tutuklu sanık Oktay Yıldırım, evinde süs eşyası olarak bulundurduğu ya da hediye olan bıçak ve ruhsatlı beylik silahına el konulduğunu belirterek, ''Herhalde duvarda süs diye asılı duran 2-3 bıçak, terör örgütü silahı kabul edilemez; herhalde darbe ortamı yaratmaya elverişli aletlerden sayılamaz'' dedi.
Yıldırım, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın bugünkü duruşmasında yaptığı savunmada, tüm gösteri ve yürüyüşlerin hiçbirinin yasa dışı olmadığını öne sürerek, bu gösterilerin çok önceden kayıt altına alınmış olmasını eleştirdi.
Yıldırım, ''Eğer ben gözaltına alındığım 12 Haziran 2007 tarihinden önce bir suç işlediysem neden bu tarihe kadar bir işlem yapılmadı? İşlediysem, neden bu olaylar tek tek kayıt altına alındı sorusu son derece önemlidir'' diye konuştu.
Evinden suç delili olarak alınan bıçaklardan birinin Şırnak'ın Şenoba ilçesinde görev yaptığı dönemde bir korucu lideri tarafından hediye edildiğini belirten Yıldırım, bu komando bıçağını yıllarca üniformasıyla birlikte taşıdığını kaydetti.
Evinde buna benzer süs eşyası olarak bulundurduğu ya da hediye edilen bıçaklara ve ruhsatlı beylik silahına el konulduğunu anlatan Yıldırım, ''Herhalde duvarda süs diye asılı duran 2-3 bıçak, terör örgütü silahı kabul edilemez; herhalde darbe ortamı yaratmaya elverişli aletlerden sayılamaz'' görüşünü ifade etti.
Hakkında delil olarak sunulan şeylerden birinin de Muzaffer Tekin, Fikri Karadağ, Kuddusi Okkır ve Hüseyin Görüm'ün bulunduğu bir fotoğraf olduğunu anlatan Yıldırım, fotoğraftaki kişilerden sadece Muzaffer Tekin'i tanıdığını, diğer kişilerle telefonla bir iki hal hatır sorma dışında görüşmediğini söyledi.
Albümünde çeşitli sosyal ortamlarda çekilmiş fotoğraflar olduğunu ancak bu fotoğraflardaki kişilerin bazılarıyla hiç görüşmediğini kaydeden Yıldırım, ''Şimdi bu fotoğraflardaki birinin işlediği veya iddianamede iddia edildiği gibi işlemeyi planladığı bir suça benim ortak edinmeme yahut benim işlemeyi planladığım bir suça diğer kişilerin ortak edilmesine bir fotoğraf nasıl karine olabilir? Örneğin Almanya'da görülen Deniz Feneri davasında yolsuzluk ve sahtecilikle paraları zimmetine geçirdiği mahkeme kararı ile sabit olan bir kişinin Türkiye'nin Başbakanı ile olan ve basına yansıyan fotoğraf, Başbakan'ı bu suça ortak mı eder? Belki bir döneme ait tanışıklığı gösterir, hepsi o kadardır'' diye konuştu.
DANIŞTAY SALDIRISI
Osman Yıldırım'ı ''yıkıcı, yobaz terörist'' olarak nitelendiren Yıldırım, hakkındaki iddialardan birinin de Danıştay saldırısına ilişkin olduğunu ve Osman Yıldırım tarafından öne sürüldüğünü anlattı.
Danıştaya yapılan saldırının, kendisinin savunduğu değerlere, yaşam tarzına, savunmak için bir bacağını kaybettiği değerlere ve Türkiye Cumhuriyeti'ne yapıldığını kaydeden Yıldırım, kendisinin herhangi bir şekilde bu zihniyetteki bir insanla hareket etmesinin mümkün olmadığını savundu.
Osman Yıldırım'ın müebbet hapis cezasına çarptırıldığı sırada, kendisi hakkındaki iddialara benzer herhangi bir bilgi vermediğini, hatta cezayı aldıktan sonra rejime meydan okuyan sözlerinin olduğunu belirten Yıldırım, ''Neden sonra birden bire bambaşka bir insan oluverip belki bir vaat karşılığında hayal gücünün hastalıklı bir ürünü olan bir ifade bile ciddiye alınarak sözüm ona delil sayılmaktadır?'' diye konuştu.
Osman Yıldırım'ın iddialarının doğru olup olmadığının, baz istasyonlarıyla ilgili yapılacak bir araştırmayla ortaya çıkabileceğini savunan Oktay Yıldırım, savcılığın bunu yapmadığını öne sürdü.
''BRAVO'' SESLERİ
Savcılığın, sanıkların aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de toplamakla görevli olduğunu ifade eden Yıldırım, şunları kaydetti:
''Mahmut Esat Bozkut'un, 'Cumhuriyet'in savcıları, Meriç kıyısındaki köylünün kaybolan sabanından da Bingöl'ün bir dağ köyünde nafakasını bekleyen çocuğun göz yaşlarından da sizler sorumlusunuz' vasiyeti sadece Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun girişine altın yaldızlı harflerle yazılmakla kalmamalı. İddianame yazma yetkisi verilen savcıların beyin kıvrımlarına, vicdanlarına, akıllarına, ruhlarına ve yüreklerine kazınmalıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devleti ise bu devletin üzerinde yükseldiği hukukun temellerini Mahmut Esat Bozkurt atmıştır. Öyle görülüyor ki savcılığın sorumluluk kaygısı bu temellerle pek de örtüşmemektedir. Bingöl'ün bir dağ köyünde gözü yaşlı nafakasını bekleyen çocuk kadar mağdurum. Belki Meriç kıyısında sabanımı kaybetmedim ama İstanbul'un ortasında adalet ve hukuka olan güvenimi kaybediyorum. Savcılık makamı bu sorumluluğun neresindedir? Ben 17 aydır linç ediliyorum. Hakkımda yazılmayan kalmadı. İnanıyorum ve ümit ediyorum ki Mahmut Esat Bozkurt'a adını ve bugünkü saygınlığını veren tarih, bu soruşturmanın müsebbiplerine de hakkını ve hükmünü verecektir.''
Yıldırım'ın bu sözleri sırasında, bazı tutuksuz sanıklar ile izleyicilerin ''Bravo'' dedikleri duyuldu.
YÜRÜTME VE YARGIYA İLİŞKİN İDDİALAR
Yazı yazdığı internet siteleri ile Kuvva-i Milliye adlı internet sitesine ilişkin açıklamalarda da bulunan Yıldırım, Kuvva-i Milliye sitesiyle bağlantılı olarak kurdukları dernekte, üye olmak isteyenlerden öz geçmiş ve sabıka kaydı talep ettiklerini, bunun da derneğe suç işlemiş kişilerin girmemesine yönelik olduğunu söyledi.
Oktay Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Sonuç itibarıyla Türk hukuk tarihinde görülmemiş bir şekilde 1,5 yıla yakın bir süredir tutuklu olduğum, iddianamesinin yazılması 13 ay süren ancak hala tamamlanmadığı söylenerek, ek iddianameler beklenen elimdeki kısmı 2 bin 473 sayfa hacminde olan bir metinle karşı karşıyayım. Böyle bir durumda her mantıklı insan, işlenmiş onlarca suç, ortaya konulmuş su götürmez yüzlerce kanıt bekler. Oysa elimde (ceklerdi, caklardı) gibi eklerle biten itham cümleleri tek bir delile dayanmaksızın 'o dedi, bu dedi' türünden dayanaksız iddialar ve onlarca soru işareti ile düzmece sözde delillerin sıralandığı, bu yetmezmiş gibi gizli tanık sıfatı taşıyan, hatta tanığın tanığına dönüşen, aramızda ne gibi bir husumet olduğunu şahısları tanımadığımız için bilemeyeceğimiz ancak kazayla ortaya çıkan bir tanesinin bizim yıllarca mücadele ettiğimiz, bölücü terör örgütü mensubu bir hükümlü olduğu anlaşılan, bazılarının ise ellerine yüce Türk yargısının şerefli mensuplarının kanı bulaşanlar olduğu yargı kararıyla sabit kişilerin kim bilir hangi vaat ve koşullandırmalarla söyledikleri yalanların itibar gördüğü bir metin var. Yürütme ve yargı el ele midir. Erkler ayrılığı var mıdır? Yoksa yargı yürütmeye ram olmuş mudur?''
TEHDİT EDİLDİĞİ İDDİASI
İddianamede çelişkiler olduğunu savunarak bunları eleştiren Yıldırım, cezaevinde olduğu süre içinde de tehdit edildiğini ve hakarete uğradığını öne sürdü.
Yıldırım, kendisine gelen kitaplar arasından Güneydoğu'da gazi olmuş kişilerin, şehit silah arkadaşlarını anlattıkları kitapların seçilerek yırtıldığını iddia etti.
Yıldırım, ''Ben o kitaplar yırtıldığında vuruldum. Ben o kitaplar yırtıldığında sakat kaldım'' dedi.
Her zaman hata ve eksiklikleri kanun çerçevesinde düzeltmeye çabaladığını belirten Yıldırım, bunu da yazı yazarak yaptığını anlattı.
Kurulduğu iddia edilen örgütle ilgili eleştirilerde de bulunan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bu nasıl bir örgüttür ki sağa sola el bombası saklar ama imza gibi bir adet işaret parmağı izini banda yapıştırır? Mühimmat istif kartını da sırf bağlantı kurulabilsin diye kasaya yapıştırır? Mühimmat istif kartının üzerine isim, adres, telefon, birlik adı gibi bilgilerin olmaması ise oldukça şaşırtıcıdır. Böyle bir örgüt adres yazsa, şaşırtıcı olmazdı. Belki senarist iddianameyi okuyanlar (yok artık) der diye yazmamıştır. On yıllarca ülkemi savunmak için savaştım. Bu savcılık odasında ya da başka bir yerde yazılmadıysa ya da böyle bir örgüt varsa bu ülkenin istihbarat birimleri, bunu nasıl tespit edememiştir? Bu deliller, düşman zırhlı birlikleriyle Kapıkule'den girdiği zaman bunu tespit etmek için mi vardır? Bu örgütün tespit edilemediğini söylemek, istihbarat birimlerine hakaret olsa gerek.''
Bu yaşına kadar suç oluşturacak hiçbir şey yapmadığını belirten Yıldırım, ''Bu anlamda sorulacak her soruyu yanıtlamaya ve gösterilecek her tanıkla yüzleşmeye hazırım. 1,5 yıldır yaşadığım hiçbir şeyi hak etmedim ne şimdi, ne de geçmişimde. Beni en azından dinlediğiniz için teşekkür ederim'' dedi.
ÖZBİLGİN'İN OĞULLARI DA DURUŞMAYI İZLEDİ
Savunma yaparken zaman zaman su içen Oktay Yıldırım'ın savunmasını, bacağındaki rahatsızlık yüzünden mahkeme heyetinin önündeki kürsüde kendisine verilen bir sandalyede oturarak yapması dikkati çekti.
Bu arada, Danıştay saldırısında ölen Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in oğulları Gökhan ve Serkan Özbilgin'in de duruşmayı dış salonda izledikleri görüldü. Ayrıca, bugünkü duruşmaya önceki duruşmalardan daha fazla avukatın katıldığı gözlendi.
PERŞEMBE GÜNÜNE ERTELENDİ
Ergenekon davasının bugünkü duruşmasında mahkeme heyeti, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına, tutuksuz sanıkların da bir sonraki duruşmada hazır edilmesi için yazı yazılmasına karar verdi. Mahkeme heyeti, sanık Kemal Kerinçsiz'in toplatmak istediği ve daha önce mahkemeye verdiği yazılı savunma dilekçesinde beyan ettiği delillerle ilgili önümüzdeki oturumlarda karar verilmesini hükme bağladı.
Bir sanık avukatının talebi üzerine, iddianamenin ek klasörü ile ilgili DVD'nin kendisine verilmesine ve tutuksuz sanıkların duruşmada hazır edilmesi için yeniden yazı yazılmasına karar veren mahkeme heyeti, bir sanık avukatı tarafından sunulan sanık listesiyle ilgili ise savunmalar tespit edildikten sonra karar verileceğini belirtti. Başka suçtan tutuklu sanık Semih Tufan Gülaltay'ın duruşmada hazır edilmesi için yazı yazılmasını kararlaştıran heyet, daha önceki gerekçeler ve sanıklarla ilgili sevk maddeleri dikkate alınarak tutuklu sanıkların mevcut hallerinin sürdürülmesine karar verdi. Mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmayı 13 Kasım perşembe günü saat 09.30'a bıraktı.
Gazeteport