Bu şartlarda sizlere çok uçuk gelecek iki soru soracağım; İktidar, tüm ülkeyi ve kurumları, kendi anladığı şekilde “demokratik”leştirdikten sonra seçime giderse, acaba o seçimden nasıl bir sonuç çıkar?
Ya da zamanı geldiğinde bile, “Seçim falan yapmıyoruz” denirse, ne olur, “eline geçirdiği bu gücü” onlardan kim, nasıl alır?
Başbakan Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında şöyle konuştu:
“Kavramak istemeyen herkese bir kez daha sesleniyorum; Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Demokrasilerde iktidarlar seçimle gelir, seçimle gider. Millet iradesinin üzerinde hiçbir güç yoktur. Kendini TBMM ve millet iradesinin üzerinde görenler, kendisinde böyle bir yetkiyi vehmedenler apaçık gaflet ve dalâlet içinde olurlar. ‘Bugün nasıl olsa benim elimde güç var’. Unutma; yarın bu güç elinden gidebilir. Bu güç elinden gittiği zaman, halk nezdinde nasıl yargılanacaksın, bunun hesabını şimdiden yap. Bu hepimiz için geçerlidir. ”
Bu tarihi “nutuk”tan, “Demokrasilerde iktidarlar seçimle gelir, seçimle gider” ve “Yarın bu güç elinden gidebilir. Bu hepimiz için geçerlidir” cümlelerini cımbızlamak istiyorum.
Türkiye’de demokrasi kaldı mı?..Belki kırıntısı var!..
Meclis AKP’nin emrinde mi, emrinde…
Medya son nefesini veriyor mu, veriyor…Erdoğan buna rağmen, hala “Yandaş medya muhalefette, muhalefetin yanında. İktidarımıza muhalefet etmekten başka hedefleri yok…Yani 100 tane olayın içinden 10 tanesi, 20 tanesi olumsuz olabilir. Ama 80 tane olumlu var yahu. Şunları da bir anlat” diye dert yanıyor. Belli ki, medyada tek ses, tek görüntü olsun…Bunu sağlayana kadar da “demokratikleşme adımlarını” sürdüreceği belli!..
TSK, kendini savunamaz hale geldi mi, geldi…“Benim bakanım, benim Genelkurmay Başkanım, benim valim, benim belediye başkanım” dediği gibi, “Benim TSK’im” noktasına varılana kadar, başına gelecekler de cabası. Kararlılar, sadece TSK değil, tüm kurumların kapısına “RTE veya AKP” tabelası asacaklar!..
Yargı ne durumda; dinleniyor, izleniyor, hakarete uğruyor!..Hele bir de Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma yetkisi alınsın, asıl o zaman seyredeceğiz “demokrasi”yi…
Ya muhalefet? Başbakanın belirlediği “zaman ayarlı” gündemin peşinden koşmaktan bitap düşmüş durumda. “Sen şu Anayasa değişikliklerinden önce, dokunulmazlıkları, ‘Kürt açılımını” getir de, milleti öyle referanduma alıştıralım” bile diyemiyorlar. Halkla kucaklaşmada biraz daha gecikirlerse, onların da “kozmik” odalarına girecekler, haberleri yok!..
Sivil Toplum Örgütleri mi? Resmen sadece iktidar ve cemaat yanlısı örgütler, PKK ve Patrik yanlılarının sesinin çıkmasına izin verilmiyor mu? Baksanıza, yıllardır zapt-u rapt altında tuttukları TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu bile, “Kürt açılımı”na can-ı gönülden destek vermedi diye, başına nasıl bir “balyoz” yedi!..
Millet? Başbakan, geçim uğruna canının derdine düşmüş TEKEL işçilerini dahi “provokatörlükle” suçlamıyor mu?
Genel grevle hükümeti düşüreceklerini söyleyenlere, “Avucunuzu yalarsınız” demiyor mu?
Başbakan’ın, “Demokrasilerde iktidarlar seçimle gelir, seçimle gider” sözüne bakmayın siz, madem öyle, erken seçim lafını duyunca acaba niye tüyleri diken diken oluyor? Zaten o cümlesinin başında da , “demokrasilerde” ibaresi var.
Bu şartlarda sizlere çok uçuk gelecek iki soru soracağım; İktidar, tüm ülkeyi ve kurumları, kendi anladığı şekilde “demokratik”leştirdikten sonra seçime giderse, acaba o seçimden nasıl bir sonuç çıkar?
Ya da zamanı geldiğinde bile, “Seçim falan yapmıyoruz” denirse, ne olur, “eline geçirdiği bu gücü” onlardan kim, nasıl alır?
Muhalefet, halkı sokağa döker veya halk ayaklanır, Türkiye’yi “demokratikleştirmek” için gecesini, gündüzüne katan, canla-başla çalışan (!) ABD ve AB de, iktidara savaş açar mı zannediyorsunuz? Yanılıyorsunuz…O zamana kadar sadece kurumların, medyanın değil, muhalefetin ve milletin de “defterinin” çoktan dürülmüş olacağını hesaba katın…Batı’ya gelince; sandıktan istemediği iktidarlar çıktığında, bunları devirmek için neler yaptığını unuttunuz mu? Alın has evlâdı Ermenistan’da muhalefetin başına gelenleri, Meclis’in basılıp, insanların öldürülmesini, muhalefet liderinin hala ev hapsinde tutulmasını…Göstermelik bir-iki demeç dışında Batı’nın ciddi bir tepkisini gördünüz mü?
Bunları moral bozmak değil, gerçekçi olmamız için anlatıyorum.
Fazla zaman da, imkân da yok…Hakikaten durum bu kadar umutsuz mu? Bazı umut kırıntıları var.
Birincisini yukarıda söyledim; muhalefetin daha fazla vakit geçirmeden, millete gitmesi, bir yandan millete güç verirken, bir yandan da milletten güç alması…Tüm milli güçlerin, armudun sapı, üzümün çöpü demeden, tek bir ortak paydada birleşmesi…
İkinci umudumuz; AKP içindeki milli ve gerçek dindar isimlerin gidişata “dur” demesi…
Üçüncüsü de, Gül ve Erdoğan arasındaki Cumhurbaşkanlığı savaşının kızışması, bunun iyice su yüzüne çıkması…Galiba, gerçek kurtuluşu getirecek olan da bu. Tabii, “büyük patronlar”, tüm planlarını bozacak böyle bir kavganın yaşanmasına müsaade ederse!..
Ancak Erdoğan’ın “hırsına” itimadım tam!..
Gazeteci Bilal Çetin’in Yeni Şafak’tayken kaleme aldığı, “Türk Siyasetinde Bir Kasımpaşalı: Tayyip Erdoğan” isimli kitapta ne anlatılıyordu?
Erdoğan hedefini daha Pınarhisar Cezaevi’ndeyken belirlemiş; “Bir gün Başbakanlık koltuğuna oturacağım, milletime kavuşacağım. Başbakan olduktan sonra Allah nasip ederse, bir nihai hedefim de Çankaya Köşkü’ne çıkmak. Bunları yapamazsam, gözüm arkada kalır” demiş.
Erdoğan’ın “gözünün arkada” kalıp, kalmayacağını “büyük patronlar” bilir…Ama bir mucize olmazsa, millet için görünen köy, kılavuza ihtiyaç bırakmıyor;
Avucumuzu yalamaya başlayalım!..
Kaynak: http://www.acikistihbarat.com/Yazilar.asp?yazi=699