Batı'nın sonbaharı yağışlı ve fırtınalı geçiyor. Her yerde demokrasi aşısı yapıyor! Bahar geliyor, çiçekler açıyor! Ulema yiyip içip katı açılmamış (!) fetvalar veriyor. Baharın saldığı toprak kokusu karşısında büyülenen ulema, keyiflenip coşuyor ve "Suriye'ye müdahalenin caiz olduğunu" söylüyor. Gerekçe fetva kadar özgün(!) 'Halkına zulmeden yöneticiye başkaldırmak / kıyam caizdir." İşte dini, egemen gücün politikasına alet etmenin tam adı budur.
Yusuf el-Kardavî ve ruhdaşları Irak'ta bir milyon insanı öldürülen güce karşı direnme konusunda ne düşünüyor? Yusuf el-Kardavî'nin fetvasını okuyunca DİB'in İstanbul'da gerçekleştirdiği Ulema Zirvesi'nin sebebi hikmetini anladım. Zirvede yapılan konuşma ile Kardavî'nin fetvasına gerekçe yaptığı sözler aynı bakışın ürünü. "Kel kafaya şimşir tarak" dedikleri bu oluyor.
Melekler Casus Uçağından İndiler Saf, Saf:
Bu tablo ulemanın RQ-170 Santiel Casus Uçağı'ndan İran'a melekler indiğine inandığını gösteriyor. Zaten Batılı merkezi güçler indirdikleri melekler (!) vasıtasıyla zalim Afganistan'ı, Irak'ı, Libya'yı ve Suriye'yi adaletin serin sularına taşıyor! Kahrolsun zalimler, yaşasın egemen güçler ve havarileri!!!
İslâm adına üretilen algı bu.
İnsan söylenenleri okuyunca içi sızlıyor. Başka derdin olmasa bu yeter. Oysa Arap baharı üzerine yapılan ciddi tahliller esas hedefin İran olduğunu söylüyor. Suriye'nin karıştığı, İran'a müdahale edildiği coğrafyada nihai hedefin Türkiye olmadığını kim söyleyebilir? Çember giderek daralıyor. Zira Suriye'deki gelişmeler, bölgedeki jeo-stratejik konumu gereği İran'ı her geçen gün tartışılır kılmaktadır.
Çeşitli saldırılar ve operasyonlarla İran üzerinde baskı oluşturulmaktadır. "8 Aralık 20011 tarihinde İran'ın doğusunda Amerika'ya ait, RQ-170 Santiel casus uçağının ele geçirilmesi" dolaylı müdahale ve operasyonun hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir.
Casus uçağıyla bir ülkeye müdahale uluslararası hukuka aykırıdır. Ulemaya özenle duyurulur. Eğer bu uçak zalim İran'ı ıslah etmek için nefesi keskin ruhaniler indirmediyse (.!.) kelimenin tam anlamıyla zulümdür.
ABD ele geçirilen uçağını geri istiyor. "Canım istedi mi vururum, suçlu sensin. Yakalanan uçağımı geri isterim yine suçlu sensin" mantığı ulemaya göre hangi demokrasinin, hangi dinin sabitesidir?
ABD Başkanı Obama, İran'ın düşürdüğü insansız hava aracını Tahran'dan resmen istediklerini açıkladı. ABD Dışişleri Bakanı Clinton ise, 'İran'ın izlediği yolun hem kendileri, hem de bölge için tehlike oluşturduğu hükmünü verdi. İkna edici olsun ve ulema yeni bir fetva patlatsın diye tehdidine bazı unsurlar ekledi.
İran suçlu, çünkü (a) Provokasyonlar yapmaktadır. (b) Birçok yerde teröre destek vermektedir. (c) Nükleer silah edinme gayretini devam ettirmektedir.
Ne garip değil mi? Bizzat Arap Baharı'nın kendisi provokasyondur. Nükleer silahların anası, babası kendisidir. İslâm coğrafyasındaki radikal hareketlerin mimarıdır. Soğuk Savaş döneminde maddi destek sağlayarak radikal hareketleri üretenler de kendileridir.
İran Kendini İzah Etme Peşinde: Tüm bu baskılara rağmen İran aldığı kararı izah etmeye çalışıyor. Nitekim Savunma Bakanı Ahmed Vahidî "Amerikan casus uçağının İran hava sahasını ihlal ettiğini ve bu sebepten dolayı uçağın geri verilmeyeceğini' açıklamak durumunda kalıyor. Bütün dünya ve gücün lehine fetva vermeye meraklı ulema seyrediyor. Tam fetva patlatma zamanı, fakat ulemadan ses yok. Belki DİB bir zirve gerçekleştirir.
'Casus uçağı, demokrasinin görünmez elidir' hükmünü verir, ümmet rahatlar. Böylece Graham Fuller bir kitap daha yazar: Böyle İslâm'a ve Müntesiplerine Can Kurban. Bu destekle dünyaya açılır, büyük işler yapar. Yeni Osmanlı oluruz!
Sormak gerekmez mi, o casus uçağının İran'da ne işi var? İngiliz Telegraph gazetesinin yaptığı haberler bu sorunun cevabını veriyor. Telegraph gazetesi, istihbarat kaynaklarına dayandırdığı haberinde, İran'ın muhtemel bir saldırıya karşı savaş hazırlığında olduğunu öne sürüyor. Telegraph gazetesine göre İran, sürpriz bir saldırıya maruz kalacağı endişesini taşımaktadır.
Tahran yakınlarındaki füze tesislerinde yaşanan patlama ilk hamlenin yapıldığı görüşüne gerekçe olarak kullanılmaktadır. Tahran'ın yaklaşık 50 km batısındaki tesiste 12 Kasım tarihinde yaşanan patlamada İran'ın balistik füze programının önemli isimlerinden Tuğgeneral Hasan Tehrani Mukaddemin de aralarında bulunduğu 17 kişi hayatını kaybetmesi adı konulmamış bir saldırı değilse nedir? Dış basında yer alan haberler son dönemde İran'ın askeri tesislerinde yaşanan esrarengiz patlamaların kimler tarafından hangi amaçlar için gerçekleştirildiğini net olarak göstermektedir.
İzlenen Yöntem ve Tehdit: İran'ın nükleer silahlara sahip olduğu fikri işlenerek 'bölge için ne denli tehlikeli olduğu' algısı üretilmektedir. Bu muhtemel saldırıyı meşrulaştırmaya zemin oluşturma yöntemidir. Daha önce Irak'la ilgili olarak üretilen tehdit algısı nasıl boş çıktı ise büyük bir ihtimalle bu da öyle. Casus uçakla ilgili olarak İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanvekili Muhammed Kevserî şu açıklamayı yapmaktadır:
"İran'a yönelik saldırı durumunda, ABD savaş uçaklarının İran hava sahasını ihlal etmesi halinde bölgedeki tüm ABD üslerini vuracağız." Keza İran parlamentosundan Hüseyin İbrahim 'Eğer İran saldırıya uğrarsa ilk hedefimiz Malatya'da inşa edilecek üs olacaktır" açıklamasını yapmaktadır. İranlı diplomatların açıklamaları ve açıkça Türkiye'yi hedefe aldıkları yönündeki sözleri casus uçağının İncirlik üssünden kalktığını ima etmektedir.
Casus uçağının nerden kalktığı ve hangi rotayı izlediği henüz kamuoyu tarafından bilinmiyor, fakat İran'ın Türkiye'ye gönderdiği mesajlar diplomatik dile dayalı bir açıklama olduğu izlenimi vermektedir. Sıfır sorunlu dış politika modelimizin ürettiği çok sorunlu meselemiz hakkında ulema ne düşünüyor acaba? Eminim ki ulema bu gelişmeyi şöyle yorumlar: Cümlede geçen sıfırdan maksat, komşularımızın başına bela açma hadisesi teker hızıyla değil, uçak hızıyla olacaktır. Hız yapmak iyidir, iyi olan her şey caizdir!!!
Türkiye-İran Arasında Yükselen Gerginlik: Bu konuyu anlamamız açısından Financial Times gazetesinde yer alan haber ve yorumlara bakmamız gerekiyor. Verilen haberlere göre İran dini lideri Ali Hamaney'in danışmanı Ali Ekber Velayeti 3 gün önce düzenlediği basın toplantısında şu yorumu yapmıştır: "Türkiye'deki seküler İslâm, Batı liberal demokrasisinin bir ürünüdür. Böyle bir İslâm anlayışı, İslamî uyanış yaşayan ülkeler için kabul edilemez. Zaten Türkiye'nin Suriye politikası ve füze kalkanı projesine ev sahipliği yapması bu konuda aldığı siyasî tavrı açığa çıkartmaktadır."
Demokratikleştirme adı altında Irak'ı parçalayan ve kargaşa kazanına atan güçlerin "çekiliyorum gösterisi" altında Irak'a karşı ilgiyi artırma, Suriye'nin düşüşüyle birlikte Türkiye ile İran arasındaki gerilim yükselecektir. Şu an itibariyle sürdürülen planın tıkandığı görüşü 'istenilen düzeyde işlerin gitmediği' bağlamında doğrudur. Fakat batı dünyası içine düştüğü iktisadî ve siyasî krizi aşmak için Suriye'nin direnme noktalarını kırarak düşürecektir. Suriye'nin kaynamaya başlaması yeni bir sürece tanıklık edecektir.
Türkiye ile İran arasında yükselen gerginliğin nedeni güven bunalımıdır. İran'da yakalanan casus uçağı ve bununla ilgili açıklamalar derin bir şüphenin varlığını ifşa etmektedir. Çünkü ABD'nin bölgedeki en önemli askeri üslerinden birisi olan İncirlik Türkiye'dedir. Bu nedenle Türkiye hedef yapabilir. Yakalanan casus uçağının hangi istikameti izlediği ve nerden kalktığı konusundaki spekülasyonlar sadece aklı karıştırmıyor.
Ayrıca kışa dönüşen baharın 'bundan sonra nereye kadar, sorusu' çok bilinmeyen denkleme dönüşmektedir. Yinede tasalanmaya gerek yok. Kardavî'nin ruhdaşları bir zirve yaparak ABD'nin 'zulümden nasıl adalet çıktığını' abrakadabra yöntemiyle göstereceklerdir!
Nadim MACİT
16 Aralık 2011 Ortadoğu Gzt.