Deniz Harp Okulu ve GATA / Yavuz Selim DEMİRAĞ

Deniz Harp Okulu ve GATA / Yavuz Selim DEMİRAĞ

İletigönderen Balasagun » Cmt Mar 11, 2017 14:42

Deniz Harp Okulu ve GATA


Resim
İmamlar bütün uğraşlarına rağmen Deniz Kuvvetlerinde ve GATA’da (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) hedefledikleri mesafeyi alamamışlardı. Denizcilik meşakkatli işti... Cemaat’in Anadolu’nun çeşitli yerlerinden devşirdiği talebeler denize ve denizciliğe yabancıydı. Üstelik Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nda öğrenci sayısı Kara ve Hava’ya nazaran daha az olduğu için okul yönetimi öğrencilerle daha yakından ilgileniyor, yılın en az iki günü öğrencilerin aileleri ile okul yöneticileri bir araya geliyordu. Askeri okullarda Atatürkçülük hassas bir konudur. Ama Deniz’de Atatürk ve Atatürkçülük olmazsa olmazlar arasındadır, öğrencilerin sosyal faaliyetlerde yer alması zorunludur. Oysa Cemaat’in talebeleri devşirildikleri çocukluk yıllarından beri televizyon dahi seyretmez, risaleler dışında kitap okumazlar; sinema, tiyatro, müzik gibi alanlarla ilgilenmezler. Onlara göre dans ve eğlence günahtır.

ABD güdümünde olduğu artık ortaya çıkan Paralel Yapı, Deniz Kuvvetleri’ne sızabilmek için şehir çocuklarının en çalışkanlarına “kontenjan” açmıştır. Başı örtülü aileler başlarını açacak, komşuluk ilişkileri geliştirip “çağdaş-modem” yapıya geçilecek, oğulları Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’na yerleştirilecekti. Dershanelere, mahalle ve okul imamlarına talimat iletildi. Denizci adaylarına Işık Evleri’nde öğretilenleri unutmamaları ama okulu bitirene kadar “normal” davranışlara bürünmeleri emredildi. Söz konusu adaylar sinemaya, tiyatroya, pikniğe götürülerek “davranış biçimleri” konusunda eğitimden geçirildiler.

Deniz Harp Okulu, teknik üniversiteler gibi elektrik-elektronik, bilgisayar, makine, inşaat vs. mühendisleri yetiştirmekteydi. İTÜ, Boğaziçi, ODTÜ ayarında eğitim verdiği gibi diploması uluslararası planda geçerli ve iyi maaşla iş imkânı çoktu. Kısacası denizciliğe talip çoktu. Bu yüzden Cemaat sayıları az da olsa buralara sızacak “özel yetiştirilmiş şakirt” bulmakta zorlanmadı.

İlk yıl “ağabey”ler resmi ve dini bayramların yanında sömestr ve yaz tatillerinde de irtibat kuruyordu. Aynı ağabeyler birinci yılın sonunda sorumlu oldukları öğrencileri İstanbul’da tanıştırdıkları diğer ağabeylere zimmetliyor ve 15 günde bir buluşmalarını sağlıyorlardı. Belirlenen tarihte buluşmaya gelmemenin, olağanüstü bir mazeret yoksa affı da yoktu. Yıllarca bu yapılanmayı sürdürdüler. Ağabeylerin başka il veya ülkeye gitmesi durumunda en az bir ay önceden haberdar edilirlerdi.

Ortaokulu yeni bitirmiş, ailesinden ilk defa uzak kalan çocukların duygusal anlarına da rastlanıyordu. Alıştığı ağabey yerine bir başkasına uyum sağlayamayan öğrenciler bazen problem çıkarıyor, belirlenen gün ve saatte toplantıya katılmıyorlardı. Bu durumda derhal “alarm” zilleri çalar, dershane hocalarından ilk ağabeye kadar herkes, hatta aile yakınları bile seferber edilerek “uyum seansları” düzenlenirdi.

Uyum seanslarında öğrenciye mümkün olduğu kadar şefkatle yaklaşılır, çeşitli hediyelerle yumuşatılırdı. Başka kentlerden gelen eski tanıdık, aile ve ağabeylerle bir nevi rehabilitasyon programı uygulanırdı. Gizli evlerde risale okutup vaaz seyrettirme yerine, açık havada, çay bahçesinde, oyun salonlarında, restoranlarda vakit geçirilirdi. Bu tip vakalar bir öğrenci için, bir aydan başlayıp alt, aya kadar sürebiliyordu.

Evci izni alınıp, lüks otellerde konaklama, derbi maçlarında tribünde yer alma, hastane raporu veya hava değişimiyle memleketine, evine gönderme, uygulanan yöntemler arasındaydı. Sigaraya izin vermek, internette oyun oynamalarına müsaade etmek gibi tavizlere ise ancak imamlar karar veriyordu.

Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nda spor dallarından biriyle uğraşmak da zorunluydu. Cemaat öğrencileri spora yatkın olmadıkları için zorlanıyorlardı. Bu yüzden çoğunluğu aynı pasif dallarda toplanıyordu.

Okul eğitimi esnasında bazı öğrenciler uyanmaya başlamıştı. Daha önce Maltepe, Kuleli, Işıklar ve Kara Harp Okulu öğrencilerinden verdiğimiz örneklere, sayıları az olmasına rağmen Deniz’de daha sık rastlanıyordu. Okulda başarılı öğrencileri ve iyi eğitim almış kurmay subayları örnek alan gençler önce kendilerini sorgulamaya başlıyorlardı. Bu mesleği sürdürüp en iyisini yapabilmek için Işık Evleri’nde öğretilenleri unutmaları gerekiyordu. Bir suç örgütüymüş gibi her şeyi gizli kapaklı yapmak, ailesinden ve komutanlarından habersiz Cemaat faaliyetlerine katılmak artık bazılarını rahatsız etmeye başladı. Biat kültürünün hâkim olduğu Cemaat’te bu durum büyük bir tehlike olarak görülüyordu. Ağabeyler, öğrencilerdeki en küçük değişikliği fark eder ve ona göre telkinlerde bulunurdu. Cemaat yapısını sorgulamaktan çekinen öğrencilerin güncel gelişmelerle ilgili fikir beyan etmesi ya da o doğrultuda soru yöneltmeleri de tehlikeliydi...

Askeri okul hücrelerinde öğrencilerin çoğu aynı sınıfta olsa bile birbirleriyle irtibat kuramazdı. Muhtemel bir operasyonda çorap söküğü gibi hepsinin açığa çıkma endişesiyle Cemaat mensuplarından en fazla üç-beş kişi tanışabilirdi. Bunların çoğu da aynı dershaneden gelen veya aynı Işık Evi’ne devam edenlerdi. Bu çekirdek yapı arasında zamanla özel bağ oluştuğu için, yakın arkadaş olurlardı. Birbirlerinden kopmaları çok zor ihtimaldi. Aynı zamanda birbirlerinden güç alırlardı. Bu samimi ilişkiye rağmen bireysel olarak Cemaat’le ilgili kafalarına takılan soruları açığa vuramazlardı. Günümüzde “mahalle baskısı” olarak nitelendirilen his Cemaat’te olağanüstü yaygındı. Mafyanın “Omerta” yasası Cemaat’te de geçerliydi. Cemaat hakkında dışarıdan birilerine bilgi vermek en büyük suçtu. Mafyada ölüm olan ceza, Cemaat’te cehennemden beterdi. İtibarsızlaştırma, tehdit, şantaj, ihbar edilip okuldan atılma...

Deniz Lisesi’ni bitirip Tuzla’da Harp Okulu’na gelen öğrenciler gençlik dönemlerinin en güzel çağındaydılar. Okulun imkânları ile sosyal ve kültürel anlamda ciddi mesafeler kat etmişlerdi. Zorunlu olarak belirli aralarla gittikleri evlerde Türkçe anlamını halen çözemedikleri risaleler, Fethullah Gülen’in videolardaki vaazları çok yavan gelmeye başlamıştı. Kelimenin tam anlamıyla sıkılıyorlardı. Gizli toplantılara katılmaktan vicdani olarak da rahatsızlık duymaya başladılar. Bazıları durumu ailesine açtı... Anne-babalar infial halinde, “Olamaz böyle şey... Hani sadece Allah rızası için yardım etmişlerdi. Halen peşinizi bırakmıyorlar... Derhal uzaklasın...” dediler. 14-15 yaşlarından beri çocukları bir arada olan aileler bu durumu paylaşarak “önlem alma” telaşına düştüler. Bir kısmı imamlara ulaşıp, çocuklarının “azat” edilmesi için adeta yalvardı. Himmet adı verilen para yardımları bile yaptılar ama nafileydi... İmamlar tebessüm ederek “Asla böyle bir durum olamaz,” deyip geçiştiriyor, aynı zamanda söz konusu öğrencilerin sorumlusu ağabey ve imamlara durumu rapor ediyorlardı.

Cemaat toplantılarına mazeretsiz katılmayanların bir bölümü kendilerinden umudun kesilmesi için alkol almaya başladı. Gençlerin bazıları içkili ortamda küfürler edip, “Bizi artık uyutamazlar... Gerçekleri gördük ve biz yokuz,” mesajı göndermeye başladı. Ama yağmurdan kaçarken doluya tutuluyordu. Bu isyanın hemen ardından hiç beklemedikleri yerden vurulmaya başladılar. Sudan sebeplerle bazı subaylar disiplinsizlik yaptıklarına dair rapor yazıp ceza almalarını sağlıyordu. Sınavda çok başarılı olmasına rağmen bazı derslerden zayıf notlar gelmeye başlıyordu...

Bu ilk ciddi uyarı oluyordu. Yakın arkadaşları ve sorumlu ağabeyler, “Kalbinizi bozdunuz, Allah’ın emirlerine karşı geldiniz...” telkinleriyle gençlerin kafalarını iyice karıştırıp, pişmanlık belirterek geri dönmelerini sağlamaya çalışıyordu. Geri dönüp aman dileyenlerin disiplin ve ders notları normale dönüyor, ısrar edenlerin gün geçtikçe notları eriyordu.

İmamlar radikal çözümler aramaya başladı. Bir kişiyi bile kaybetmeye niyetleri yoktu. Toplantıya gelmeyenleri okul önünde beklemeye başladılar... Hafta sonu izni için nizamiyeden çıkar, inciler “ağabey”leri karşılarında görünce şaşırmıştı. Bu nasıl bir cesaretti... Elbette telaşlandılar... Birlikte yürümeye mecbur kaldılar... Hatta bekleyen araca binip, konuşma tekliflerini kabul etmek zorunda kaldılar.

Önce tebessümle “Nerelerdeydin?” sorgusu. Ardından, “Bu isin geri dönüşü yok!” yoklaması. Derken, “Aksi halde sonuçlarına katlanırsın!” sözleriyle aba altından sopa göstermeler... Finalde ise, “Sadece okuldan atılmakla kalmazsın, insan içine çıkacak yüzün kalmaz. Memleketi, ülkeyi terk etsen de sana ulaşırız...” tehdidi...

Bazı öğrenciler kararlıydı... Aile ve yakınlarından bu konuda destek almışlardı. Okul yönetimine her şeyi anlatıp, gerekirse okuldan atılmayı bile göze almışlardı. Ne de olsa Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ gibi en iyi üniversitelerde öğrenimlerini tamamlama imkânları vardı. Rest çektiler!

İmamlar bu işe bozulmuştu... “Günah bizden gitti... Güvendiğiniz dağlara kar yağacak. Gazetelerde resimleriniz, isimleriniz yayınlanıp da mahkemelerde sorgulanınca bakalım kime sığınacaksınız...” şantajıyla çekip gittiler. Gençler rahatlamıştı... Özgürlüklerine kavuşmanın, iradelerini geri almalarının şerefine bira içerek kutlama yaptılar...

Aradan on gün bile geçmeden “Dolabın temiz değil, ayakkabı boyan kötü, yemekhaneye geç geldin” gibi basit suçlardan cezalar yağmaya başladı. Bu arada okula ve ailelere mektup ile cd’ler gönderiliyor, Deniz Harp Okulu’nda bazı öğrencilerin eşcinsel ilişkilere girdiği ihbarları yapılıyordu.

Akit gazetesi sürmanşetten “Deniz Harp Okulu’nda Rezalet” haberini yayınladı. Eşcinsel ilişki kurmakla itham edilen gençlerin önce isim ve soyadlarının baş harfleri yayımlandı. Daha sonraki haberlerdeyse sadece isimleri...

Bu sırada gelen isimsiz, kaynaksız ihbarlar neticesinde bazı öğrencilerin bilgisayarları kontrol edildi. Tıpkı “askeri casusluk fuhuş-şantaj, amirallere suikast” davalarında olduğu gibi bilgisayarlarda hayvan pornosu dahil iğrenç görüntülere rastlandı. Ancak söz konusu dijital verilerin öğrencilerin ders ve diğer faaliyetlerde bulunduğu tarih ve saatlerde bilgisayarlarına yerleştirildikleri ortaya çıktı. İşin içinde bilgisayarları kontrol eden personelin olduğu açıkça belliydi.

Gazete haberlerini suç duyurusu olarak kabul eden 1. Ordu Askeri Savcılığı soruşturma açtı. Öğrencilerin tek tek ifadesi alınmakla kalmıyor, askeri hastaneye yatırılıp, birtakım muayene ve testlere tabi tutuluyorlardı.

İğrençliğin bu kadarı olamazdı...

Deniz Kuvvetleri’ne kurulan kumpasın çok önceden farkına vararak önlem alınması için başvurmadık yer bırakmayan Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğamiral Türker Ertürk, “Hiçbir şey yapılmıyor... Ben bu vebalin altında daha fazla ezilmem,” diyerek çoktan istifa etmişti. Öğrencilerin ve rütbeli personelin başına örülmekte olan çorabı Türker Amiral fark etmişti ama uyanan çok azdı. Ertürk, manifesto niteliğindeki veda konuşmasında sanki Bahriyelilerin ve TSK’nın başına gelecekleri biliyormuşçasına içindekileri döküp, sivil hayata geçmişti.

Ertük’ün istifasına rağmen bahriyeli Harbiyelilerin haklarını koruyabilecek yürekli komutanlar vardı. Ancak kısa süre sonra başta Öğrenci Alay Komutanı olmak üzere Deniz Harp Okulu’nun kilit yöneticilerinden dördü Beşiktaş Adliyesi’nde tutuklanıp Hasdal Askeri Cezaevi’nde yıllar sürecek hapis hayatına başladılar.

Bu iğrenç olayı hatırlatmaktan bile utanıyorum. Yıllar önce isimleri alenen yazılan toplam 36 öğrencinin hiçbirisi mezun olamadı. Burada isimlerinin baş harflerini bile yazmayacağım. O günkü gazete kupürlerini yayımlayarak, dinmeyen acıları depreştirmeyeceğim. Söz konusu 36 öğrenciden sadece 19’u bir dönem Cemaat’in içinde bulunmuş ve tehlikenin farkına vararak Paralel Yapı’yı terk etmişti. Geri kalan 17 öğrencinin bir bölümü özel olarak tespit edilmişti. O gençlerden bazıları Alevi olduklarını bile bilmiyorlardı. Bazıları asker çocuğuydu. Kimisi sosyal-demokrat, Atatürkçü ailelerin evladıydı. Birkaç tanesinin ailesi ise Türk milliyetçisiydi. Ortak yanları laikliğe inanmaları ve bağımsızlıkçı olmalarıydı. Söz konu 36 öğrencinin bir bölümü disiplin ve dersten atılmayı beklemeden kendi istekleriyle Bahriye’ye veda ettiler. Bazıları altı ay, bazıları bir buçuk yıl direndi. Bu korkunç iftiralardan sonra ayrılmak iğrenç iddiaları kabul manasına gelebilir endişesiyle tutunmaya gayret ettiler. Bir kısmı ağır psikolojik travma yaşadı. Tedavi olanlar var aralarında. Ama hepsi öğrenimlerine devam etti. En iyi üniversiteleri bitirdiler. Aralarında yüksek lisans yapanlar da var, dünyanın en büyük firmalarında çalışanlar da... Aralarından iki de hukukçu çıktı. Başlarından geçenlerin hesabının sorulması için öncelikle bu iki hukukçuya güveniyorlar. Doğrusu onlar da benim gibi devranın bu kadar çabuk döneceğini tahmin edemiyordu. Kumpasın tüm boyutlarıyla kısa sürede ortaya çıkmasında da hazırlıksız yakalandılar. Tıpkı Kara ve Hava Harp Okulu’ndan atılan askeri lise kaynaklı gençler gibi ciddi bir platform oluşturup mücadeleye başlayacaklar.

Yavuz Selim DEMİRAĞ, “İmamların Öcü” 9. Basım, s. 96 ~ 104
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

x