DEPREM DEPREM!

DEPREM DEPREM!

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Kas 05, 2020 18:51

DEPREM DEPREM!

Deprem doğal afetlerden belki de en korkuncudur. Evin üstüne yıkılır altında kalırsın. Ölmeden mezara girersin. Bundan daha beteri olur mu? “Âfet” Arapça kökenli bir söz, sakınılacak durum, bela demekmiş, Türkçe – Osmanlıca sözlüğe göre. Tam Türkçesi; yıkım, kırım, çok kötü olan. “Âfat” da büyük dertler, belalar anlamına gelirmiş. Felaketler anlamında, afet sözünün çoğulu. Ne kadar tuhaf afetin ikincil anlamı da, çok güzel insan demekmiş. Başa felaket getirecek, yuva yıkacak kadar çekici kadına da afet derlerdi eskiden. Afetzede Farsça, büyük belaya uğramış kişi.

İzmir yöremizi Cuma öğleden sonra böyle bir felaket yıktı, sarstı. Kandilli Rasathanesi'ne göre 6, 9 büyüklüğünde bir deprem yirmiye yakın yüksek, hantal görünüşlü, kocaman apartmanı yıktı, beton yığını haline getirdi. Nice apartmanı da çatlattı. Bazılarının yarısını eğdi büktü, bazıları ilk üç katının üstüne çöktü. Bu deprem, 1999 yılındaki on binleri öldüren, çok geniş bir bölgedeki kaç yüz bin binayı yıkan, evleri oturulamaz duruma getiren Gölcük, Düzce depremlerini yeniden hatırlattı. Gelişini önceden belli etmeyen sinsice gelen bir deprem, saniyeler içinde o çürük, un gibi ufalanan betondan apartmanları moloz yığını haline getirdi.

Beş gündür bu felaketin haberleriyle yatıp kalkıyoruz. Kendimizde değiliz. O eski günleri yeniden yaşamak, depremlerden hiç ders almamak çok acı…

Bu arada ülkemizde ne çok şey değişmiş. Felaketleri bile magazine çevirmeyi çok iyi biliyoruz. Üç yaşındaki çocuğun annesi ölüyor aynı enkazda, çocuk bir mucize kurtarılıyor, sonrası ise tam bir gösteri. Çocuğu öpmeler, Ayla filminin afişine resmini kopyala yapıştırla ekleyip İHH ve AFAD’ın reklamını yapmaya kadar işi götürmeler.

Kurtarılan çocuklara telefonlar, ziyaretler, torbalarla hediyeler… Sanki kutlamadayız… Enkazların altında can çekişenler, ölmüş bedenler çıkarılmayı beklemiyor…

Bir de AFAD adı dillerden düşmüyor. Artık Kandilli Rasathanesi’nden bilgi akışı, kurumun bilimsel açıklamaları yok.

Devletin yeni bir kurumuysa bu AFAD, reklama neden ihtiyacı olur ki? Devlet kurumu işini yapar. Orası kâr amaçlı özel bir kuruluş değilse… Hem Kızılay oradaymış, Jandarmamız oradaymış, her sıkıntımızda ilk yardıma koşan askerimiz yurtttaşın yanındaymış, neden olay yerinden verilen haberlerde adları geçmiyor? 1868 yılında kurulan, Cumhuriyetle yaşatılan Kızılay derneğine, bugünkü Kızılay adını Atatürk koymuştur. Bu kurum son yıllarda neden yıpratılıyor, bilerek gözden düşürülüyor? Şişe sularından Türk adı neden çıkarıldı? Şu an, tek görevleri sığınmacılara yardımmış gibi gösteriliyor, bu da tepki çekiyor.

Ulusal bayramlarımızdan askerimizin o görkemli, göz yaşartan anlı şanlı geçit törenleri, gösterileri kaldırıldı, askerler bayramlardan, tören alanlarından çekildi, askerleri bayramlarımızda artık göremiyoruz. Buna alıştırıldık da, böyle kötü günlerimizde bile neden onları gözlerden uzak tutuyorlar, basında yayında yer almalarına, varlıklarıyla onurlanmamıza neden izin verilmiyor, anlamak zor...

Kızılay, kötü günlerin bir numaralı yardım kuruluşu olmaktan ne zaman çıkarıldı, ikinci plana düştü, adı sanı silindi ortalıktan, ne zaman yerini AFAD adlı yönetime bıraktı?

AFAD, Afet ve Acil Durum sözlerinin kısaltılmasıymış. Arapça “Afat” sözünü iyi çağrıştırıyor doğrusu: “Felaketler.” Çok iyi, unutulmuş eskimiş Arapça sözler çaktırmadan geri getiriliyor. Yıllardır Kızılay’ın adı hiçbir yerde geçmiyor, en küçük bir doğal yıkımda, sıkıntıda, küçücük bir yardım durumunda bile hemen AFAD yetişti diye haber yapılıyor, resimleri her yanda. İzmir’de çadır kent kurulmuş bin civarında çadır bu AFAD’dan, resmi çekilmiş çadırların, yayınlanmış. İki binin üzerinde çadır da Kızılay’dan imiş. Haydi, gösterin bakalım tek bir Kızılay çadırı! Enkaz başında çalışan askerlerimizden neden hiç söz edilmiyor?

Nasıl, doğal afet ilan edilemezmiş, deprem belli bir büyüklüğün altındaysa, bu yüzden ağız birliği edilmişçesine yandaş, yandaş olmayan tüm gazetelerde söze hep 6,6 şiddetindeki deprem diye başlanarak deprem haberleri veriliyor. Ölenlerin, çürük binalardan, insanların çıkarcılığından, denetleyicilerin aymazlığından, iş bilmezliğinden can verdikleri üzerinde pek durulmuyor bile. Varsa yoksa amanın şu kadar sonra şu kurtarıldı, amanın falan çocuk günün yıldızı. Çocuğun gencecik annesi de aynı yerde ölmüşmüş, kurtarılan bir delikanlının aynı yerde annesi, emekli astsubay babası ölmüşmüş hiç önemli değil. Mucizelere baktırıyorlar, kuşa bak der gibi. Bu yetmiyor anasını babasını aynı enkazda (yıkıntıda) kaybeden gencin ağzından şu insanlık dışı sözü söyletiyorlar:

“Yalnız değilim.”

Nasıl yalnız olunmaz? Annesini babasını zamansız yitiren biri, ömür boyu yalnızdır. Onların yerini kimse dolduramaz. Ana babanın yeri dolmaz.

Daha sonra üniversiteli gencin bu sözüne açıklık getirmesi, sanal dünyayla gerçek dünyayı karıştırması, “Yeni Dünya Düzeni”ne hoş geldiniz dedirtiyor. Ne anne babasının böyle korkunç bir ölümle yaşamını yitirmesine neden olanlara, ne o binaları yapanlara, gözünü para bürümüş suçlulara sözü var yaralı kurtulan gencin.

Utanmasa hacı – hocalar gibi; “Her nefis ölümü tadacaktır.” diyecek. Niye dünyanın gelişmiş başka ülkelerinde depremde kimse ölmüyor da bizde evler başımıza yıkılıyor diye sormak akıllara gelmeyecek. Veya bu sözleri manşetlere gazeteciler bilerek taşıdılar, dün, gün boyu da indirmediler, sanki depremi gözümüzde basitleştirip ölümleri geçiştirecekler…

Annesi ölmüşmüş babası ölmüşmüş ama genç adam yalnız değil. Eksiği de yok. Sosyal medyada(!) bir dünya insan iyi dileklerini iletiyormuş.

“Annem babam vefat etti ama benim ablam var. Dayılarım, amcalarım, teyzelerim var. Annemin babamın arkadaşları ve kendi arkadaşlarım var. Hiçbiri beni yalnız bırakmadı ve eksiğim kalmadı. Sosyal medyada bir dünya insan takip edip iyi dileklerini ilettiler.”

Bunlara algılarla oynamak deniyor, cambaza bak taktiği deniyor… Sorgulamayı unutturmak deniyor. Sanal dünyada yaşamak, gerçeklerden kopmak deniyor. Oysa biliyoruz ki, her geçen gün, ölenlerin sayısı artıyor, dün sabah depremde yaşamını yitirenlerin sayısı yüz on dört kişiye yükselmişti. Enkaz kalktıkça bu sayı daha yükselecektir. Yaşarken üstlerine evleri bir anda çöken, betonların altında kalan, can çekişerek, saatler günler boyu karanlıkta, toz duman içerisinde, taşlar arasında sıkışarak acı çekerek ölen, yaralanan her yaştan insanlarımız. Yakınlarını bu depremde yitirenler… Evladını yitiren, anasını babasını yitiren, sevdiklerini yitiren binlerce kişi…

İnsanları dinsel söylemlerle kandıranlar, bu olaylardan hiç ders almayanlar, acılara sebep olanlardan hesap sormayanlar…

Çürük, uygunsuz zeminde yapılan binalar nedeniyle, ölümlerin en kötüsüyle ölmek neden bir sınav sayılsın ki? Gencecik diş hekimleri, çalışırlarken can verdiler, evine ekmek getirme derdindeki market çalışanları çalıştıkları yerlerden bir daha çıkamadı, genci yaşlısı yıkılan yüksek binalardan inecek kaçacak zamanı bulamadı, nasıl içimiz yanmaz?

Doksan dokuz depreminde bir annenin ağzından tüm bu olanları sorgulayan dizeler yazmıştım. O sözlerle bir kez daha seslenelim mi sorumlulara:

Kızımı Geri Getirebilir misiniz?

Yardımlar geldi ilk günden beri,
Ekmek dağıttınız, yemekler pişirdiniz
Battaniye, çadır da geldi, er veya geç.
Şimdi de geçici konutun anahtarı elimde,
Aç değilim, açıkta değilim çok şükür.
Tüm bunlara bir şey dediğim yok ya,
Sorum şu;
O benim her şeyimdi.
Kızımı geri getirebilir misiniz?


Feza Tiryaki, 5 Kasım 2020
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x