Ders Kitaplarının İzinde

Ders Kitaplarının İzinde

İletigönderen Feza Tiryaki » Çrş May 02, 2018 12:06

Ders Kitaplarının İzinde

Bizim Türkçe ders kitaplarımız kadar değişen, durmadan yeniden yazılan, her yıl başka yazarların, anlayışın eline verilen okul kitapları var mıdır, başka bir ülkede?

Beş on yılda bir, deneyimlere, gereksinimlere göre, Türkçe kitaplarının bazı yerlerine eklemeler, çıkarmalar yapılması anlaşılır da, her dönem toptan değiştirmek nedir?

Kendimizi bildiğimizden beri bu böyle. Çalışırken, konsolosluk aracılığıyla yurtdışına, “devlet Türkçe kitapları” parasız dağıtılmak üzere gönderilirdi. Biz öğretmenleri çağırırlar, ne kadar istiyorsak, öğrenci sayımıza göre kitap verirlerdi.

Bir de yurtdışında basılan kitaplar vardı, özel kitaplar, devlet onaylı olmayan, sözde buralara uyumlu, görev verilen kişilerce yazılan. Çoğu eski sol görüşlülerce yazılan bu kitaplar da sorunluydu, Türkçe okuma parçaları, bu kez, Atatürksüz, ulusal duygusuz, Batı’nın kültüründe eritilmek istenen işçi çocukları yetiştirmek içindi.

O kitaplar çeşit çeşitti, hatta birinin yayınevi adı “Ararat”tı; bu çok ayrı bir konu, gücü ele geçirenin kendi borusunu öttürmesi... Ülkesine değil, dünyaya, Batı’ya Türkçe bilen insan gücü yetiştirme...

Konumuz onlar değil, ilkokul Türkçe ders kitapları; Milli Eğitim Bakanlığı’nca onaylanan, bastırılanlar. Bunlardaki hiç üstünde durulmayan gizli ihanetler...

Ülkemizde her yıl başka kitap basılmış. Kitapları başka yazarlar yazmış.

Bir kısım yazarlar da, bu işin hep mimarı olmuşlar, kitap yazma tahtından inmemişler.

En çok değişim dönüşüm nedense hep 1980’den epey sonra basılanlarda... Doksanlı yıllara girilirken.

Günümüze öyle birdenbire gelinmedi. Suyumuz ısıtıla ısıtıla, su uyur düşman uyumaz örneği, yavaş yavaş...

Olan bitenlere karşı bu tepkisizliğimizde, Cumhuriyeti oylatacak kadar uyuşmamızda; içeriğiyle oynanan, gizli şifrelerle algıların esir alındığı ders kitaplarının rolü var mıdır dersiniz?

Seksenli yılların kitaplarını yaydım çevreme, sırasıyla karıştırıyorum. İlkokul kitaplarının birden dörde kadar olanları...

Önce, kapakları dökülüyor kitapların. İç resimleri çoğunda yetersiz, örneğin, “el” çizemiyorlar, eller arkada saklı, masalar ayaksız, cisimler boşlukta... Resimlere bakarken üzülüyorsun, onlar nasıl ressamlarmış diye. Okuma parçası; “ Atatürk ve Çocuk,” Falih Rıfkı Atay’dan alınma. Atatürk resmi yok öykünün başında, eli sopalı bir köylü çocuğu var, çok uzaklarda belli belirsiz atlılar. “İyi Vatandaş Kime Denir?” parçasında, başı, sırtı kara örtülü bir kadın sandığa oy atıyor. Ne demek isteniyorsa, bu günlere alıştırmak belki de.

Birini örnek verelim, içeriği fena değil bu kitabın ama kapağı en kötü kitaplardan. Basım yılı 1987, İlkokul ikinci sınıf Türkçe ders kitabı. İkinci sınıf, çocukların okumayı kesin olarak söktüğü, okumalarını ilerlettiği bir sınıftır. Kitabın yazarı İsmet Özoğuz.

Kitabın kapağı düşündürücü, o yılların bir gizli ihaneti. Türkçe ders kitaplarının kapağına, Atatürk’ün boyunsuz, bedensiz başını koymak. Resmi boşlukta öylece bırakmak. Kenara köşeye de bir iki çocuk resmi çizmek, genellikle bir kız bir oğlan. Buradaki Atatürk resmi büstten alınmış desek değil, elle çizilip boyanmış. Yüz ifadesi gülüyor ağlıyor arası. Ağlamaklı desek daha doğru. Çocuklar mı? Onlar gülüyorlar. Kız da oğlan da sarışın, kızın eli kitaplı.

İlkokul dördüncü sınıf, Sevim, Erol Öz, Ali Yaren kitabı. Ali Yaren resimleyenmiş ama başa adı yazılmış yazarlarla. Bir de “C”si var, Ali C. Yaren. Kapağı neredeyse diğeriyle aynı. Kapakları aynı ekip hazırlamış olmalı. Burada gözü kapalı bir kız çocuk resmi konmuş, Atatürk başı, daha büyükçe, daha önde, yine elle boyanmış, Atatürk’e benzemeyen, yüz ifadesi gülme ağlama arası bir garip resim. Yılına bakıyoruz, ne rastlantı 1987.

Bir tane daha, Güzel Türkçe, 2 yazıyor kapağında, sarı boyalı kapağın ortasında yumurta biçimi bir yuvarlak, içine Atatürk’ün başı çizilmiş, yakasından küçük bir parça belli belirsiz görülüyor burada. Fonda karatahtalı Atatürk’ün başöğretmenliğini, o ünlü resmi andıran bir iki karalama, bayrak çizilmiş ama hepsi koyu mürekkeple gölgelenmiş. Resimleyenler de, ünlü resim öğretmenleri. Kitabın yılı mı, artık buna rastlantı demeyelim, 1987. O yıl bu kitap işlerini kim kotarmışsa iyi iş yapmış, kimselere sezdirmeden bu kapak oyununu oynamış.

Bunlara bakarken, ortaokullar için Türkçe 1 kitabı dikkatimi çekiyor. Kapağın alt bölümüne kare çizmişler, kahverenginin içine yine Atatürk’ün başı çizili, kahverengi beyaz basılmış resim, boyun kısmı yok, havada. Hemen yılına bakıyorum, şaşırtmıyor, 1986. Devlet kitapları, Milli Eğitim Basımevi, resimleyen İhsan Çakıcı. Yine Gazi Eğitim’den resim öğretmeni. İçinde, “Gazi’yi gördün mü?” adlı okuma parçasının resimlemesi de aynı. Ortada yeşil iki çiçekli dal birleşmiş, iki yanda omuz ve gövdelerinin üst kısmı görünen iki yetişkin genç, biri kız biri erkek. Atatürk’e hiç benzemeyen bir yüz resmi, tam ortada, yine gövdesiz boyunsuz çizilmiş, havada boşlukta. Atatürk konulu “Kurtuluş Savaşında” adlı parçada da, denizin üstünde, havada duran boyunsuz bedensiz bir Atatürk başı.

Demek ki o yıllarda, kitapların içeriğine fazla karışamıyorlar, Atatürk’ü anlatan yazıları şimdiki gibi açıktan kitaplardan çıkaramıyor ama gizliden yapacaklarını yapıyorlar. Çocuk algılarında, Atatürk’ü varlıktan yokluğa, boşluğa çekmek... Atatürk’ü, herhangi biri gibi şu tarihte doğdu, şurada, şu tarihte öldü diyerek tanıtmak. Doğdu - öldü.

Kitapları karıştırırken, bir tane daha. Kapağı, hepsinin bin beteri. Türkçe İlkokul 1. Sınıf, yazarı İsmet Özoğuz. Atatürk başı neredeyse kapağın her yanını dolduruyor, Atatürk diyorum ama resim Atatürk’e hiç benzemiyor, yine boyun, gövdenin üst kısmı çizilmemiş. En önde de sarışın bir kız resmi, beline kadar görünüyor, ergenlik yaşlarına yakın, ilkokul birinci sınıf çocuğu falan değil, Çizeni Alaattin Barışkan. Okul kitaplarının resimlerini ayrı ayrı ressamlar çizmiş, kapakları aynı tarz. Demek ki böyle istendi, çünkü bu kitabın da basımı 1987.

Burada İsmet Özoğuz’un hakkını yemeyelim. Kitabı açar açmaz ilk resim Atatürk portresi, düzgün çizilmiş, güzel boyanmış, daire içinde. Altında: “Atatürk her şeyimiz / Seninle yükseldik biz./ Ölçülmez hiçbir şeyle / Sana olan sevgimiz. (Tarık Orhan) Sonra bayrak çizimli İstiklal Marşı.

İyiye iyi demeli. Kapaklarının durumu öyle olmasa.

İyi kitap resimleri, kapakları yok mu? Var, nedense bunlar ya 12 Eylül öncesi 1980’nin ilk yıllarının basımı, ya da daha önceki yılların kitapları. Beşir Göğüş kitaplarının kapakları iyi, Atatürk resimli, resimler özenli, güzel. Kitaplarında Atatürk’ün özlü sözleri ara ara yazılmış. Üçüncü sınıf, Cumhuriyet bayramı konusunun arkasına yazılan özlü söz:

“Cumhuriyet yönetimi, ahlâki erdemlere dayanan bir yönetimdir. Sultanlık ise korku ve korkutmaya dayanan bir yönetimdir.” Atatürk

İşte iyi kitaplardan biri daha: 1980 basımı Türkçemiz İlkokul, 1. Sınıf, yazarları İsmet Tunç, Ali Tunç. Kitap kapağı resimsiz, beyaz çiçekler dolanıyor düz çizgide, o kadar. Kitabı resimleyen Erkan Kırtunç. Kitabın kapağının albenisi yok ama içeriği örnek. Güzel bir Cumhurbaşkanı Atatürk portresiyle başlıyor kitap. Resmin altında yazılanlar:

"Çocuk kalbimle / İlk O’nu sevdim / Atatürk benim / Başöğretmenim." (Tarık Orhan)

Kitabın resimleri karikatür tekniğiyle çizilip boyanmış, Atatürk resimleri ise bundan ayrı tutulmuş. Olması gerektiği gibi, fotoğraftan, renklendirilmiş. Üçüncü okuma parçası da şiir, Atatürk’ün boydan resminin yanında:

"Önce Atatürk / Kitabımı açınca / İlk Atatürk’ü gördüm. / Okumayı öğrendim, / Atatürk yazdım önce,/ Çağlar içinde hep o./ Çağlar geçse gene o./Atatürk hep en önde." (Kemalettin Koç)

Sayfanın üstünde “Araştıralım yazılı,” orada sormuşlar: “Resimde kim tanıtılıyor?”

Ne güzelmiş bu sayfalar...

Okula giden her Türk çocuğu bilir. İlkokul kitaplarında “Atatürk’ün hayatı” olmazsa olmaz konulardandır. On Kasım’da, daha sonra bir yerde, bu konu anlatılır. Nedense hep de aynı sözlerle. İsmet Özoğuz’un yazdığı ilkokul 2’de bu konu “Türk Askeri adlı parçada dolaylı geçiyor. Annesi, babası, teyzesinin yanına gitmesi, okuması. İki parça sonra”Çalışmak ve Başarmak” adlı parçada yine öyle. Atatürk’ün annesi, babası, okula gitmesi. İkinci okuma parçasının sonu şöyle. Bu sözleri neden yazmıştır yazar, ilkokul ikinci sınıf çocuğuna bu sözleri yazmak?

“Ölümünden 3 yıl önce Atatürk’e sordular:
-Mutlu musunuz?
-Mutluyum, çünkü başardım.”

Burada Atatürk’e sordular deseler olmaz mıydı, “ölümünden üç yıl önce...” Bu kitabın bir kusuru daha var, yazar sanki kendi kitabını çıkarmış, bastırmış, kendini tanıtıyor. Ünitelere göre konan dokuz şiirin yedisi kendi şiiri. Kitap yazdırmanın bir yasası, bir kuralı hiç olmamış sanki, herkes kendi damgasını vurmuş yazdığı kitaba.

Atatürk’ün hayatı, şimdiki kitaplarda artık var mıdır, bu saatten sonra, Atatürk ilkeleri milli eğitimden çıkarıldıktan, bambaşka bir yol, karşı devrime göre bir yol tutturulduktan sonra, anlatılıyor mu bilmem, eski kitaplarımızda söze şöyle başlanarak anlatılırdı Atatürk’ün hayatı:

“Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doğdu.” Burada, “Mustafa” adı belirtilir, annesinin babasının adı verilir, babasının mesleği, çocukluğu, okul yılları, okuduğu okullar, sınıf seviyesine göre de kısaca yaptıkları anlatılırdı.

Bu duruma dayanamamış daha o zamanın karşı devrimcileri, milli eğitime sızanlar. Kitap: Güzel Türkçe 5. Yazarları, şimdi dikkat buyurun:

“Prof. Dr. Turhan Oğuzkan / Dr. M. Fevzi Öz / Kemal Demiray / Emin Özdemir”

“İlkokulların beşinci sınıfları için Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığınca Yardımcı DERS KİTABI olarak kabul edilmiştir.” yazılı, yazarlarının adlarının ikinci kez yazıldığı iç sayfada. Ders kitabı büyük harfle, diğer sözler küçük harfle yazılı. “Yardımcı” sözünü bu nedenle, önce göremiyorsun.

Kitabın kapağı yine malum resimleme tekniğiyle, Atatürk’ün başı boyunsuz, bedensiz, bir resimden başının etrafı kesilerek çıkarılmış fotoğrafıyla; fotograf, arkadaki küçücük Anıtkabir resmi üstünde havada asılı gibi duruyor. Niye Anıtkabir? Niye mareşal giyimiyle değil Atatürk, savaşta at üstünde değil, meclis kürsüsünde sivil giyimli değil? “Anıtkabir üstünde çevresi kesilmiş baş.” Çocuk yüce önderini, atasını böyle mi tanıyacak? Biz çocuklarımıza evde, sonsuzluğa göçmüş aile büyüklerini, resimleriyle mi tanıtıyoruz, mezar taşı fotoğraflarıyla mı? Kitabın arka sayfası beyaz, resimsiz, şu söz yazılı:

“Medenî olmayan insanlar, medenî olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdur. Atatürk”

İyi, ilk sayfasını açalım kitabın. Siyah beyaz Atatürk resmi, altında Atatürk yazılı bu resme, ayraç içinde, “1881’de Selanik’te doğdu. 1938’de İstanbul’da öldü. “ yazılmış.

Sonraki sayfa, bu resmin arkasında, İstiklal Marşı’nın hepsi, Mehmet Akif Ersoy imzasıyla. Gelen sayfada “Bir Bayrak Altında” yazıyor, altında iki dize: “Bayrakları bayrak yapan...” Sonraki sayfada yeniden İstiklal Marşı’nın ilk iki dörtlüğü. Siyah beyaz bir çizimle bir çocuk bayrak çekiyor direğe, diğerleri arka arkaya sıralanmış, yanlarında gözlüklü erkek öğretmenleri. Marşın üstünde kısa bir bilgi veriliyor. “İstiklal Marşımız Kurtuluş Savaşı sırasında yazılmış, Büyük Millet Meclisince millî marş olarak kabul edilmiştir (1921). Sorular, yanıtlar, açıklamalarla parça işleniyor, şaire göre diye başlayan sorular, inceltme imleri...

Sonra geliyor yeni sayfa, yeni parça. Sayfa 9. “Mehmet Akif,” yazının başlığı. Kitabın ikinci okuma parçası. Konusu, Mehmet Akif’in hayatı. İstiklal Marşı işlenirken şairini öğrenmişti çocuk. Bu parça neden? Sayfada, başta, şairin elle çizilmiş resminin arkasında bayrak, sakallı ama kravatlı bir resmi. Okuma parçasının yanında ayrıca tanıtım yazısı:

“ Her dinleyişte bizi heyecanlandıran İstiklâl Marşımızın şairini tanıyor musunuz? İşte size onu tanıtan bir yazı.”

Bundan sonrasına artık inanamayacaksınız. Sanırsınız ülkemizin kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu, Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı, Türk ulusunun başöğretmeni tanıtılıyor. Atatürk’ün hayatını nasıl anlatıyorsa ders kitapları, burası onun kopyası sözlerle ama tanıtılan Mehmet Akif. İstek üzerine İstiklal Marşı’nı yazmış, ilk Mecliste milletvekili, Cumhuriyetin altın çağında, kuruluş günlerinde, Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığında, yani Atatürk döneminde kendi isteğiyle Mısır’da yaşamış bir şair. Cumhuriyet kurulunca, İslamcı şair, kurulan çağdaş – laik Cumhuriyetten Mısır’a göçüyor, 1936’da hastalanınca İstanbul’a dönüyor, aynı yıl, ölüyor.

Yazı şöyle başlıyor:

“Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Babası İpek’li Mehmet Tahir Efendi’dir. Annesi Emine Hanım, Buharalı bir anne ve babanın kızıdır. Anadolu’da doğmuş, Anadolu’da büyümüştür.”

Ne diyorsunuz? "Anadolu’da doğmuş, Anadolu’da büyümüş...”

Bu son sözler de bir gönderme (atıf) değilse nedir, Zübeyde anamıza. Bu şekilde yazılan bir özyaşam okudunuz mu hiç? (O yıllar, Türk – İslam sentezcilerinin parlak yılları.)

Yine okumaya devam edelim:

“Akif, okul çağına gelince öğrenimine önce mahalle mektebinde başladı. Bunu kendisi şöyle anlatır:”

Tıpkısı tıpkısına Atatürk’ün hayatının anlatılış şekli.

“Babam Mehmet Tahir Efendi Medreseyi bitirmiş iyi bir hocaydı. Fatih camiinde dersler verirdi. Ben okulda okurken bana da Arapça ve Farsça dersleri verdi.”

Hayatını anlatırken Atatürk’ün, bundan sonrası gittiği okullar, askerliği olur ya, burada da aynısı, tek fark Atatürk cepheden cepheye koşmuş, kendini vatanını kurtarmaya adamış.

“Böylece Arapça ve Farsçayı öğrendim. Fransızcaya çalıştım. Baytar (veteriner) müfettiş yardımcısı olarak Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da görev yaptım. Halkalı Ziraat Mektebinde öğretmenlik ettim.”
...

Bakın, islamcılardaki kıskançlığa, anlatımın benzerliğine.

Şairimizin değerini tabii ki bilelim, değerleri birbiriyle kırdırarak değil, her değerimizin yerini ayırarak, bilinçli... Gülünç olmadan...

Herkesin belleğindedir, siyasi İslamcılar Konya’da (1980) İstiklal Marşı okunurken oturma eylemiyle İstiklal Marşı’na saygısızlık etmişlerdi.”Dinsiz devlet yıkılacak elbet!” sloganlarıydı. Çok değil geçenlerde, bağımsızlık, bayrak, ulus sevgisini anlatan, devletin değişmez, değiştirilemez simgesi, 1921’da kabul edilen, Anayasa’da 1924’ten beri bestesiyle kayıtlı, "Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Marşı"nı değiştirelim, yeni marş yazılsın bestelensin diyebildiler. İstiklal marşlarının bir kez yazıldığını bilmezler gibi. Bazıları durumdan vazife çıkarıp İstiklal Marşımızı ilahi biçimine çevirmeye bile kalkıştılar.

Bir dengemiz olmadı, bir aynı örse vurmayı, devrimlerimizi korumayı, yurdumuzu hep birlikte yüceltmeyi bilemedik, aynı değerleri savunmayı, Cumhuriyeti kuran O yüce kişiliğe hak ettiği değeri vermeyi, vermeyenleri engellemeyi bilemedik... Genç kuşaklara:

“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz!” demedi miydi Atatürk?

Kinle, ülkemizi çağdaşlığa götüren devrimlere düşmanlıkla, birbirimizle uğraşmakla nereye varabiliriz?

Bugün, 2 Mayıs, CHP yönetimi en sonunda adayını açıklayacakmış. Kendinden, altı oklu Atatürk’ün kurduğu partinin ilkelerinden taviz verile verile sonumuz nereye gider?

Karşı devrimin yetiştirdiklerinden birini, adayımız diye ortaya çıkarma neye yarar, karşı devrimi daha da güçlendirmekten başka...

Atatürk’ün şu sözünü tutmayacak mıyız?

“Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır. Türk Ulusu, dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.”

Feza Tiryaki, 2 Mayıs 2018
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x