
Yine kendileri gibi düşünmeyenlere akıl almaz baskılar yapılmadı mı? Bölücü teröristlerin dışında hak aramak için sokağa çıkanlar, kafası gözü patlatılıp, hayatını kaybetmedi mi? Böylece korku toplumu yaratılmadı mı? Hiçbir dönemde görülmediği kadar yasaklar gelmedi mi? Sosyal medyada, en hayasız görüntüler ve kendi dışındaki insanların özel hayatıyla ilgili kasetler yayımlanırken sesini çıkartmayanların, sıra yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına gelince devletin altı-üstüne nasıl getirildi? Bütün bunların adına “güçlü demokrasi”, daima birlik, devlet yenilmez, millet geçilmez ve milli birlik ve kardeşlik denebilir mi?
Bilinen bu hatırlatmalardan sonra, tekrar kriterlere dönebiliriz. Bakıyoruz icraatı yapan kendileri, ama suçlu muhalefet partileri, üçüncü kişiler veya yabancılar oluyor. Yaptıkları bir tek icraat göremiyoruz ki kendileri sorumlu tutsunlar. “Milli irade”, “bağımsız yargı” deniliyor, ama altından her konuda olduğu gibi tek kişinin iradesi çıkıyor. Emsali görülmemiş çok boyutlu yolsuzluk, rüşvet, kara para, arsa ve ihale vurgunu, çoluk-çocuğu, eşi-dostu, arkadaşı-yoldaşı abat edecek suçlamalarla ilgili olarak operasyonlar başlıyor, bunun adı “darbe”, “paralel yapı”, “küresel güçler”, “montaj” oluyor: Hemen yargı kararları askıya alınıp, soruşturmayı yapanlar; adli kolluk, savcı, hakim demeden görevden alınıyor, yerlerine uygun görülenler atanıyor. Dış politika,“sıfır sorun” sloganıyla başlıyor, “sırf sorunla” sonuçlanıyor. Şu anda neredeyse dost ülke kalmadı. Sanki bölücü PKK terörü yetmiyormuş gibi, Irak, Suriye ve Türkiye toprakları, dünyanın en azılı teröristlerine üs oluyor. Hafta içinde Suriye konusunda Dışişleri Bakanı ve Müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay İkinci Başkanı gizli ve çok önemli bir toplantı yapıyor. Bu toplantıda konuşulanlar YouTube’a düşüyor, bunu bütün dünya görüyor. Felaket desek yeridir. Devletin mahremiyeti kalmamış, adeta çivisi çıkmış. Yıllarca muhalefet dinlenirdi, şimdi sıra kendilerine gelmiş. Adeta ava giderken avlanmışlar. Ama yine kabahatli olan kendileri değil, başkalarıdır. Hasılı bir kriter daha söyleyip, sonra değerlendirmeye geçelim. O da, Türk Milleti adının asla kullanılmamasıdır. Türk Milletinin ayrılmaz parçaları, sosyal grupların adı tek tek sayıldığı halde, Türkün adına yer verilmemesidir. Bebek katili de böyle demiyor mu?
Soralım, yukarıda sayılan kriterler neyin nesi? Kısaca söyleyelim, eldeki bilgilere göre bütün bunlar; “Türkiye’yi dönüştürmek” uğruna yapılmaktadır. Buna, işgalci ABD-İngiliz emperyalizminin bir milyon insanı katlederek Irak’ta gerçekleştirdiği “Irak Modeli” de denebilir. Kısaca; Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’da da var olan “Milli Devlet” ve bir merkezden yönetilen “üniter” yapısı ortadan kaldırılıp, “çok ortaklı” bir rejime dönüştürülmek isteniyor. Mesela; PKK’nın, Barzani’nin, Suriye’deki bir parçanın devletimize ortak edilmesi gibi. Buna da Türkiye’yi büyütmek diyorlar. İyi de başkaları vatanımıza, milletimize ve devletimize ortak olunca biz nasıl oluyor da büyüyoruz? Burada da, tıpkı diğer konularda olduğu gibi, bir şaşırtmaca yok mu?
Bu tabloya “devletimizin çivisi çıkmış” veya “devletimiz dağılmakla yüz yüze” demek gerekmez mi? Çözüm ise; hiç şüphe yok ki, mülkün sahibi Türk Milletinin elindedir.
Sadi SOMUNCUOĞLU, 29 Mart 2014
sadisomuncuoglu@yahoo.com