Tutkularımız, aşklarımız, düşlerimiz...
Yarınlara nasıl bakıyoruz?
Doğan güneşe, aya, yıldızlara...
Sevgiyi nasıl örüyoruz içimizde; kardeşliği, barışı, demokrasiyi, özgürlükleri!..
Kız çocuklarımızı okula göndermeyen biz, onları adına töre denilen vahşetle öldüren biz. Batmanda kızların, genç kadınların intihar olayları karşısında imam gönderen yine biz!
Yoksulluğun orta yerinde, dağ başlarında, vadilerde... Denize uzak mağaralarda, sevginin düğüm düğüm olduğu, aymazlığın hepimizi kuşattığı bu coğrafyada.
Acının, hüznün resmini çizen biz, içimizdeki küçük sevinçleri büyütmeye çabalayan yine biz. Binlerce yıllık tarihin ve kültürün boy verdiği topraklarda yaşayan yine biz.
İyonyadan Mezopotamyaya dek uygarlıkların beşiği olan biz...
Hasankeyfi, Allionaiyi baraj suları altına gömen biz. Dağları, ovaları çokuluslu altın avcılarına teslim eden biz...
Kirli havayı soluyan, ormanları yakan, denizleri, gölleri, ırmakları kirleten yine biz.
Dağ başlarında Kuran kursu açan, kız çocuklarımızı oraya gönderen, bunu sosyalleşme olarak gören biz!
Nasıl çoğaltabiliriz insan sevgisini?
Uygarlığı, çağdaşlığı, demokrasiyi, özgürlükleri, laik demokratik hukuk devletini...
***
Suç mudur Tam bağımsız, laik demokratik Türkiye demek... Suç mudur işçi sınıfının mücadelesinisavunmak, suç mudur AKP iktidarını eleştirmek?
Aydınlanma devrimi...
Kadın hakları...
Ulus devlet...
Demokrasi...
Hukuk...
Uygarlık...
1 Mayısı korku günü olarak görenler... Emek düşmanlığı yapanlar... Egemen güçlere tapanlar...
Gördünüz mü Taksim Alanı yakılmadı, yıkılmadı, kimsenin burnu bile kanamadı.
İşçilerin ve emekçilerin örgütlü gücü izin vermedi kışkırtıcılara!
Umudun çiçekleriydi yer gök...
Darmadağın olmuş özlemler, o acılar, hüzünler.
Evet, evet 31 yıl sonra hep birlikte oradaydık, başımız dik!
Şarkılarla, türkülerle çoğaldık, ak düşmüş saçlarımızı rüzgâra verdik, umutlarımızı yeşerttik.
Çok şey istemiyor bu toplum!
Demokrasi...
Özgürlük...
Barış...
Kardeşlik...
İnsanca ve hakça bir düzen...
Ben Deniz Gezmişi, Yusufu, Hüseyini düşündüm dün sabah...
Sendikacı İsmet Demiri, Rıza Kuası, Kemal Türkleri, Abdullah Baştürkü...
Behice Boranı, Mehmet Ali Aybarı, Sadun Areni...
Halit Ağabeyin (Çelenk) alanlardaki o gür sesini işitir gibi oldum, aradan tam 35 yıl geçmiş...
Tüm sosyalistleri, devrimcileri kucakladım!..
İçimde çocuksu tutku, ellerimde delikanlılık günlerimin yol haritası.
12 Martlar, 12 Eylüller, gözaltılar, işkenceler, hapislik günleri.
Octavio Pazın Unutuşunu bir gitar eşliğinde dinlerken eski bir albümden çıkardığım soluk sarı fotoğraflara bakıyorum:
Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta
gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında.
......
Gömül vızıldayan sesin
düşen sesin halkalarına
ve uzaklarda yankılanan
dilsiz bir çağlayan gibi, davulların çaldığı yerde.
***
Umutlarımızı çalıp götürdüler...
Bizi umutsuz bıraktılar.
Çok şey mi istemiştik ne?
Aydınlık günleri çocuklarımıza saklamıştık, beceremedik!
Darmadağın olduk, çil yavrusu gibi dağıldık!
Saydam gövdesini açan günlerde öldük pisipisine!
Evrenin gökkuşağı rengini çok sevdik!
O sıvı karanlığında uykunun, bir türlü akşam ışığını göremedik gökyüzünün.
Octavio Pazı da sevdik, Behçet Necatigili de... Rene Chara da tutkunduk, Hasan Hüseyine de...
Nâzım Hikmeti okuduğumuz için tutuklandık!
Ah bizi yönetenlere sevdirebilseydik şiiri, anlatabilseydik aşkın ne olduğunu....
Biz böyle mi olurduk!
Gök tutuşlu ceylanların peşinden giderdik deli dolu olduğumuz yıllarda...
Sesimiz ve soluğumuz yaşamın kendi rengini alırdı hiç kuşkusuz.
Güzellik bir kartalın çıkışı gibi çarpardı yüreklerimizde...
Ve olanca gücümüzle haykırırdık:
Yıllar öyle çok çabuk kaçıp gitme avuçlarımızdan!
Evet biz... Biz tüm yaşamları darmadağın ettik... Biz işte bu yüzden çoğalamadık, uygar bir toplum olamadık...
Hikmet ÇETİNKAYA
