http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=28736
Ali Sirmen - Dünyada Bugün
Ergenekon Yalakaları
Adam gazeteci, akademik unvanı da var üstelik, inanılmaz bir pişkinlikle,
- Koskoca emekli Yargıtay Başsavcısının evini aradıklarına göre, herhalde bir şeyler var, diyebiliyor.
Bu denli insan haysiyetinden, bu denli demokrasi fikrinden, bu denli hukuk nosyonundan, bu denli aydın namusundan yoksun bir çıkış olabilir mi?
Bir soruşturmayı başlat, çamur at, bunun gibi kakavanlar ortaya çıksınlar, daha yargı yapılmadan, yargıya gerek kalmadan, hemen işin içinde bir suç olduğuna karar verilsin.
Doğrusu bunlar hödüklük katalizörü olarak, yargının yerine kaim olup, hüküm verecek ve kamuoyunu yönlendireceklerse adalete ne gerek var ki?..
Adam güya hukukçu ve de Bakan olmuş, Ergenekon soruşturması ile ilgili olarak,
- Olay siyasi değil, her şey hukukidir, diyebiliyor.
Adam güya hukukçu ama hukuktan nasibini alamamış, herhangi bir tasarrufun siyasi olmayıp, hukuki olabilmesi, hukuken geçerli sonuçlar doğurabilmesi için yalnızca hâkim veya savcılar tarafından yapılmış olmaları yetmez, aynı zamanda kurallara, hukukun öngördüğü hususlara da uygun olması gerekir.
Savcının ya da hâkimin cinayeti, salt bunlar hukuk adamı diye, hukuken meşru olamaz.
Vural Savaş, Ergenekon soruşturması sırasında hukukun nasıl çiğnendiğini anlatıyor. Vural Savaş dün Kanal Bizde haykırıyor, bu soruşturmada ve davada hukuk kurallarının çiğnendiğini, olay yargıya intikal etmiştir diye susmanın yanlış olduğunu söylüyordu.
***
Ergenekon soruşturmasının ne olduğunu bilmek için, son dalgayı beklemeye gerek yoktu. Son dalgada gözaltına alınan isimlere bir bakın! tabii İbrahim Şahin gibi Susurluk sosu olsun diye katılan isimleri bir yana bırakın, ortak noktaları nelerdir diye bir sorun kendinize, bu olayın ne olduğunu pekâlâ anlayabilirsiniz.
Gözaltına alınan ve evi aranan toplumca bilinen muteber kişilerin ortak noktası, hepsinin de, AKPnin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini, laikliğin, hukukun, yargı bağımsızlığının esamisinin okunmadığı, sosyal devletin yerini, sadaka sistemine bıraktığı bir İslam Cumhuriyetine dönüştürmeye çalışan sivil darbesine karşı olmalarıdır. Zaten Ergenekon soruşturması, bugüne kadar tıkır tıkır yürütülen sivil darbenin bir parçasıdır.
Bugün artık, sorulması gereken soru, iktidarın meşruiyetini yitirip yitirmediğidir.
Bu sorunun gündeme gelmiş olmasının sorumlusu bizzat Tayyip Erdoğanın kendisidir.
Bu gerçekler artık herkesçe bilindiği için Ergenekonun ne olup ne olmadığı üzerinde durmak yerine, Ergenekon yalakalarına bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum.
Ergenekon çerçevesinde gelişen olaylardan duyduğu endişeyi ve rejim hakkındaki haklı kaygılarını dile getiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykala karşı, Ergenekon yalakaları (Tayyip yalakalarıyla eşanlamlıdır) hemen seslerini yükselttiler:
- Bu yargıya müdahaledir.
Hemen soralım:
- Başbakanın bu davanın savcılığına soyunması yargıya müdahale değil miydi? O zaman nerelerdeydiniz ey Ergenekon yalakaları?
***
Ergenekon yalakalarının en önemli savlarından biri rejime karşı darbe iddiasıdır.
Bu iddia doğru, fakat yalakaların baktıkları yer yanlıştır. Darbeyi görmek isteyenler, laik rejimi İslami rejime dönüştürmeye çalışanlara bakmalıdırlar.
Onlar da yalakaların baktığı yerde değil, tam aksi yönde durmaktadırlar.
Hadi diyelim ki, bunların sığ kafaları yalnızca, askeri darbeye şartlandırılmıştır.
O zaman da onlara şu söylenebilir:
- Efendi darbe arıyorsan mutasavver darbeden önce, gerçekleşmiş darbeye bak. Lideri Marmariste duruyor.
Demokratlıktan dem vuranlara da söylemek gerekir ki;
- Yapılmış darbenin hesabını soramayanlar, yapılacağı ileri sürülen darbenin hesabını hiç soramazlar.
Bunların içinden milletvekili bile olmuş güya hukukçu biri de, buyurmuş:
- Artık dokunulamaz kimse kalmadı...
Yapma yahu!
Kendisine hemen dönüp soralım:
- Senin milletvekillerin ve de Başbakanın hırsızlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, resmi evrakta sahtekârlık gibi kovuşturmalardan dokunulmazlık zırhının arkasına sığınarak saklanmıyorlar mı? Dokunulmaz değil mi onlar? Onlar orada durdukça, sen hiç utanmadan nasıl kimse dokunulmaz değil artık diyebiliyorsun? Sonra kendisine şu husus da anımsatılmalıdır:
- Bizim arkadaşlarımız, yargıya güvenmedikleri için dokunulmazlıkların kaldırılmasını istemiyorlar diyen sen değil miydin?
Sizi gidi, Ergenekon yalakaları sizi!..
asirmen@cumhuriyet.com.tr
10 Ocak 2009 - Cumhuriyet
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6677
Selcan Tasci
Peki bu neyin Kerbelâsı?
Kuvvetler Ayrılığı ilkesini Yasama, Yürütme, Medya olarak değiştirenlere göre, eğer
saltanatlarını korumalarını sağlamayacaksa, hukukun üstünlüğünü istemek çok büyük suç
Önceki gün, Ümraniye soruşturması kapsamında yeni dalgayla farklı şehirlerde 40 kişi gözaltına alındı. Çeşitli kademelerdeki yargı mensupları da dahil olmak üzere gözaltılardaki hukuk ihlallerine dikkat çekenlerin sayısı hiç de az değil. Bu ortamda yeni bir korku tüneline giren Türkiyede iki gündür çok tartışılan bir ifade var Cumhuriyetle hesaplaşma. Zaman, dün tam sayfasını bi ifadenin sahibi Deniz Baykal analizine ayırdı. Gazeteye göre Baykal yargı bağımsızlığı konusunda çelişkili tavır sergiliyordu. Ümraniyede savcılara ve yargı sürecine ağır eleştirilerde bulunan Baykal, AKPye açılan Kapatma Davasında Yargıyı rahat bırakın mesajı vererek tutarsızlık sergilemişti.
Hulki Cevizoğlu Yeniçağdaki köşesinde dün şunları yazdı: Başbakan Erdoğan, Düşüncenin Kerbelâsını yaşamak istemiyoruz diyor. Kastettiği şey, kendi düşüncelerinin serbest olması. Yoksa Atatürkçüler Düşünce Kerbelâsını yaşamaya devam ediyor.. Başbakanın bu benzetmesinden yola çıkarak, daha genel bir ifadeyle Cumhuriyetin Kerbelâsı tanımlaması yapabilir miyiz?
Erdoğanın AKPyi kapatma Davası açıldığında hukuka karşı nasıl gard aldığını unutanlar Baykalı Sokrates gibi Ülkemin kanunları ile yargılanarak ölmeye hazırımde. sözüne uymaya çağırıyorlar. Sadece dünkü gazetelere şöyle bir göz attığımızda ortaya çıkan fotoğraf şu: Barolar ayakta... Hukuk Fakültelerinde bu işin kitabını yazan Profesörler ayakta...
Medya Polemikde yazdık, bugüne kadar Erdoğanın yanında davanın savcılığına soyunan veya Ümraniyenin bir terör örgütü olduğuna canı gönülden inanan Taha Akyol, Mehmet Ali Birand, İsmet Berkan gibi sayısız ismin bile kafalarına saksı düşmüş gibi, hukukun ihlal edildiği, olayın siyasi hesaplaşmaya döndüğü ve Türkiyenin ağır siyasi ve hukuki bedeller ödeyebileceği, yandaş medyanın bilgi kirliliği yaratmak için kullanıldığı, medyanın infaz memurluğuna soyunduğu, dağın fare doğurabileceği konularında şüphe içinde.
Kapatma Davası açan yargıyı hedef gösterip, Ümraniyede savcılık yapmak tutarlı, hukukun iktidarlara değil, yasalara göre uygulanmasını istemek tutarsızmış
Evet savcıyım!
Düşünce Kerbelası istemeyen Başbakanın, Erdoğan Ümraniye Soşturması devam ederken söylediği şu sözler hala hafızalarda: Savcı millet adına vardır, iddia makamı millet adına ordadır, biz de millet adına bunun gayreti içindeyiz, eğer bu anlamda savcılık ise evet savcıyım.
Bu sözlerle Başbakanın henüz suçlananlar kendilerini savunmadan taraf olması çok eleştirilmişti. Ümraniye Davasındamillet adına iddia makamını savunan Başbakan, Kapatma Davası söz konusu olduğunda, davanın millete karşı yapıldığını söyledi: Ülkenin itibarını zedelemeye, istikrarı bozmaya, milletin iradesini hiçe saymaya, hukuku tartışmalı hale getirmeye kimin hakkı var? Gerilim üreterek ülkenin enerjisini boşa çıkarmaya kimin hakkı olabilir? Vicdanı yaralayanlar milletin ahını almaktan kurtulamazlar.
Hukuku tanımıyorlardı
Sadece Erdoğan mı? Anayasa Mahkemesinin başörtüsü düzenlemesinin iptali kararının ardından köşelerinden alenen kanunları çiğneyin mesajı verenlere ne demeli?
O satırları yazanların bugün kime, hangi eleştiriyi getirme hakkı olabilir.
Hatırlayın o günleri Vakitten Hasan Karakaya Bu bir yargı darbesi dir!.. Bu karardan sonra, benim için de Anayasa Mahkemesi yok hükmündedir!.. Ne kararlarını tanıyorum, ne de kendilerini!, yine Vakitten Abdurrahman Dilipak Hesaplaşma keskinleşiyor. Yok hiyerarşi varmış, yok değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeler varmış!, Stardan Mustafa Karaalioğlu, Anayasa ile mücessem hale gelen temel sözleşme artık bozulmuştur. Artık kimsenin hukuka riayet etmesini bekleyemezsiniz. Hukukçular bunu yapabildiğine göre, sıradan insanlar da hukuk tanımayabilir; kim ne diyebilir ki! Açık olan bir savaşın başladığıdır. Hukuk, AK Partiye karşı siyaset savaşının, topluma karşı düşmanlık ve kinin koçbaşıdır. Bu savaşı kutsallaştıranlar için hukuk bir araçtır; savaşı kazanmak için bazen koltuk değneği bazen tank mermisidir. Zamandan Mümtazer Türköne Artık AK Parti kapatılabilir, Cumhurbaşkanı Çankayadan indirilebilir. Bir darbe döneminde başımıza gelebilecek her şey vuku bulabilir. Siyasetin renkli dünyasının sağa sola savrulmasına karşı, devlet ve toplum düzenini istikrar içinde tutmakla görevli yargı, artık belirsizliğin ve kuralsızlığın kaynağı. Bu durumda rollerin değişmesi gerekiyor. Siyasete, dengeli, istikrarlı davranarak yargının yarattığı boşluğu doldurmak kalıyor. Türkiye hukuk devletinden uzaklaşıyor. Söylenecek tek söz kalıyor: Yargılayan, yargılanır. dememişler miydi? Şim di ne oldu da, mesela Karaalioğlu, Artık kimsenin hukuka egemen olamayacağını, Türköne, işlerin bir hukuk devleitnde olması gerektiği gibi işlediğini düşünmeye başladı?
Onlar fikirlerindeki, yargıdaki, veya Türkiyedeki bu dönüşümü izah edebilirlerse, belki bugün bilgisizlikten dolayı fikir sahibi olamayan bizler de, onlar gibi teşhis koyma, darmağın olan toplum psikolojisinin tedavisine katkıda bulunmaya safhasına gelebiliriz...
Kurt Kanunu
Muhalefetsiz hükümet etme isteğinin türlü çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan en geçerlisi
Kemal Tahirin Kurt Kanunu romanında Kara Kemalin ağzından dile getirilir: ... muhalefetsiz hükümet etmek isteği, devleti alet ederek, hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor.
* Melih Aşık / Milliyet
Liberal Hasan Cemalin yazamadığı darbeler
Hasan Cemalin de en büyük yanılgısı Türkiyede darbeyi sadece askerlerin yapacağına inanması. Hasan Abi, görmüyor musun! Türkiyenin Avrupa Birliğine, Amerikaya sırtını dönüp Rusyaya, Orta Asyaya, Çine hatta İrana kısacası Avrupa yerine Avrasyaya açılmasını savunuyordu, eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur Paşayla birlikte diye anlatmışsın ya...
Aslından meselenin gizli kodları da bu satırlarda gizli.
Ergenekon soruşturmasıyla ilgili parçaları birbirine bağlamak o kadar kolay ki ...
Ne demişti Süleyman Demirel: Bu Türklerin kendi kendilerine yaptıkları bir iş olamaz.
Türkiyede psikolojik harbi örgütleyenlerin papağanı Türk liberallerinin kıblesi Amerikadaki neo-conlar.
Asli amaç Birinci Cumhuriyeti ve kurucu ideolojiyi yıkmak!
Türk Aydını ve neo-conlar Rusyanın yeniden dünya sahnesinde güçlü konuma geldiğini öngörememişti ama geçen gün gözaltına alınan Tuncer Kılınç Paşa Amerikanın bile artık kabul etmek zorunda kaldığı Rusyanın gücünü ilk kez o telaffuz etti. Türk Silahlı Kuvvetleri yeni dünya düzenine, Amerikanın tasarımına karşı analizini yaptı ve pozisyonunu belirledi. Bu pozisyon Laik ve Demokratik Cumhuriyeti yıkıp Ilımlı İslam Cumhuriyeti kurmak isteyenlerin arzusuna uygun değildi. Taraf gazetesinin Türk askerini yıpratma planıyla Rusyayla işbirliğini öneren Tuncer Kılınç Paşanın gözaltına alınması arasında hiç mi ilişki yok?
Hasan Abi, bunları bilmez misin?
* Oray Eğin / Akşam
GÜNÜN SÖZÜ
Odatvnin iddiasına göre Fehmi Amca Sabah Genel Yayın Yönetmenliği için kulis yapıyormuş.. Bundan sonra her gün 32 sayfalık mini polisiye bülten okuyacağız
desenize....
Ya savcıyı suçlarsa....
Tuncay Güneyin kim olduğu ve kime çalıştığı tartışılıyor.
Ergenekon davasına bakan Savcı Zekeriya Öz, iddialarını kanıtlamak için umudunu sadece ne olduğu belli olmayan, homoseksüel haham Tuncay Güneye bağlamışa benziyor.
Savcı, halen Kanadada bulunan bu adama 37 soru göndermiş... O sorulardan biri aynen şöyle:
Ergenekon, lobi, devletin yeniden yapılandırılması gibi belgeler kimler tarafından, ne zaman ve ne amaçla hazırlanmıştır?
Diyelim ki Güney bu soruya, Onlardan biri bu soruşturmayı yürüten savcıdır diye saçma bir yanıt verse...
Sayın Savcı ne yapacak?
* Mustafa Mutlu / Vatan
BAĞIŞ, BAŞMÜZAKERECİ
Geçmiş olsun Nursuna Hanım
Ali Babacanın bir koltukta iki karpuz taşıyamayacağı anlaşılınca başgösteren AB Başmüzakerecerecisi sorunu Egemen Bağışın atanmasıyla çözüldü. En azından Başbakan öyle zannediyor.
Peki ya, Nursuna Memecanın alev alev yanan duyguları? Onlar ne olacak! Hep daha fazlasını hedefleyen bu hırslı bayan, şimdi Gül ailesini evinde ağırladığı onca seneye mi yansın... Yeni Hayat Apartmanında verdiği ziyafete mi yansın... Herkes herşey başaracak diye bir şey yok, demek ki Nursuna Memecan, mideden geçen yol konusunda rakiplerinden birkaç adım geride kaldı. Sağlık olsun, yemek masraflarının faturasını Egemen Beye yollayın, size de o geceden geriye kalan İvedik ailesinin hoş sedası olsun...
MİNİ YORUM
İntikam dondurulmuş yemek de olabilir
Ahmet Hakan Ümraniye Operasyonunun son dalgasını yorumlarken Kemal Gürüzün YÖK Başkanıyken şu an İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Beşir Atayı irticacılıkla suçladığını hatırlatarak intikam soğuk yenen bir yemektir demiş...
Buna ne şüphe... Bazı ideolojilerin, fikirlerin, grupların, cemaatlerin yaraları öylesine derin oluyor ki, intikam soğuk değil, dondurulmuş yemek kıvamında bile olabiliyor. Mesela yüz yıl önce bir kini içinize atıyorsunuz. Yüz yıl sonra, yeniden saltanatı kurduğunuza inandığınız anda, çıkarıp ısıtarak, zehir de olsa yiyeceksin diyorsunuz...
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/107 ... d=1&gid=61
Yazarlar
Oktay EKŞİ oeksi@hurriyet.com.tr
Liberal gözlükle
BİZ bu ülkede yüksek mahkemeler dışında kalan yargının "bağımsız olmadığını" çok söyledik ama hiçbir zaman "yurtdışında" bulunan veya "uluslararası" türden bir iradenin adalet cihazımızı yönlendirebileceğini kastetmemiştik.
"Ergenekon" soruşturması sayesinde yazıldı. Meğer o da varmış.
Oysa aynı kalem(ler) yargımızın bağımsızlığına toz kondurmuyorlar.
Bizim bildiğimiz "bağımsız" yargının temel özelliği, kendisi dışında ve üstünde hiçbir "irade"nin ona yön verememesi olduğuna göre bu "uluslararası irade" neyin nesidir?
Unutmayalım, bu yazar "gözaltına alınacak kişileri" önceden öğrendiğini de itiraf etti.
Keza, "Ergenekon soruşturmasının yürüyor olması, büyük endişelerle girdiğimiz yeni yılın, en önemli ve daha da önemlisi en umut verici olayı olmaya aday... Ne güzel..." dediğine göre hepimizin yüreği ferah olmalı. Demek önümüzde daha görecek çok şey var.
Zaten kendisi de o irade sayesinde Ergenekon sürecinin engellenemeyeceğini müjdeliyor.
İyi de... Tüm adalet sistemimize bundan daha ağır bir hakaret tasavvur edilebilir mi?
Ama son model "liberal"ler için anlaşılan bu olağan bir durum.
Demek ki 1950li yıllardan bu yana geçen yaklaşık 60 sene zarfında "sabahları kapıyı sütçü yerine polisin çalması korkusu" yer ve anlam değiştirmiş.
Şimdi insanların evinin etrafında minibüsler dolusu polisin toplanmasının, erken saatte burnunuza uzatılan bir yazılı emir ardından memurların içeri dolmasının kimseyi ürkütecek bir tarafı olmamak gerekirmiş.
Oysa biz 1950li yıllardan yani Demokrat Parti iktidarının "solcu" sayılan insanlara baskı uyguladığı -169 kişiyi bir günde toparlayıp hapse tıktığı- günlerden anımsarız:
Bu yazarın, o tarihte yardımcısı olarak birlikte çalıştığımız babası bir gün, "Ben yokken eve polis gelmiş. Eşim beni almaya geldiğini zannederek o kadar korkmuş ki sütü kesildi" demişti.
Bunu bize demekle kalmamış daha sonra pek çok yazısında ayrıca ifade etmişti.
Annesinden emdiği süt polis korkusu sonucu kesilen çocuk, romanlarıyla, yazarlığıyla ve iddiacı kişiliğiyle bilinen ağabeyi Ahmet Altandır.
Darbe tertipçileri arasında staj yapan, polis tarafından yakalanmamak için iki sene köşe bucak saklanan -bunları kendisi de yazdı- sonra da aşırı şekilde "libarel"leşen öteki yazar da son olayları aynı anlayışla değerlendiriyor:
Deniz Baykalın, son soruşturmalara ilişkin sözleri çok tehlikeliymiş. Örneğin Baykalın, bu olayları değerlendirirken "Cumhuriyet çok köklü bir nitelik değişimiyle karşı karşıyadır" demesi kendisini dehşete düşürecek kadar yanlışmış. Çünkü böylece Türkiye, Baykal tarafından "korkunç şekilde cepheleştiriliyor"muş.
O yazıya, "Yoksa ben başka bir ülkede mi yaşıyorum" diyerek başlayan bu yazarı, yeni bir pişmanlık ifade etme noktasına gelmeden önce uyarmak lazım. Türkiyedeki cepheleşmeyi "iktidara" değil de "muhalefete" mal etmek için gerçekten başka bir ülkede yaşıyor olmalısınız.
10 Ocak 2009
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://haber.gazetevatan.com/haberdetay ... d=4&wid=46
Onur Kumbaracıbaşı
Yazara ulaşmak için : okumbaracibasi@gazetevatan.com
Yaşasın adalet yerini buldu!?..
Ergenekon ismiyle anılan dava giderek toplumu geren ve bölen niteliğe bürünüyor. Son gözaltılar ve konut aramaları yazık ki, kamplaşmayı güçlendirmiş görünüyor. Toplumda en saygın konumlarda ülkeye hizmet vermiş önemli isimlerin hukuku zorlayan görüntülerle gözaltına alınması, evlerinin aranması, objektiflik açısından inandırıcı gelmiyor. Hele yandaş medyanın baştan beri gelişmeleri intikam ve misilleme tadında sunuşlarla değerlendirmesi, davayı siyasallaştırıyor. Konuşması, yazması istenmeyen, asılsız ihbarlar ve dinlenme kuşkusu içinde suskunlaşmış bir toplum amaçlandığına ilişkin kaygıları artırıyor! Adalete güven ve saygı sarsılıyor...Vatandaşın tepkisini Türk bayrağı ile dile getirmeye başlaması bu bulanıklıktan kaynaklanan ciddi endişelerin göstergesidir!
***
Yargıtay Başkanlar Kurulunun davadaki gelişmeleri sorgulamak gereğini duyarak toplanması, Genelkurmayın Kuvvet Komutanlarını çağırarak acilen durumu değerlendirmesi, endişelerin sade vatandaşı aşan boyutlara ulaştığının kanıtıdır!
Ergenekon, Susurluktan beri açığa çıkarılmasını her kesimin dilediği birtakım örtülü faaliyetlerin aydınlatılmasına mı, yoksa siyasal çekişme ve intikam hırsına mı alet ediliyor sorusu zihinlerde yaygınlaşmıştır. Dava derin devlet adı altında yürütüldüğünden şüphelenilen yasa dışı organizasyonların üzerindeki perdenin kaldırılması boyutunu aşmış izlenimini veriyor. CHP davayı merak edilen soruların yanıtı yerine, salt muhalif sesleri kısmaya, ürkütmeye yönelik ucu bucağı belirsiz bir şantaj mekanizması olarak algılıyor. Hukukun çiğnendiğini belirtiyor!
CHP Milletvekilleri delillere dayanan suçlamalar yerine, suçlanması hedeflenenler için delil yaratılmaya çalışıldığı görüşünü savunuyor. Baykal, haklı olarak, yaşananların öncesi ve sonrasıyla Hitler ve Humeyni rejimlerine özgü metotlara dayandığını söylüyor. Türkiyenin tarihi bir virajı döndüğünden kuşku olmadığını vurguluyor. Ergenekonu hukuki değil, siyasi bir dava ve intikam operasyonu olarak niteliyor.
***
Gerçekten saygın hukukçular da gelişmelerden hukuk adına kaygılandıklarını açıklıyorlar. Hukuk saygısı ve objektif değerlendirmeleriyle tanınan Onursal Yargıtay Başkanı Sami Selçuk uyarıyor. Başta Onursal Yargıtay Başsavcısı S. Kanadoğlu, tüm kişilere, toplumdaki saygınlıkları gözetilerek, görevlilerce titiz davranılması gereğini anımsatıyor. Meslek yaşamında böyle bir iddianame görmediğini vurguluyor. Tereddüt ve endişeleri halkın ve muhalefetin kaygılarıyla örtüşüyor. Değerli hukukçu Milletvekili Şahin Mengü hukuki sürecin noksanlarını belirtirken gözden kaçan önemli bir noktaya işaret ediyor. Evlerin sahibi veya vekilinin gözetimi olmadan aranmasının yasal uygulamaya ters düştüğünü ve şüphe çektiğini söylüyor!
Ama asıl hukuk devletinin adalet anlayışına ve insan haklarına aykırı olan durumun, gözaltına alınanlara neyle suçlandıklarının söylenmemesi, tutuklananların haklarında iddianame olmaksızın tutuklu hallerinin sürdürülmesi olduğu görülüyor. Olağanüstü dönemlerde Türkiyede uygulanan suç olmadan cezalandırma yöntemi yazık ki, bu davada da görülüyor. Örneğin çok saygın bir komutan olan em. Org. Hurşit Tolon, hakkında iddianame olmaksızın, altı ayı aşkın tutuklu bulunuyor! Bu süre neredeyse iki yıllık cezaya denk geliyor! AİHM iddianamesiz tutukluluk süresini dört ayla sınırlarken, Türkiyede bu ölçü unutulmuş görünüyor! Dileriz ülkenin saygın kişileri, eski YÖK Başkanı Prof. K. Gürüz, özgün araştırmacı Prof. Y. Küçük, emekli komutanlar Org. T. Kılınç, Org. K. Yavuz, Tümg. Erdal Şenel ve diğer gözaltına alınanlar, asıl suçluların cezasına gölge düşürülmeden, aynı uygulamanın mağduru olmazlar. Hatta insan haklarına aykırı bu uygulamaya tümüyle son verilir.
Böylece tutuklulukla cezalandırılanlar, beraatlarında traji-komik biçimde sonunda adalet yerini buldu! demek durumunda kalmazlar!
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.tercuman.com.tr/v1/yazaryazi.asp?id=13
BANA GÖRE
Ne yapılmak isteniyor?
10.01.2009
SIRRI YÜKSEL CEBECİ
sirriyuksel.cebeci@tercuman.com.tr
SİVAS Valisi Veysel Dalmaza göre, 9. Ergenekon operasyonu ile Sivasta göz altına alınanlar, İstanbul bağlantılı olarak bazı kişi ya da kişilerin öldürülmesini planlıyorlardı.
Bir muvazzaf yarbayın Sapancadaki evinde yapılan aramada 22 el bombası, 100den fazla mermi, 1 Kalaşnikof ve 5 tabanca;
gözaltına alınan eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekilinin evinde bulunan bir krokiye göre Gölbaşı ilçesindeki ormanlık arazide, önemli miktarda silah ve mühimmat bulunmuş.
Eğer iddialar doğru ise sorumlular elbette yargılanmalı ve cezalarını çekmelidirler.
Hiçbir suç, cezasız kalmamalıdır.
Ama, Hazır başlatmışken, şu muhalifleri de içeri alalım anlayışıyla bazı bilim adamları ve emekli generaller de zanlılar veya suçlular kervanına katılmak isteniyor gibi vahim bir izlenim var.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği de yapmış bir emekli orgenerali, Harp Okulu Komutanlığı da yapmış başka bir emekli orgenerali, YÖK Başkanlığı yapmış bir profesörü, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı da yapmış eski bir siyasetçiyi terör örgütü kurmak, terör örgütüne üye olmak veya darbe hazırlığı yapmakla suçlayabilir misiniz?
Hele hele, 40 yıl yargıya hizmet etmiş Yargıtay Onursal Başsavcısının evini, terör örgütü kurmak şüphesiyle arar ve belge ararsanız, Türkiyenin çivisi çıkmış demektir.
Elbette kimse için suç işlemez diye bir kural yoktur. Ancak, hayatı boyunca trafik cezası bile almamış insanları darbecilikle veya terör örgütüne üye olmakla nasıl suçlayabilir, suç makinesi haline gelmiş bazı mafya bozuntuları ile aynı kefeye nasıl koyarsınız?
Delil gerçekten önemli ise
ADALET Bakanı Cemil Çiçek, Ergenekon operasyonlarını iktidarın yönlendirdiği iddialarına cevap verirken, Deliliniz varsa getirin diyor.
Bir hukuk adamı olan Cemil Çiçek, bu çeşit yönlendirmelerin delilinin olamayacağını çok iyi bilir.
İktidarı zan altında bırakmak, yargıyı da zan altında bırakmak olacağı için, böyle bir iddiada bulunmuyoruz ama, madem delil onun açısından o kadar önemli ve gerekli ise, Ergenekon gözaltı veya tutuklamalarının hangi delillere dayandırıldığını neden sorgulamıyor Sayın Çiçek? En azından kendi vicdanında...
İşlenmek istenen cinayetler
İŞİ gücü Ergenekon teorileri üretmek olan kerameti kendinde menkul yandaş bir gazeteci, televizyon ekranında yargıçlığa soyunabiliyor.
Soruşturma ve gözaltı sürecindeki insanları neredeyse vatan hainliğiyle suçlayabiliyor.
Aklınca yargıyı yönlendirmeye, yargıya akıl vermeye ve hedef göstermeye çalışıyor.
Bir kısım medyanın, son gözaltılar karşısındaki tavrı, bu Ergenekon masalının kimin başının altından çıktığını açıkça ortaya koyuyor.
Ne AKP iktidarı, ne yargı, ne şu, ne bu; Ergenekon olayının tek sorumlusu, yandaş medyadır.
Bu medyanın, dava sonuçlandıktan sonra milletin karşısına hangi yüzle çıkacağını çok merak ediyoruz.
Türkiye sadece kendilerine kalsın istiyorlar.
AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün ise, Türkiyede işlenen ve işlenmek istenen cinayetlerin, yaratılmak istenen kaosun ve diğer illegal faaliyetlerin üstü örtülemez diyor.
Doğru diyor ama, Bu mücadele böyle sürerse, yakında bu toprakların da adını kabullenecekler diyen bölücü hain Osman Baydemir elini kolunu sallayarak gezerken, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği de yapmış bir emekli orgeneral, YÖK Başkanlığı yapmış bir bilim adamı ve Yargıtay Onursal Başsavcısı mı işlenen ve işlenmek istenen cinayetlerin faili olarak gösterilmek isteniyor?
Aklınızı ekmek- peynirle mi yediniz?
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10748892_p.asp
Bekir COŞKUN bcoskun@hurriyet.com.tr
Korku filmi...
GECE karanlık...
Ormanın içinde elinde fenerle adamlar dolanıyor. Bir uğultu var, ben onun bitişik yoldan geçen kamyon sesi olduğunu biliyorum ama, bana sanki mezardan birazdan çıkacak hortlağın sesiymiş gibi geliyor.
Muhabir elindeki mikrofona adeta fısıldıyor:
"İşte buraya gömmüşler..."
Bir an içimden "Dırrrrrr..." diyorum:
"Dırrrr... Şimdi çıkıp amiri yiyecek..."
Ben bu durumlarda ekrana bakarken bir gözümü kapatırım... Bizim muhterem, "Battaniyenin arasından öyle tek gözle bakıp durma, korkuyorum" diyor.
Herkes korkuyor...
Türkiye korku içinde...
Ormanda elinde fenerle adamlar dolanıyor, yeri kazıyorlar, televizyon muhabiri, "İşte buraya gömmüşler" diyor, hortlak sesleri gelmekte kamyon tekerleklerinden...
*
Sabahleyin ilk haberdi:
"Ergenekon davasından gözaltına alınan İbrahim Şahinin evinde bulunan krokideki yer kazıldı, kayıp silahlar bulundu..."
Ve herkesin aklına geleni ben biliyorum:
"Bu Ergenekon işi ciddi galiba... Bu gözaltına alınanlar o kadar da masum değilmiş..."
*
Ergenekon iddianamesinde bu örgütün AKPye karşı darbe ortamı yaratmak istediği var mı?..
Var...
İbrahim Şahin, bu kayıp silahlardan dolayı 2000 yılında artı 1 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. O tarihte, yani 2000de AKP Hükümeti var mıydı?...
Yok...
Peki İbrahim Şahinin mahkûmiyetinin altında kimin imzası var?...
Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlunun...
Şimdi İbrahim Şahin ile Sabih Kanadoğlu gibi insanları aynı kefeye koyup, ormanda bulunan kayıp silahların şaibesine bulamak olası mı?...
Olası...
*
Çünkü korku filmidir bu...
Türkiye; bir çeteler, mafya, kirli örgütler cennetidir... Her zaman bir kirli çuval bulup, temiz insanları onun içine doldurabilirsiniz...
Ve sindirip korkutursunuz insanları...
Zaten şu an onu izliyorsunuz...
O korku filmini...
10 Ocak 2009
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/107 ... 249&gid=61
Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr
Tespit tutanağı!
7 Ocak.
Saat 11.
MGK Genel Sekreteri...
Ordu Komutanı...
Yargıtay Başsavcısı...
YÖK Başkanı gözaltına alınıyor.
*
7 Ocak.
Saat 11.
"Başkomutan" olan, "Milli Güvenlik Kuruluna" başkanlık eden, "YÖK Başkanını" atayan, "Yargıtay Başsavcısını" seçecek olan Cumhurbaşkanı ne yapıyor?
*
Meşgul... "Uluslararası Müslüman İlim Adamları Heyeti"ni kabul ediyor!
*
Bugüne dönersek...
*
Kendimi, şu anda eksi 15 derecede, dağda terörist kovalayan subay veya astsubayların yerine koyuyorum...
Komutan içerde!
Üniversite öğrencisiyim...
Rektör içerde!
Rektörün yerine koyuyorum...
YÖK Başkanı içerde!
Dava açmaya kalksam...
Avukat gözaltında!
Savcı olduğumu düşünüyorum...
Başsavcının evi basılıyor!
Gazeteciyim...
İlhan Ağabey zor çıktı!
Esnafım...
Oda başkanını aldılar!
Seçmenim...
Parti başkanı kodeste!
Atatürkçü dernek üyesiyim mesela...
Dernek başkanı komada!
*
Tarikatçı olduğumu düşünüyorum...
Komple dışarda!
10 Ocak 2009
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.tercuman.com.tr/v1/yazaryazi.asp?id=112
Darbe mi demiştiniz?
10.01.2009
HASAN ÜNAL
Dünkü gazeteler, son dalgada gözaltına alınanların nasıl olup da aynı 'örgüt' içerisinde sayılabileceklerine dair tuhaflıkları anlatan haber ve yorumlarla doluydu. Her dalgada olduğu gibi, bu defa da işin bu tarafına itina gösterilmiş; birbiriyle şekilde alakalı olamayacak insanlar aynı çuvala doldurulmuşlar.
Bu arada gazeteler ve televizyonların bu dalganın kaçıncı olduğu konusunda kafaları epeyce karışıktı. Gözaltıların yapılmakta olduğu sabahki yayınlarında televizyonlar ve gazetelerin internet siteleri bunun onuncu dalga olduğunu anlatıyorlardı. Ertesi günkü gazeteler ise dokuzuncu olduğundan bahsediyorlardı.
Kanadoğlu ve İbrahim
Şahin aynı çuvalda
ELLİ yılını hukukun üstünlüğü mücadelesine adamış Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun evi, Cumhuriyet Gazetesi'ne bombalı saldırıyı, Danıştay cinayetini planlamak ve 'terör örgütü'ne üye olmak ve yönetmekten dolayı arandı. Kanadoğlu'nun evine öğle saatlerinde arama emrini tebliğ etmek üzere gitmişti emniyet birimleri; ama sabahtan itibaren yandaş medya Kanadoğlu'nun gözaltına alınacağını '367 Sabih' diyerek ilan etmişti bile. Bu devlete ve hukukun üstünlüğü mücadelesine adanmış elli yıla yakın hizmetin adeta karşılığı olarak...
Kanadoğlu ile İbrahim Şahin'in aynı çuvala konulmasına ne demeli? Ya İbrahim Şahin'in evinden çıktığı iddia edilen bir krokiden hareketle yapılan sansasyonel kazılara??? Sanki Allah'ın günü bitmiş gibi gece yapılan kazılar, bulunan silahlar vs... Silah ve cephanenin bulunması ve bunlarla alakalı suçluların cezalandırılması mutlaka gerekli; ancak o silahlar ile gözaltına alınan kamuoyunda tanınmış simalardan hangisi alakalı kılınabilir? Eski YÖK Başkanı Gürüz veya Sabih Kanadoğlu mu bu silahlarla ilgili olabilir? Veya Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç mı? Veya Bedrettin Dalan mı?
Onursal Yargıtay Birinci Başkanı Sami Selçuk'un bilge yorum ve ikazları, gözaltıları büyük bir hınç ve intikam duygusuyla alkışlayanlar üzerinde etkili olmuş mudur acaba? Hiç sanmıyorum. Liberal fikirleriyle tanınan Sami Selçuk'un, yakın zamana kadar yaptığı hukuk ve demokrasi yorumlarıyla AKP'nin iktidara tırmanmasına dolaylı katkıda bulunmuş olduğu söylenebilir. O bile o derece rahatsız olmuş ki, sonuçta sorgulamanın yürütülme şeklini olabilecek en bilgece bir üslupla eleştirmek zorunda kaldı.
Askerler...
ARTIK emekli asker kavramı otomatikman 'Ergenekoncu' algılaması yaratmaya başladı. Daha doğrusu soruşturmanın yürütülme biçimine gece gündüz alkış tutan çevreler böyle bir algı yaratmak için canhıraş mücadele ediyorlar.
TSK vakarlı ama kızgınlığını açıkça belli eder bir şekilde davrandı. Ama anlayacakları zayıf bir ihtimaldir. Kendisini liberal diye adlandıran, Kıbrıs'tan Barzani'ye ve Ermeni meselesinden Ege konularına kadar zerre kadar bilmedikleri her meselede Türkiye'nin ve Türklerin haksız, adaletsiz, yanlış ve gayri ahlaki olduğunu söyleyen çevrelerin adeta ağzı kulaklarına varmış durumda, bu gözaltılarla birlikte. Her biri bu dalgaların devam etmesi gerektiğini söyleyip duruyorlar. Ama içlerinden hiç birisi hangi Avrupa ülkesinde bir soruşturmanın böyle yapılabileceğine dair ciddi bir örnek getiremiyorlar.
İddianame neden yazılmıyor?
BU soruşturmada ilk tutuklananların iddianamesi bir yılı aşkın bir süre sonra yazıldı ve şüpheliler sanık durumuna dönüştüler. Halen onların mahkemeleri sürüyor. Aynı örgütün üyesi olduğu iddia edilen bu insanların birçoğu birbirini ilk defa içerde tanıyor. Ve haklarındaki suçlamalara itiraz ediyorlar. Ama en azından onlarla ilgili bir iddianame var ortada.
Temmuz ayında tutuklanan veya tahliye edilse de yargılanmayı bekleyenlerin iddianamesi bile yok henüz. Altı ayı aşkın bir süredir içerdeler ve daha ne kadar sonra iddianamenin yazılacağı belli değil. Dahası, onlarla ilgili iddianame mevcut iddianameye ek mi olacak yoksa onlar ayrı bir iddianamenin muhatabı mı olacaklar? Bunların hepsi meşru sorular ve şu an itibariyle bilinmezler arasındalar.
Yandaş medya ağayı
Meselenİn yandaş medya ayağı ise tam bir demokrasi tahribatı. Kimlerin gözaltına alınacağı, içeri alınanların Emniyet'te ne dediği veya demediği çoğu zaman çarpıtılarak yandaş medyaya servis yapılıyor. Bu arada bir sevinç, bir sevinç, intikam naraları atılıyor ve bütün bunlara da demokrasi ve ifade özgürlüğü makyajı çekiliyor.
Cuma hutbeleri dahi Hazreti Peygamber'in, kızı Fatma bile yanlış yapsa adaletin tecelli etmesinden yana olacağına dair hadislerden hareketle İslam'da hak ve adalet üzerine ne varsa toplanıp söyleniyor. Ama AKP'nin neden dokunulmazlıkları kaldırmadığından veya AKP'ye kapatma davası açıldığında aynı hukuk ve yargı kurumları hakkında neden ağza alınmayacak her şeyin söylenip yazıldığından hiç kimse bahsetmiyor. Kısacası Türk demokrasisi bindirildi bir alamete ve gidiyor... Bakalım ne kadar daha tahrip edilecek? Üstelik de demokrasi ve özgürlükler diye diye... Aslında yaratılan korku ortamına bakınca darbe olmuş gibi bir hava var. Darbeyi önlemek adına darbe mi yaptılar, nedir?
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6679
Mustafa Aslan
"Sözün tamamı aptala söylenir..."
Daha dün; İki yanlıştan bir doğru çıkmaz diyerek endişelerimi belli etmiştim! Bu kadar çabuk şımaracaklarına, bu kadar çabuk dilden sonra toprak isteyebileceklerine ihtimâl vermemiştim!..
Artık ben de çaresizce Recep Tayyip Erdoğanı tebrik edeceğim! Bir insan, yanlışları doğru göstermekte, ancak bu kadar başarılı olabilir!
Anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olacaksın, Mecliste muhalefeti görmezden gelerek istediğin yasayı yarım saatte çıkaracaksın, Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı da dahil herkesi dinletebilecek-izletebilecek kadar kendi istihbarat ağını kurmuş olacaksın ve ülke Başbakanını tehdit eden, devletin araçlarını terörist leşlerini taşımakta kullanan, nerdeyse bağımsızlığını ilan etmiş bir belediye başkanını görevden alamayacak kadar insan hakları savunucusu olacaksın! Demokratlaşacaksın!..
AB dayatmalarıyla laçkalaştırılmış yasalarımızı, demokrat ve insan hakları maskesiyle kullanıp terörist örgüt baskılarıyla, bağımsız olarak seçim kazandıktan sonra Mecliste grup kuran teröristlerin siyasal temsilcileri, partileşecekler ve İmralıdan genel başkan atanacak; laçka yasalarımızı istedikleri gibi kullanan bu İmralı vekillerini yok sayacak, görmezden gelecek ama Diyarbakır Belediye Başkanını muhatap ve muhalif kabul edeceksin! Bu vicdanları rahatsız eden partililere; Erkekseniz parti olarak seçime girin! diye meydan okuyacaksın!..
Mecliste Kürtçe kitap dağıtılacak, müdahale etmeyeceksin! Kürtçe bayram tebriklerini görmezden geleceksin ve bütçeden; resmi dil olan Türkçeyi korumak ve kollamakla mükellef bir kuruluşumuzdan 24 saat Kürtçe yayın yapmaya karar vereceksin! Beceremediğin Kürtçe ile de, Hayırlı olsun demeye çalışırken Hayırsız olsun diyeceksin!
Ben de içim kan ağlayarak, yüreğim Türkçe isyân ederek, öfkemden tebrîk edeceğim!..
Kanı soğumamış şehitlerin âhı, tutar adamı. Tutmalı!.. On binlerce yürekleri yaralı, ağızları bedduâlı şehit ailesinin, âhı, tutar adamı. Tutmalı!..
Emânete böyle mi sahip çıkılır? Cumhuriyet, bölünmez bütünlük, ulus devlet, milletin bütünlüğü böyle mi muhafaza edilir?
Mecliste muhalefete, meydanlarda millete söylenmeyen anlaşmalar mı var? Kırmızı çizgilerimize son verilmesine, bu anlaşmalar yüzünden mi ses çıkaramıyoruz?
ABDnin PKKnın işine son verdiği bugünlerde, İsrailin Gazzeye ölüm olup yağması, tesâdüf müdür? Arabuluculuğa soyunup, bir vaiz gibi İsraile beddualar yağdırmanın mantığı ve caydırıcılığı var mıdır? Bu tavır diplomatlık mıdır? Gûya ateşkes sağlamak için, diğer BOP Eşbaşkanı Ürdünle görüşmenin, bir izâhı var mıdır? Son günlerde Filistine uygulanan soykırımla ilgili tavsiyede bulunan muhalefete; Bakkal yönetmiyoruz. Devlet yönetiyoruz! diye fırça atarken; İsrail basınından elçilerini geri çekmeye hazırlandıklarının duyurulması, aynen bizdeki gibi bir iç siyâset uygulaması mıdır? Arkasında bir şey var mıdır?
İsrail adlı terörist kuruluş, elçilerini çekmeye hazırlanırken, Mehmetçiği Birleşmiş Milletler adına Filistine iki ateş ortasına göndermeğe hazırlanmanın bir mantıklı açıklaması var mıdır?
Diyarbakırdan duyulan akortsuz, mide bulandıran sesler; Filistine yapılanları millete unutturmak için oluşturulan gündem midir? Filistinde uygulanan Haçlı-Siyonist ortaklığındaki soykırım; Türkiyenin de parçalanmasını öngören Büyük Ortadoğu Projesi uygulamasının bir adımı mıdır?
Bu kadar cevapsız sorunun olduğu, yöneticilerine bu kadar güvensiz bir toplumun olduğu memlekette huzurdan, istikrardan söz edilebilir mi? Daha söyleyeceklerim var ama; Sözün tamamı aptala söylenir! uygulamasından sayılabilir...
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6683
Arslan Bulut
Gladio ile nasıl mücadele edilir?
Bugün, Ergenekon operasyonunu Amerikan Gladiosu ile mücadele olarak gösterenlere inanmak mümkün değildir.
Gladio ile mücadele etmek için ciddi bir emperyalizm karşıtlığı ve milli devlet bilinci gerekir.
Bugün Türkiyede Ergenekon, Kuvayı Milliye, Müdafaai Hukuk gibi kavramlarla birlikte o kavramları savunan geniş kitlelere de çamur sıçratılırken, özünde milliyetçilik demek olan ulusalcılık suç olarak gösterilmekte ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ile de mücadele edilmektedir.
Bir taraftan Anayasanın değiştirilemez maddelerini değiştirmek isteyeceksiniz, ABDnin Büyük Orta Doğu Projesinin eşbaşkanı olacaksınız; diğer taraftan Amerikan çeteleri ile mücadele edeceksiniz! Buna kim inanır?
* * *
Biz Gladio konusunda 1997 yılında bir araştırma yaparak yayınlamıştık. Bu araştırmayı sonradan Yeniçağda da gündeme getirmiştik. Yine Sıvastaki Madımak katliamı konusunda önemli ipuçları bulmuş ve onları da kamuoyuna sunmuştuk. Ancak, yaptığımız yayınlardan dolayı olayların içindeki bir kişinin kişilik haklarını ihlal ettiğimiz iddiasıyla hakkımızda dava açıldı. Yerel mahkeme lehimize karar verdiği halde Yargıtay kararıyla yüksek bir tazminata mahkûm edildik. Tashihi karar talebimiz de reddedildi! Bu arada Gladionun kullandığı bir örgüt tarafından sürekli tehdit edildik.
Şimdi de iddia ediyorum; sadece Sıvastaki Madımak yangını aydınlatılırsa, Türkiyede devlet içinde örgütlenmiş Amerikan çetesi kabak gibi ortaya çıkar!
Biz bu konuya can damarından dokunduğumuz için epey sıkıntı çektik.
Yine Türkiyedeki gizli Ermeni lobisine şöyle bir değindik; en çok rahatsız olan, dönemin sözde İslamcı bir bakanı oldu ve maddi-manevi olarak mağdur edildik.
Bugün işkembeyi kübradan atıp tutmak çok kolay.
* * *
Biz o dönemde dedik ki, Türkiye, NATOya girdiği 1952 yılından beri, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş gibi koşturuyor. Bu koşturmaca sırasında iki askerî darbe ve bir askerî muhtıra gerçekleşti. Darbeler ve muhtırayı yapabilmek için bunlara birileri tarafından zemin hazırlanması, halkın birbirine düşürülmüş gösterilmesi, kan dökülmesi gerekiyordu. Ancak bu tür operasyonlar için profesyonel teröristler yetiştirilmesi şarttı. Terör örgütleri ve teröristler olmasa, darbelere zemin bulunamazdı.
Sovyet tehdidi ile daha doğrusu komünizm ideolojisi ile mücadele amacıyla, ABD tarafından kurulan Gladio, bilhassa Fransa ve Türkiyeyi istikrarsızlaştırmanın aracı haline getirildi.
Fransada 1968 olaylarını yönlendiren gençlik liderlerinin, Gladionun adamları olduğu anlaşıldı. Fransa önlem aldı ve olayları sona erdirdi. Türkiyede ise, sır perdesi ortadan kalkmadığı için olaylar sürdü gitti.
Türkiyenin milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak, 21inci yüzyılı Türk yüzyılı yapabilmesi için, ayağındaki prangalardan kurtulması gerekir. Bunların sağlanması için de gerçeklerin bütün açıklığı ile ortaya çıkması gerekir.
O dönemde Türkiyeyi yönetenler, Türk gençlerini birbirine düşüren Gladio oyunlarının utancını hiç yaşamadılar, ama tarih onları affetmeyecek.
Tarih, gerçekleri acımasızca ortaya koyacak ve utanç belgelerini ebediyen saklayacaktır. 1952den 1980e, 1980den bugüne kadar gelip geçen bütün devlet adamları, bir gün o doğal kayıtla yüzyüze gelecektir.
Cumhuriyet tarihinin en acı, en kanlı olaylarını yok sayarak unutturmak mümkün değil. Veya, o günkü iti ite kırdırma zihniyetini, bugün de devam ettirmek mümkün değil.
Fakat, hiç değilse bugünkü gençliğin, millî, dinî ve insanî idealleri, birbirine aykırı düşünmemesine, önyargıları kırarak, bu ideallerin bir bileşkesini çıkarabilmesine zemin hazırlamak mümkün.
Biz bu tavrı 1997 yılında göstermişiz.
Bugün işkembeyi kübradan atıp tutmak çok kolay!
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~`~~~~~~
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6685
Altemur Kilic
Büyük komplo
Ergenekon kapsamında ortaya o kadar çok yaban çiçekleri, dallar, budaklar ve zehirli bitkiler çıktı, -kasten- çıkarıldı ki, asıl büyük ormanı ve tabloyu göremez olduk. Bu tozdan dumandan ferman okunmuyor, gerçekler yalan rüzgârları karşısında ok meydanında buhurdan gibi kalıyor. Durum her gün biraz daha çetrefilleşiyor! Cümle bir az uzun kaçtı, ama bugünkü ahval ve şeraiti özetlemek istedim.
Ben şahsen kani oldum ki; Ergenekon davasının maksadı, gerçekten suçluları bulup cezalandırmak ve böylelikle, ülkeyi aydınlığa çıkarmak değil, büsbütün karanlıklara sokmak ve bu karanlıklardan, bazı iç ve dış güçlerin ve yalakalarının, amaçlarına göre, TC yerine yeni bır rejim çıkarmaktır! Zaten bazı aydınlar bunu açıkça söylüyor, yazıyorlar: Ali Bayramoğlu, sanki benim ne demek istediğimi, komployu özetlemiş! Der ki; Bu, Devlet devlete karşı, hukuk üzerinden büyük hesaplaşmadır... Meşru ve gayrimeşru iki devlet arasında, siyaset ve siyaset karşıtı güçler arasındaki büyük hesaplaşma, aynı zamanda ikincilere yönelik bir tasfiye hamlesidir. Ve ekliyor: Siyasetin iradesi, kurum olarak askerin (izin ya da tasfiye) mecburiyeti bu sürecin ilk önemli unsurudur...
Özeti: Ergenekon, daha doğrusu Ümraniye dalgaları tarihimizle hesaplaşma, Atatürkçüleri, Atatürkçülüğü, TCyi ve son kalesi orduyu tasfiye hareketidir... Ergenekon davasından sonra, Türkiyenin, artık eski Türkiye olmayacağını da açıkça yazıyorlar. Bu kaostan çıkarmak istedikleri, yeni 2. Cumhuriyet; gericilerin, BOPun, ABnin, liberallerin ortak cumhuriyeti mi olacak? Kozlarını sonra paylaşırlar! Yeter ki, TC, üniter ulus devlet yıkılsın, TSK etkisiz kılınmasın, gerisi kolay!
Başarıyorlar
Başarıyorlar da. Türkiye hiçbir zaman bu kadar tepeden tırnağa bölünmemiş ve zaafa uğratılmamıştı. Ergenekon operasyonu başlatanlar, sürdürenler ve destekleyenler, acaba bu davanın Türkiyeye, Türk milletine, ne kadar ölümcül zararlar verdiğini, düşmanlara yaradığını görmüyorlar mı? Yoksa umurlarında değil mi? Daha acısı, asıl maksatları da bu mu? Sonunda dava şu veya bu şekilde sona erse bile arkada bırakılanları temizlemeye, Herkülün gücü yetmeyecek!
Her milletin geçmişinde karanlık sayfalar, cinayetler, dolaplarında iskeletler vardır. Son yıllarda, yanlışlar vardır. Mesele bence yanlış bir virajda zamanın hükümetini deviren 27 Mayıs 1960 darbesi! Bana göre, sonraki bütün musibetler, hatta PKK, değerlerimizi altüst eden bu cadı kazanından çıktı! Şimdi, son dalgada, intikamını almak istedikleri, 28 Şubat Balans Ayarı yapılmasaydı, şimdi nerede olurduk?
Tarihin tasfiyesi o kadar kolay değil ve hele nalıncı keseri gibi tasfiye edilmesi, hem doğru değil, hem yeni musibetlere kapıyı açıyor!
Torba
Ergenekon Davası bir torba! İçine ne buldularsa, atıldı: Bu torbada muhtemelen terör ve suikast düşünmüş, hazırlıklarını da yapmış olanlar ve fakat kuvveden fiile çıkarmamış olanlar da vardır! Fakat onları, hatta mafyacıları, şerefli insanlarla, generallerle aynı torbaya koymak doğru mudur? İşte burada akla gelen soru şu: Bu başımıza geçirilmek istenen sözde Ergenekon torbası-çuvalı, neden ve kimler tarafından imal edildi? İtiraf ediyorlar; geçmişi, güçlüleri, rejimi tasfiye etmek için! Ve geliyoruz oyunun bamteline: Türk ordusundan kurtulmak için! Bunun da evrensel hukuk ve adalet normlarına uymadığı ve hatta Kopenhag Kriterlerine uymadığı aşikâr. O zaman, AB ve yalakaları neden bu davayı, bu kadar desteklerler? Oyun aşikâr değil mi?
Özetleyeyim: Ülkemiz bir Tler zincirinde sürükleniyor. Halkalar; tasfiye, bazılarına malum kaynaklardan tediyat ve de teslimat, tarihle hesaplaşmak, Taraf tezviratı ve sonunda da Türkiye Cumhuriyetinin Tsini tasfiye etmek! Bunlar karşısında yapılması gereken tedip ve tenkil ! Bıçak kemiğe dayanmıştır! Bu saldırılar karşısında artık savunma yerine karşı taarruza geçmek zamanı gelmiş ve geçmektedir! Genelkurmay Başkanı Orgeneral İIker Başbuğ, güç durumda değil, en haklı ve güçlü durumundadır!
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/a_hab ... ityaz=6680
Sebahattin Onkibar
Ergenekon'daki son dalganın arka yakası...
Ergenekon operasyonları sadece psikolojik hareket değil aynı zamanda örtü ya da gündem saptırma görevini de görmeye başladı.
Ne zaman AKPyi zora sokacak bir şey olsa hemen bir Ergenekon operasyonu yapılıyor ve gündem altüst ediliyor.
Hatırlayın geçmişte yapılan pek çok operasyon da ilginç süreçlerde gerçekleştirilmişti.
Gelin bugün son operasyonla nelerin örtülmek istendiğini sorgulayalım:
1) Ergenekonun son dalga operasyonu öncesinde Türk kamuoyu İsrailin Gazzeye yaptığı katliama endekslenmişti. Neredeyse bütün Türkiye İsraildeki vahşeti sorgular ve tepki koyar hale gelmişti. Tayyip Erdoğanın başlangıçta hamasetle siyasi faydaya dönüştürmek istediği hadise somut tutum alma noktasına gelince hesaplar bozuldu, çünkü Erdoğanın İsraile karşı değil tavır alma, Parlamentomuz tarafından kınanmasına izin verme niyeti bile yoktu. Bakıldı ki iş istismar sınırlarını aşıp ciddi bir hal alıyor, bir imdat aranır noktaya gelindi. Derken birden ilahi bir tesadüf (!) herhalde Ergenekon dalgalarının yenisine şahit olundu ve Filistin gündemi tepetaklak oldu.
2) Son dalga öncesinde Gazzedeki katliam sebebiyle Türkiyede müthiş bir İsrail ve ABD karşıtlığı uç verdi. Toplum koro halinde İsrail ile ABDye karşı tempo tutup bu iki emperyalist merkeze karşı bilenirken aaa o da ne; Ergenekonda büyük bir dalga daha!.. Tesadüfe bakar mısınız?
3) Ekonomik krizin binleri, on binleri ve yüz binleri işsiz bırakıp sorun sosyal bir buhrana dönüşürken toplum zihninin aylardır bir soruşturma çerçevesinde sansasyonel bir şekilde meşgul edilmesi pek çok çevrede Ergenekon konusunun örtü ya da gündem saptırması olarak kullanıldığı yorumlarının yapılmasına sebep oluyor. Son dalgaya start verildiği gün Türkiyenin en büyük sanayi kuruluşu TOFAŞın bile yüzlerce işçiyi çıkarmak zorunda kalması ve sanayi üretiminin yıllardır ilk kez yüzde 14 civarında gerilemesi, yapılan operasyonun zamanlaması bağlamında var olan kuşkuları derinleştiriyor.
4) Son dalganın yine bazı belediyelerle ilgili iddiaların ayyuka çıktığı günlere denk gelmesi de pek çok çevrede manidar bulunmuş ve iddialara örtü yorumuna sebep olmuştur.
5) Bir başka boyut TSKya karşı, yani onu yıpratmak amacıyla sistematik olarak yürütülen psikolojik harekâtın soğumaması için bu operasyonların belli bir zaman aralığıyla sürdürüldüğü iddiasıdır.
6) Hülasa Ergenekonun son dalgası için oluşan ortak kanaat, operasyonun hem gündem saptırması hem de sis bombası hüviyetli olduğu ve zihinlere kuşku düşürmeyi amaçladığıdır.
Öyle uzun boylu allame olmaya gerek yoktur. Biraz muhakeme kabiliyeti olan biri, Ergenekonun neye alet edildiğini ve kime hizmet ettiğini rahatlıkla çözebilir.
Ergenekonda amaç üzüm yemek olsaydı, bu konu bu denli politize edilmez ve sonuca gidilirdi. Oysa hakim kanaat, Ergenekonun, üzüm yemekten ziyade bağcı, yani AKP muhaliflerini dövmek için kullanıldığıdır.
İNKITA...
Yine Tayyip beye koşsana Nuray hanım!
Nuray Başaranın Star TVdeki torpilli temsilcilik dönemi nihayet kapandı. Başaranın o göreve gelmek için dönemin İçişleri Bakanı Aksudan, Aydın Doğana çok yakın olan Hüsamettin Özkana kadar pek çok ismi devreye soktuğunu Ankarada pek çok kişi biliyor. Nuray hanım bu aracı bulma işlerini iyi beceriyor. Geçmişteki Akşam Gazetesi Temsilciliğine de Hüsamettin Özkan sayesinde erişmişti. Sırası gelmişken Nuray Başarana seslenmek isterim. Nuray hanım sahi Star TVden kovulurken daha önce yaptığın gibi Tayyip beye niye koşmadın ve himmet istemedin? Nuray hanım böyle bir şeyi ne zaman mı yaptı?.. Bizim Akşam gazetesinin patronajı ile Ankara Temsilcisi olarak anlaştığımız gün... Nuray hanım bizim olayı duyar duymaz kendini Tayyip beyin yakın çevresine atıyor ve şunları söylüyor: Başbakanımızın azgın muhalifi Sabahattin Önkibar, Akşama Ankara Temsilcisi oldu. Ne olur engelleyin!.. Konu Başbakana aktarılıyor ve o gün kalemimiz kırılıyor, yani bizim Akşama gidişimize engel olunuyor... Bu olayın Mehmet Emin Karamehmet bağlamında, yani çok yakın iki şahidi var. Biri eski Sanayi Bakanı Ali Coşkun, diğeri de AKPde halen politika yapan (ki gerekirse açıklarım) kamuoyunun yakından tanıdığı ünlü politikacıdır. Ehh Nuray hanım ilahi adalet tecelli etti ve ayak oyunları ile sürdürdüğün sözde gazeteciliğin inkıtaya uğradı işte! Söyleyecek çok söz var da dengim değilsin!
BEKLİYORUZ...
Akif Beki, Guam için niçin susuyor?
Erhan Gökselin iddiası yenilir yutulur değildir ve dahası Göksel bu iddiayı Flash TVde aylar öncesinde dillendirmiştir. Tekrar edelim Erhan bey, Akif Bekinin CIAnın eğitim ve harekât merkezinin bulunduğu okyanusun ucundaki Guam Adasına gittiğini ve pasaportunda böyle bir mührün bulunduğunu söylüyor. Normal şartlarda yapılması gereken, bu esrarengiz gezinin olup olmadığı noktasında açıklamanın yapılması ve yapıldıysa da gerekçesinin sunulması, yani o adaya neden gidildiğinin ikna edici biçimde açıklanmasıdır. Aylar geçti Akif Beki bunu yapmadı. Belki unuttu ve atladı diye düşünerek iki gün önce biz de yazdık, yine susuyor. Sorarım size, Akif Beki o zaman ortaya atılan iddia ve imaları kabullenmiş mi oluyor? Akif Bekiden hem de derhal açıklama bekliyoruz. Sütunumuz kendilerine açıktır. Bu konuyu susarak geçiştireceğine inanıyorsa yanılıyor.
HAYRET...
Evinde kroki saklayan istihbaratçı polis olur mu?
Ben bu işten bir şey anlamadım. Anlayan varsa beri gelsin. Emniyet Genel Müdürlüğünde özel harekâtın başında görev yapmış ve Susurluk olayında yargılanıp hedef olmuş bir isim nasıl oluyor da evinde gizli silah deposunun krokisini bulunduruyor? Bir insanın böyle bir şeyi yapması için ya salak ya da gizli amaçlı olması lazım ki İbrahim bey hiç biri değildir diye düşünüyoruz. Kuvvet komutanlarının bile evinin arandığı bir iklimde Susurluk sorumlusu gösterilen biri nasıl olur da evinde silah deposu krokisini saklar? Böyle bir kroki var idiyse İbrahim Şahin saklayacak başka yer mi bulamadı? Belli ki işin içinde başka işler var!..