Dış Kapının Mandelası

Dış Kapının Mandelası

İletigönderen Selçuk Tınaz » Pzr Mar 17, 2013 19:53

Daha önce de buna benzer bir yazı yazmıştım. Bir takım oyunlar, bazı karanlık kişiler tarafından, herkese yutturuluncaya kadar defalarca gündeme getirildiğine göre, paçalarını kapınca yakalarını bırakmamak lâzım.

Devletimizin ve Milletimizin kaderi belirlenirken, ciddi oturup ciddi konuşalım diyoruz, izin vermiyorlar. Hepimizi her söylenene aldanacak kadar aptal zanneden, çok lâubali insanlar var karşımızda. Bu durumda onlarla alay etmek şart oluyor.

Yeni Türkiye'nin İmralı'daki 'Kurucu Meclis Başkanı' ve PKK denilen sevgi, barış ve kardeşlik birliğinin tatile çıkmış patronu olan, bebekleri çok seven barış tanrısı Apolo'yu Türkiye'ye ve dünyaya pazarlamak isteyenler, ne yapacaklarını şaşırmış vaziyetteler.

Gerçi, adamın bebeksever kimliğini gizleyebilmek için makyaj yapmak gerektiğini biliyorlar ama, hangi renge boyayacaklarını bir türlü bulamadılar.

'Cesur Yürek Mavisi' yine tutmayınca, belki bu sefer tutar diye 'Mandela Siyahı'nı bir kere daha denemeye karar verdikleri, aşırı saygın Batı basınında çıkan çok ciddi yazılardan anlaşılıyor.

Bence, 'Avatar Mavisi'ni şimdiden hazırlasınlar çünkü, eğer sabıka dosyasının üzerine dökülmezse, 'Mandela Siyahı' bizim katilin suratında astar boyası bile olamayacak galiba.

Büyük Ortadoğu Projesi'nde boyacılık yapan Kürt ırkçılarını, Güney Afrika'da kötü bir sürpriz bekliyor. Oradaki hikayenin Öcalan ile Mandela'yı çiftleştirmeyi düşünenleri pişman edecek bir özelliği var. Doğacak çocuğu beğeneceklerini hiç zannetmiyorum ;

Türkiye'de devletin sahip olduğu ilkelerin aynısını, Mandela'nın 1944 yılında katıldığı ANC (Afrika Ulusal Kongresi) kendi ülkesi için istiyor. Buna karşılık ırkçı beyaz yönetimin savunduğu görüşler ise, PKK'nın ve BDP'nin Türkiye'deki talepleriyle bire bir örtüşüyor.

Irkçı beyaz yönetimin, halkı farklı ırk ve etnik yapılarına göre ayrıştıran, bölen ve birbirlerinin aleyhine kışkırtan politikalarına karşı, ANC'nin ortak talepler etrafında halkın birlikteliğinden yana olduğu görülüyor.

ANC, üniter yapıda ve ırkçı olmayan temelde 'bir kişi bir oy' ve 'genel oy üstünlüğü ile yönetim' ilkelerini savunurken, beyazların ırkçı Ulusal Parti'si, toplumda var olan etnik veya ırksal grup gerçekliğine bağlı kalınmasını istiyor ve ANC'nin önerdiği genel oy temelindeki üniter devlet yaklaşımına karşı çıkıyor.

Irkçı beyazlar, yürütme yetkisinin oyların %5'inden fazlasını alan siyasi partiler arasında paylaşılmasını, ülkenin federasyona bölünmesini, azınlık partilerine veto yetkisinin verilmesini, hükumet yapılarında etnik grupların belli oranda sandalye sahibi olmasını savunuyor.

Mandela bunu "Ulusal Parti'nin yapmaya çalıştığı şey, bizim rızamızla beyazların üstünlüğünü devam ettirmektir" diye yorumluyor (Yani, Güneydoğu'da ellerinde bulundurdukları feodal yapıyı, anayasa güvencesi altına sokmaya çalışan BDP'li feodallerin, Türkiye'de yapmaya çalıştıkları gibi).

Irkçı beyaz rejimin ANC ile görüşmesi, siyasi bir tercih değil. Ekonomik kriz, prestij kaybı ve %40'a ulaşan işsizlik oranı, siyasi, ekonomik ve sosyal bir zorunluluk oluşturuyor (Bizdeki "dini mezhepçi - etnik ırkçı" koalisyonu da, siyasi bir tercih değil. Amerikan BOP'u için bir lâzımlık).

Irkçı beyaz yönetim, (aynı AKP-BDP-PKK koalisyonunun Türkiye'de uzun bir süredir yaptığı şekilde) müzakereleri kontrol etmek, görüşmelerde ANC'nin ve halkın karşı çıkışlarını azaltmak için, daha önce de sık sık kullandığı çatışma ortamı yaratılması, şiddetin ve siyasi gerginliğin toplumsal baskı ve şantaj aracı olarak kullanılması gibi taktikleri, bu dönemde de uyguluyor.

Bağımsız bir Zulu devletini savunan ve 1986 yılından beri ANC ile çatışan İnkatha topluluğunun saldırılarıyla, müzakerelerin başladığı 1990 yılından 1993'e kadar öldürülenlerin sayısı 7000'i geçiyor.

ABD, AB, AKP ve BDP'den oluşan şer ekseninin PKK ile ilişkisine benzer bir biçimde, ırkçı beyaz yönetim ile Zulu partisi İnkatha arasında gizli bir anlaşma olduğu ve ANC'ye karşı mücadele etmeleri için kamu fonlarından para aktarıldığı ortaya çıkıyor (PKK da, Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı mücadele etsin diye, Batılı gizli servisler tarafından uyuşturucu parası ile fonlanıyor).

Büyük fedakârlıklar yaparak, çok sayıda can ve mal kaybederek, büyük acılarla ulusal kurtuluş savaşı verenler, zaferden sonra halk ve ülke için ekonomik, sosyal ve siyasi politikalar izlemezlerse, gene sömürgecilerin eline düşüyorlar.

Biz bu şartı Atatürk sayesinde yerine getirdik ama, 1938'den sonra ne yazık ki başlayan İkinci Cumhuriyet, başarıyı devam ettiremedi ve çalkantılı bir dönemden sonra 1980 askeri darbesi, Özal yönetimi, Kemâl Derviş finans darbesi ve nihayet AKP sivil darbesi ile sömürgeciliğin pençeleri te-etimize geçti.

Zavallı Güney Afrikalılar ise, bizim gibi gururla anacakları onurlu bir dönem geçiremeden bütün tuzaklara düştüler çünkü, onların zaferi, sosyalist ideolojinin çöktüğü ve emperyalist sistemin, yeni liberal politikalarıyla dünyaya egemen olduğu bir zamana rastladı.

Dünya ve bölge ölçeğinde dış ve iç desteğe ulaşabilmek için, emperyalist kapitalist sistemden onay alınması gerekiyordu. Bu yüzden, halkın tüm alanlarda kendi ihtiyaçları doğrultusunda egemenlik haklarını kullanması, yabancı güçlerin sömürüsüne son verilmesi, yerli işbirlikçilerin haksızlıkla elde ettikleri zenginliklerin kamulaştırılması, madenlerin millileştirilmesi, toprak reformu gibi ulusal ekonomik ve sosyal hedeflerden vazgeçmek zorunda kaldılar.

Bu dönemde hızla Akepeleşen ve ırkçı rejim zamanında uygulanan serbest piyasa politikalarını sürdüren ANC, ırkçı beyaz yönetimin hükumetleri tarafından cesaret edilemeyen serbest piyasa adımlarını atmaya başladı.

Uluslararası mali kuruluşlarla birlikte hazırlanan yeni ekonomik program ile büyük sermaye çevrelerinin çıkarlarını kollayan, kamu kuruluşlarını özelleştiren, kamu harcamalarını kısan, ulusal parayı korumaktan kaçınan, gümrükleri indiren bir çok ekonomik karar alındı.

Bütün dikkatini, siyasi iktidarın kendisine devredilmesi üzerine yoğunlaştıran halk (Bizimki de "barış" hipnozu altında, terörün bitmesine odaklandırıldı), müzakereleri çok ateşli geçen siyasi konuların gölgesinde kalan ekonomik konularla ilgili anlaşmalarda, kapitalist sömürüyü sınırlandıran tüm vaatlerin terk edildiğini iş işten geçtikten sonra fark etti ve var olan ekonomik yapıyı koruyarak (Feodal BDP'nin Güneydoğu'da yapmak istediği gibi) sömürü sistemini aynen sürdüren, ülkeyi ırk ayrımına dayalı rejimden sosyal ayrıma dayalı rejime geçiren bu değişikliği, "boynumuzdaki zinciri alıp, ayak bileklerimize taktılar" cümlesiyle tanımladı.

(Türkiye'deki rejim değişikliği, liyakat sistemini akıllardan silmek ve aidiyet sistemini iyice yerleştirmek için, kimlik tanıma yutturmacası ile vatandaşları eşitlikten ayrımcılığa geçirecek, kimlik kontenjanlarına dayalı yeni bir anayasa yazmakla sağlanıyor).

Tabii Güney Afrika'daki bu gelişmelerden sonra, küresel haydutların elindeki Batı basınında Mandela bir kahraman yapıldı ve kendisine Nobel Barış Ödülü verildi.

'No - Bel' ödülünü böyle olaylar nedeniyle vermek için, daima, bel kemiği alınan omurgasızların seçildiği anlaşıldığından beri, bu iş düzgün insanların kâbusu hâline geldi. Dürüst ve namuslu kişiler, kendilerine yanlışlıkla veya kasıtlı olarak Nobel verilmesinin korkusunu her sene yaşıyorlar.

Kader, hiç kimseyi Batı'dan ödül alacak bir duruma düşürmesin.

Selçuk Tınaz
Kullanıcı küçük betizi
Selçuk Tınaz
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 101
Kayıt: Prş Oca 12, 2012 16:16

Şu dizine dön: Selçuk TINAZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x