
Bunu okuyanların yüzünde şu an bir tebessüm oluştuğunu hissedebiliyorum. Kitle iletişim araçlarının, kitle imha silahlarından daha tehlikeli olduğunu bildiğimiz için bu gülümseme, acı bir tebessüme dönüşüyor…
“Yine mi?” diyeceksiniz, “yeter artık!” diyeceksiniz ama “susan dilsiz şeytan” olmanın vicdan azabını kaldıramayacağım için tanıdık bir konudan bahsedeyim yine… Evet, “dizi”ler… Çünkü dizilerin kitleleri etkileme gücü alabildiğine yüksektir. Özellikle de dizi kahramanı ölünce, dört bir yanında sela verilen bir ülkede bu etki tartışılmaz hale geliyor. Gıyabında cenaze namazına durulan oyuncunun, tam o esnada, güneyde bir yat içinde sevgilisiyle içkilerini yudumladığını bilmemize rağmen bu kadar bağımlı hale gelmemizin mutlaka psikologlarca ve sosyologlarca açıklaması mevcuttur.
Bu bağımlılığın en büyük nedenlerinden biri de bir sonra ki bölümde ne olacağı sorusudur. Bu şekliyle insanımızda ve özellikle de gençlerimizde bilgi birikimi ve kültürü arttırıcı bir misyona sahip olabilecek dizilerimizin, buna pek yanaşmadığı da malum… Aksine toplumun çekirdeği olan aileyi, nasıl daha küçük parçalara ayırırım, gençleri nasıl daha fazla özenti içerisine sokabilirim düşüncesi her dizinin görünmeyen politikası halini almış vaziyette…
Aile kurumunu ve kültürü temelinden sarsan, değerlerimizi ayaklar altına alan bu dizilerin son yıllarda patlama yapması, üzerimizde oynanan oyunların içeriği hakkında bize bilgi vermektedir aslında ama tabii ki görebilenlere… Televizyonlarda, daha biri bitmeden diğeri başlayan, yapımcıların yarış haline getirdiği dizi furyası, kanalların izlenme oranları açısından en büyük silahı konumunda. Bu nokta da yalnızca görünen sebep olarak bunu alabileceğimiz gibi, madalyonun diğer tarafına baktığımızda çok daha sinsi oyunları görmemiz mümkündür.
Adına “aile dizisi” denilen, programdan önce çıkan işaretlerle herkesin ailecek izleyebileceği mesajı verilen dizilerin, aslında Türk aile yapısıyla uyuşmadığını görüyoruz. Zamanında edebi eser taşıyan, birkaç yüz sayfalık romanlar, değiştirilip, günümüze uyarlanıp öyle bir hale geliyor ki yazarı görse utanır kendisinden ve böyle bir şeye ön ayak olmasından… Yüz sayfalık romanın yıllar sürmesi ise ayrı bir komedi…
Eğer dizilerde yaşanan, gayrimeşru ilişki ve çocuklar, yapılan zinalar, gayriahlâkî olaylar, genç kızların erkek arkadaşlarıyla yaşadıkları ve ailelerinin bunu sevecen bir şekilde kabullenmesi toplumumuzca kabullenilmiş diyorsanız ve olması gerekenler zaten bunlar düşüncesindeyseniz zaten fazla söze gerek yok.
Özellikle çocuklarımız, çeşitli dizilerle, hayal dünyasını ve gerçek dünyayı ayırt edemez duruma getirilmektedir. O büyülü dünyalara kendisini kaptıran çocuklar gerçek hayatın hiçte o renkli ekranlarda ki gibi olmadığı gerçeğini kavrayınca kişilik bozuklukları yaşıyorlar. Kolayca, “egemen güçler”in istediği şekilde özendirilen çocuklar, daha ilkokuldayken kız-erkek arkadaş ilişkilerini masumane bir şeymiş gibi algılayabiliyorlar…
Ömer YILDIZ ( Yazıları Facebook’tan takip etmek için : http://www.facebook.com/mryldz46 )
Mail adresi: mr_yldz@hotmail.com