Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

İletigönderen Türk-Kan » Cum Eki 23, 2009 1:29

Bunun yerine kan mı dökülsün? (Ya davul zurna, ya kan yani)

Bazı çevreler, son günlerde yaşananları büyük bir felaket, PKK’nın ülkeyi teslim alması gibi görüyor. Ben ise, aynı sahneleri PKK’nın kendi toplumu karşısında prestijini fazla kaybetmeden teslim olma sürecini başlattığı şeklinde yorumluyorum. Bir süre için aşırılıkları bıraksak, çok daha kolay düzlüğe çıkabileceğiz.

Son günlerde yaşananlar bazı çevreleri çok rahatsız ediyor.

Türkiye’nin felakete doğru yol aldığını, PKK’nın ülkeyi teslim aldığını, zafer gösterileri yaptıklarını ileri süren bir kesim var.

TV’lerdeki görüntüler bu şekilde yorumlanabilir... Ancak bu yorum şekli hem çok haksızlık, hem de kendi kendimize eziyet etmektir.

Sadece bir an için düşünelim:

TV’lerde izlediğimiz görüntüler yerine, yeni terör olaylarını mı görsek daha iyi olurdu? Fidan gibi gençlerin cenazelerini, içi yanan feryad eden annelerin ağıt yakışlarını mı izleseydik?

Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, PKK bu ülkeyi teslim alamadı ve bundan sonra da hiç teslim alamaz.

Zaten dağdan inenler Ankara’nın “suça karışmadıysanız serbest kalırsınız” güvencesiyle teslim oldular. Yani devlet kucak açmasa gelemeyeceklerdi.

İlk adımların atılması sırasında dahi, açılımın Kürt Sorununu çözmeye yetmeyeceği, Kürt Sorununu çözmenin çok uzun yıllar alacağı zaten görülüyor. Geçen yıldan bu yana, başta Cumhurbaşkanı Gül olmak üzere, Başbakan ve ekibinin hedefi PKK’yı dağdan indirmekti.

İç ve dış koşullar öylesine olgunlaşmış ve bu durum örgütün konumunu öylesine zayıflatmıştı ki, Ankara’daki Asker-Sivil kesim düğmeye bastı.

Bir yanda Washington’un Irak stratejisinin Türkiye lehine oluşması, öte yanda Erbil ve Bağdat’ın PKK konusundaki tutumlarını değiştirmeleri, Ankara’nın önünü açtı.

Böyle bir ortamda, Erdoğan kolları sıvadı.

PKK’MI KÜRT SORUNUNDAN, YOKSA KÜRT SORUNU MU PKK’DAN ÇIKIYOR...

Bütün bunları hesaplamak ve planlamak kolay da, uygulamak hiçte kolay değil. Zira, her iki sorun (Kürt sorunu ve PKK) birbirinin içine öylesine girmiş durumda ki net bir ayırım yapabilmek imkansız.

PKK’nın öncelikli isteklerinin başında, Öcalan ve üst kadroların serbest kalması, dağ kadrolarının da hapis yerine evlerine dönmesi geliyor. İlk gelenlere uygulanan muamele arkadakilerin de aynı şekilde karşılanacağı umudu doğurdu. Ancak, bir de olaya katılmış, insan öldürmüş veya yaralamış olanlar var ki, onların affedilmesi henüz çok uzak bir olasılık gibi görünüyor.

İkinci sırada da siyasi istekler var. Bunları zaten biliyoruz. DTP, defalarca açıkladı. Kürt kimliğini güvenceye almaktan, ana dilde eğitim ve kürt kökenli vatandaşların yoğun yaşadıkları bölgelerdeki yerel yönetimlere Ankara’nın değil, seçilmişlerin hakim olmalarının sağlanması...

Kürt cephesindeki bu iki öncelik arasında önemli bir bağ var. Ancak henüz tam anlamıyla anlaşılmayan, bu ikisinin arasında ki görünmez bağın koparılıp koparılmayacağı.

Şimdilik, PKK ile DTP sıkı paslaşıyor ve hedeflerinden ödün vermek istemiyorlar.

Ankara ise, önceliği PKK’ya vermiş durumda. Tüm hazırlıklar, dolaylı mesajlaşma ve pazarlıklar, PKK’nın Kandil’den indirilmesine yönelik.

ANKARA, ÖNCE PKK DİYOR...

Bu pazarlıkların içeriğini çok az kişi biliyor.

Bağdat-Erbil ve Washington ile yapılan konuşmalar, işte bu açıdan son derece önemli. Zira, PKK’yı ikna etmenin yolu sadece Washington ve Brüksel’den geçmiyor. PKK’yı dağdan indirmeye ikna edecek asıl güç, Barzani ve Talabani’nin birlikte hareket etmeleri ve ağırlıklarını koymaları gerekiyor. Ancak, bu ikili de Türkiye’nin Kürt sorununda da bazı adımlar atmasını istiyorlar.

İşte ipler bu noktada geriliyor.

Ankara, fazla ileri gitmek istemiyor.

Kürtler ise, Ankara’yı mümkün olduğu kadar ileri bir noktaya çekmeye çalışıyorlar.

Bu bir satranç oyunu.

Kim daha iyi oynarsa, o kazanacak.

Bugünkü konjonktür, Ankara’dan yana.

PKK ise güç kaybediyor. Buna rağmen, yine de Güneydoğu’da son derece yaygın bir kitleye hükmedebiliyor. Geçtiğimiz günlerde gördüğümüz gibi, istediği anda kalabalıkları hareketlendirip, insanları sokağa dökebiliyor.

Erdoğan da, çeşitli adımlarla, bölgede PKK’ya kalben katılmamış olanları yanına çekmeye çalışıyor.

Bu karşılıklı oyunun ne zaman biteceğini kimse bilemez.

PKK direnecek, güç gösterilerine girecek, Ankara da karşı ataklara geçip, son darbeyi vurmaya çalışacak.

Ne yazık ki, muhalefet sırf oy kaygısıyla Ankara’ya gereken desteği vermiyor.

Hadi destekten vazgeçtik, hiç değilse köstek olmasalar. Zira, terörden arınmış bir Türkiye onların torunlarına da kalacak... İster Erdoğan, ister Baykal veya Bahçeli çözmüş olsun... Yeter ki, terör bitsin...

* * *
YETER ARTIK, DTP BU SESİ DUYMALI

34 PKK’lı dağdan indiği gün, genel bir memnuniyet vardı. İnsanlar gelişmeleri umutlu bir bekleyişle izliyorlardı.

Ertesi gün, yaşananlar bir PKK show’a dönüştü. Aslında bu olay, PKK’nın teslim olmasıydı. Ancak, son derece ilginç bir senaryo ile adeta bir zafer gösterisine dönüştürüldü. İlk tepkiler de başladı. Ancak, show bitmedi.

Diyarbakır mitingi geldi ve Ankara’ya yürüyüş çağrıları başladı.

Yaşananları, 1991’deki DEP’lilerin ilk meclise girişleri sırasında Kürtçe yemin ederek gösterdikleri aculluğa benzettim. Nitekim onlar da, o olayın üzerinden zaman geçtikten sonra “Çok gereksiz bir acelecilik gösterdik. Türk toplumunu kışkırttık” demişlerdi.

Eğer bu gösteriler abartılı şekilde sürdürülürse, korkarım bu defa da sert tepkiler yaşayabiliriz. Ancak şimdi Devlet’ten değil, kışkırtıcılığa ve bu süreci durdurmaya hazır o kadar çok kişi var ki, şu veya bu gruptan bir saldırı gelebilir.

İşte bu çerçevede Ahmet Türk’ün, dün gece Kanal D’ye verdiği demeç ilk olumlu sinyal gibi geldi. Bakalım, Türk yaklaşımını partiye kabul ettirebilecek mi?


Mehmet Ali BİRAND, 23 Ekim 2009




Kör olmayın; “Gösteriler”e iyi gözle bakın...

“Bu kadarı da olmaz!”

Ne olmaz?


Habur’dan Türkiye’ye giren ve serbest bırakılan 34 “PKK’lı” için Silopi’den Diyarbakır’a giden yolda Cizre’de, Nusaybin’de, Kızıltepe’de ve son durak Diyarbakır’da ve ülkenin çeşitli köşelerinde havai fişekler de atarak yapılan sevinç gösterileri.

Niye olmaz?

Çünkü bunlar nereden baksanız “PKK’lı teröristler”, dolayısıyla bunlara böylesine aşırı, taşkın sevinç gösterileriyle “Kahramanların Dönüşü” muamelesi yapılırsa, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan “Türkler”in tepkisine yol açılır, “Demokratik Açılım” süreci tehlikeye düşer. “Ateşle oynuyorlar”.

Kim? Kimi sorumlu tutmalıyız bu “densizlik”ten?

Adres belli, Kürt sorununa ilişkin erişilebilir “günah keçisi” arandığında, fazla arama gerektirmeden “elimizin kolaylıkla erişebileceği” adres, DTP.

Yani, DTP ayağını denk almalıdır. Bu kadarı da olmaz. Yanlış yapıyorlar.

Toplumun bir bölümünde esmeye başlayan havayı göz önüne alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de “bir şeyler” demeyi gerekli görmüş ki, dün şu “uyarı” ve “tepki”yi dile getirdi:

    “... Görüntüler hoş görüntüler değil. Açık söyleyeyim; ben de bunları tasvip etmiyorum. Bunlar provokatif görüntülerdir. Bir tarafta huzur olsun, bir sürü kanlı işler bitsin diye uğraşılırken, bu acılar bitsin ve Türkiye bütün enerjisini ülkesinin kalkınmasına, bölgeleri arasındaki gelir dağılımındaki dengesizilikler gitsin ve enerjisini tüm bunlara harcasın diye uğraşırken ve iyi niyetini gösterirken, sanki bunlar kesilsin dercesine bir davranış içerisinde bulunmayı yakıştıramıyorum. Bu tip gösteriler, bu tip işin ölçüsünü kaçırıcı davranışlarda bulunmayı tasvip etmem mümkün değildir. Bunun altını açıkça çiziyorum ve bu bakımdan da herkesin şöyle bir kendine gelmesini ve yapılan bu büyük işler karşısında ölçüsüz davranışlardan kaçınmasını da buradan açıkça tavsiye ediyorum.”

Bu sözler “Açılım”ın başını çekenlerin başında gelen Cumhurbaşkanı’ndan geldiği için önemle not edelim.

Ancak, bu “gösteriler”i de anlamaya çalışalım ve “basiretimizi” de kaybetmiyelim.

*** *** ***
Bu ülkede Kürt sorununa ilişkin “sorunlar”ın başında işin “psikolojik boyutu” geliyor ve ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan, benim de bir parçası olduğum “Türkler”, ne yazık ki, Kürt vatandaşlarımızın “duygu iklimi”ni iyi anlayamıyor ve değerlendiremiyorlar.

Bunca yıl ülkemizin “Kürtleri”ne karşı sürdürülen amansız asimilasyonist, kimliklerini “inkar politikası”, ülkemizin o bölgelerinde sönen ocaklar, kayıplar, yüzlerce yıl yaşadıkları topraklardan sökülenler, topraklarını terketmek zorunda kalanlar, “faili meçhuller”, her gün her saat tanık oldukları aşağılanmalar... Bütün bunların yüzbinlerce, milyonlarca insanın “ruhi iklimi”nde yarattığı ağır travmalar, kopuş duygusu...

Bunları anlamadan, en önemlisi “beyine başvurma”dan önce “vicdanlar”ı harekete geçirmeden, Kürtleri bilmek ve anlamak mümkün değildir ve bu nedenle çok kişiyi allak bullak eden ve hatta “gazap” duyulan şu 34 kişiye yönelik “sevinç gösterileri”ni kavramak da imkansızdır.

Onyıllardır ve özellikle son 10-15 yıl içinde Kürtlerin başına gelenlere–insan ve toplum bazında- karşı gerekli duyarlılığı harekete geçirmediyseniz, bu “gösteriler”e karşı “öfke duyma hakkı”nı da kaybedersiniz ya da kullanamazsınız.

Kendi payıma söz konusu “gösteriler” beni hiç şaşırtmadı ve bunları “yakın çevrem”den çok farklı okudum. Özellikle son ayların önemli bölümünü “bölge”de her an “sıradan insanlar”la birlikte geçirdiğim için.

Televizyon ekranlarından tüm Türkiye’ye (ve dünyaya) yansıyan “görüntüler”, çoklarının Ankara’da sandıklarının tam tersine, Türkiye Kürtlerinin “silahlara veda” kutlamalarından başka bir şey değil.

Güneydoğu’da hiç kimseyi gecenin bir saatinde onbinler halinde evlerinden, köylerinden ve mezralarından böyle çılgınca bir kutlamaya, “savaş bitti” duygusu taşımadan hiç kimse çıkartamazdı.

Olan-biten Türkiye halkının bir bölümünün, ama önemli bir bölümünün, bu ülkede yaşayan herkesten daha fazla duyduğu “barış ve huzur özlemi”nin gerçekleşmekte olduğuna duyduğu “sevinç”in dışa vurumudur.

Coşku, milyonlarca insanın onyıllardır çektiği acılarla “doğru orantılı” olduğu için böylesine “taşkın” görüntüler vermiştir ve herkes ortaya yansıyan görüntülerden “doğru mesajı” almalıdır. O “Doğru Mesaj” ise Kürtlerin barış özleminin ve “savaş bitti” duygusuna varmalarından ne denli güçlü bir “sevinç” duyduklarıdır.

Bu “duygu patlaması”nı mümkün kılan ve “savaş bitti” kanaatini pekiştiren 34’ünün birden serbest kalmasıdır. O “serbest kalma” hali, Kandil’den iniş ve Mahmur’dan yurda dönüşün bir “güvencesi” haline gelmiştir.

Bu bakımdan, o “gösteriler”den, “milli birlik” ve “ülkede barış ve huzur” açısından “mutluluk” üretmek de pekala mümkündür.

Ortadaki manzara, DTP’yi de, PKK’yı da aşıyor. Bu, izafe edildiği gibi şunun bunun “show”undan daha ötede bir şey. Onu-bunu kınamayı suçlamayı bırakıp, “Türkiye Kürtleri”nin “silahlara veda”yı, “ülkede barış ve huzur”u ve “milli birlik”i ne kadar kuvvetli biçimde arzuladığını görmek ve anlamak, tüm ülkemiz ve vatandaşlarımız için daha hayırlıdır.

*** *** ***
Bu “gözlem”den hareketle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki algılamasının ve doğrultusunun “isabeti”nden ferahlık da üretebiliriz.

Tayyip Erdoğan, bunca patırtı, demagoji ve “kutuplaşma söylemi”nin toz bulutu arasından çok basit, doğru ve can alıcı soruyu sordu dün:

“Kendimize çok net bir soruyu sormamız gerekiyor. Herkesin vicdanına bu soruyu sorması gerekiyor. Dağdan inişi eleştirmek, silahların bırakılmasını eleştirmek, terörün son bulmasını eleştirmek ne kadar doğrudur? Eli silahlı insanların dağda dolaşması, ülke için, millet için, anne-babalarımız için daha iyi bir durum mudur?”

Herkes, kelime kelime bu soruları kendisine sorsun. Vicdan ve akıl sahibi hiç kimse Başbakan’ın şu cevabında birleşmezlik edemez: “Hayır. Bu tabloyu daha fazla sürdüremeyiz, sürdürmemeliyiz. Hiçbir masum yavrunun babası ölmesin. Hiçbir hanım kardeşimin nişanlısı ölmesin. Hiç kimsenin kocası, yavrusu, evladı ölmesin. Arzumuz da, hedefimiz de, niyetimiz de budur.”

Tayyip Erdoğan’ın ne yaptığının gayet iyi farkında olduğunu, özgüvenini ve çıktığı yoldaki hedeften sapmasının söz konusu olmayacağını Cemal Süreya’dan aktardığı şu dizelerde işitip, benim içim ferahladı:

“Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum.

Yıkadılar aldılar götürdüler.

Babamdan ummazdım bunu.

Kör oldum.”

Kör olmayın. Açın gözünüzü. “Gösteriler”den “umut” ve “iyimserlik” üretin.


Cengiz ÇANDAR, 23 Ekim 2009





Söke söke, seve seve

ŞUNDAN eminim.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın dünkü konuşması, AK Parti saflarında çok büyük tepki yaratmıştır.


İtiraf edeyim, beni etkiledi.

Şundan da çok eminim.

Bu tepki, aynı zamanda AK Partililerin kafalarında da soru işaretlerine yol açmıştır.

Şu soruyu sordukları da kesin:

“Acaba bu açılımla doğru bir şey mi yaptık?”

* * *
Anadolu’nun çeşitli yerlerinden bize ulaşan tepkilere bakılırsa, PKK’lıların dönüş şovu, Türkiye’nin geri kalan bölümünde beklenilenden daha büyük tepkiye yol açtı.

Dün bu yazıyı yazmaya oturduğum sırada bana çayımı getiren genç arkadaşımız, evine Türk bayrağı çektiğini söylüyordu.

Aynı tepkilerin AK Partililere de geldiğine eminim.

O nedenle şunu söylemek yanlış olmayacak.

Kürt sorununun çözümü için çok ama çok kritik bir noktaya gelindi.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, “Sil baştan yaparız” dedirtecek kadar kritik bir noktadayız.

Bu süreç, bugünden itibaren kontrol altına alınmazsa, kartopu gibi büyüyecek ve önümüzdeki seçimin en etkili tartışma konusu haline gelecektir.

O da, çözümün bir başka bahara kalması demektir.

Böyle bir gelişmeyi öngördüğüm için çözümden önce psikolojik ortamın çok iyi hazırlanması gerektiğini aylar önce yazmıştım.

Şimdi söyleyeceğim şeyler belki bazı kişilere çok ters ve yanlış görünebilir.

Ama emin olunuz ki, toplumsal psikoloji açısından hakikatin tam ifadesidir.

Lütfen dikkatle ve sakin bir kafayla düşünerek değerlendiriniz.

* * *
Diyeceğim şu:

“Bu çözüm, Türkiye’de sayısı Kürtlerinkinden de çok az bir grubun ‘Söke söke aldığı’ haklar değil, sayısı çok daha fazla olan Türklerin ‘Seve seve verdiği’ haklar olarak algılanmalıdır.”

Biliyorum çok katı geliyor.

Evet çok katı, ama katı olduğu kadar gerçek.

Bizim coğrafyamızda “Söke söke almak” duygusu çok kuvvetlidir.

Oysa bu duygu, kalıcı bir çözümü sağlamaz.

Kalıcı ve sürdürülebilir bir “birlikte yaşama” duygusu, hâkim unsurun, seve seve verdiği, gönülden kabul ettiği haklar haline gelebilirse mümkün olabilir.

Böyle bir psikoloji ne Kürtleri küçültür, ne de Türkleri büyütür.

Sadece ve sadece birlikte yaşama kültürünü besler.

Ne yazık ki, 34 kişinin gelişi sırasında yapılan yanlışlıklar, toplumun büyük bölümünde “söke söke” duygusunu yarattı.

Hadi daha açıkça yazayım.

“Yenilmişlik” haletiruhiyesine dönüştü.

Gelenlerin dağdaki gerilla kıyafetiyle gelmeleri yanlıştı.

Kapıdaki sorgulama yanlıştı.

Gelen kişilerin meydan meydan dolaştırılmaları yanlıştı.

DTP’nin iyi yönetemediği dönüşün Türkiye’ye çok büyük başka bir zararı daha oldu. Son günlerde yazılan yazılara, bize ulaşan tepkilere bakıyorum.

Toplumun bir bölümü, sınırda serbest bırakılan PKK’lılarla, Ergenekon davasında içeri alınan insanlar arasında karşılaştırma yapmaya başladı.

* * *
Onların gözündeki tablo şudur:

25 yıldır terörist denilen insanlar, beş dakikada serbest bırakılırken; yıllardır toplumda saygın insan olarak çalışmış, profesör, doktor, subay, gazeteci olarak hizmet etmiş kişiler on dakikada “terör örgütü üyesi” haline getirildiler.

Emin olunuz, bu karşılaştırma Ergenekon davasının meşruiyetine olumsuz etki yapabilir.

Peki ne olacak?

Görüşüm şudur.

Bu noktadan itibaren geri dönüş hem AK Parti’ye, hem Türkiye’ye büyük zarar verir.

Siyasi bedeli ne olursa olsun demokratik açılıma devam etmek gerekir.

Bazen seçim kaybetmek, geleceği kazanmak anlamına gelebilir.

Bir siyasetçi için tarihe geçmenin en şerefli yolu da budur.



Ertuğrul ÖZKÖK, 23 Ekim 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

İletigönderen kubudak » Cum Eki 23, 2009 2:32

:) martaval anlatmış ikoncanlar...

verilen tepkiyi hazmedemiyorlar,hani hayırlı bi iş ya herkesin alkışlaması gerekiyorya,bakınsanıza en sondaki herif ergenekonun meşruiyetinin tehlikeye gireceğinden korkuyor,korkuyor diye yazmış..

bu yazdıklarını 8.sınıf öğrencisine okutsanız bu ikoncanların martavallarına gülerler,

yok efendim kan mı dökülsün,döküldüğü kadar dökülmüş gerekirse yine dökülecek,yoksa o protezini çıkarıp "benim madalyam budur" diyen,iki gözü atılan roket yada basılan mayından kör olan gazinin eliyle suratını göstererek "madalya budur" deyipde devletin kendisine verdiği övünç,kıvanç,şeref,onur,gurur plaketini yere çarpan gazilerin yüzüne nasıl bakacaz,daha şehit analarını söylemiyorum.

tepkilerin daha da artması lazım bu az bile sadece şehit aileleri ve gaziler tepki veriyor,çoğunluk dut yemiş bülbül gibi,ne oldu ne var herkes birbirinden korkuyor TÜRK'üm demeyi bölücülük sayıyorlar ne oluyor...
yok efendim barış gelecekmiş böyle barış gelmesin yav,devletin-milletin mukaddes sayılan her bişeyi tahrip edilecek,PKK lı teröristi devletin hakimi serbest bırakıp,poliside askerle pkk lı teröristlerin arasına girecek,eeee sonra ana dilde eğitim istemeye gidecek,yarın diyecek çekin bu askeri-polisi bölücülük ırkçılık yapıyorsunuz,eeee yav aslında biz ayrılmak istiyoruz... başka??
anıtkabiride yıkalımmı? zaten ankaraya hakim yerde iyi park olur.

ey ikoncanlar....

Biz TÜRK'üz;TÜRK'lüğümüzden,vatanımızdan ve "gençliğe hitabesini" ruhumuza geçirdiğimiz ATATÜRK dedemizden başka kimsemizde yok,sizlerin amerikanyalı,alamanyalı,frengistanli,londralı,arabistanlı yada ŞİRKETOKRAT ağabeyleri olabilir,hadi bakam siz böyle yazılar yazmayın,gidin ŞİRKETOKRAT ağabeylerinize belki yeni bi afrika ülkesinde size valilik verirler
ayrıca söyleyin fazlada karıştırmasınlar bu toprakları,18. sini kurarız ama cumhurbaşkanlığı forsuna işlemeyiz 17.yıldızı...!
"Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir"
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Kullanıcı küçük betizi
kubudak
Üye
Üye
 
İletiler: 11
Kayıt: Prş Tem 02, 2009 2:33

Re: Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

İletigönderen Türk-Kan » Cum Eki 23, 2009 3:54

Muhalefet aranıyor, inandırıcı, sorumlu ve ciddi muhalefet...

Muhalefet, büyük bir hayal kırıklığıdır!


Türkiye’de muhalefet gerçekten büyük bir hayal kırıklığı. Onun için de, siyasal iktidar konusundaki alternatif boşluğu bu ülkede demokrasi ve istikrar açısından bir tehdit olmaya devam ediyor.

Muhalefet deyince genellikle olumlu deyişler akla takılır.

Sorumlu muhalefet...

Yapıcı muhalefet...

Bizde maalesef böyle değil.

Özellikle son zamanlarda ‘muhalefet için muhalefet’in daniskası yapılıyor.

Baykal’ın CHP’si ile Bahçeli’nin MHP’si sorumluluktan da, yapıcılıktan da tümüyle uzak bir muhalefet çizgisi izliyorlar.

Ama bu kadarı az görüldü.

Gerçekten öyle.

Türkiye’yi bunca yıl acıtmış, kan ve gözyaşına mal olmuş, refaha akıtılacak kaynakların savaşa, silaha gömülmesine yol açmış devasa bir sorunda çözüm kapısı aralanıyor.

Fakat muhalefet el vermiyor!

Bu nasıl bir sorumsuzluktur?

Akıl alır gibi değil.

Bir barış süreci işlemeye başlamış. Elbette kapalı kapılar arkasında, mutfakta bir şeyler pişiyor. İçte ve dışta değişik taraflar, odaklar, artık dağdan ölüm haberleri gelmesin diye, Kürt sorununun silah ve şiddetle bağı koparılsın diye, barış ve istikrara giden bir yol nihayet açılabilsin diye samimi bir çaba içindeler.

Ama muhalefet sırtını dönüyor.

Oysa dağdan inişin ilk sinyalleri veriliyor. Bunca yıl sonra ilk PKK grubu Habur sınır kapısında giriş yapıyor ve bir süre sonra serbest kalıyorlar.

Muhalefetten tık yok.

Bana mısın demiyor muhalefet.

‘Türk kamuoyu’nu kışkırtmaya, aşırı milliyetçi değirmenlere su taşımaya devam ediyor ve Kürt sorununun karşısına bu kez bir ‘Türk sorunu’ koymak için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar.

Sorumluluk bu mu Allah aşkına?

Tek yaptıkları kışkırtıcılık!

Biri, “PKK’ya teslim olmak”tan dem vuruyor. Diğeri, “PKK planının uygulamaya girdiği”ni öne sürebiliyor.

Kan duracakmış, dağdan ölüm haberleri gelmeyecekmiş, analar gözyaşı dökmeyecekmiş, artık aileler çocuklarını gönül rahatlığı içinde askere gönderecekmiş, silaha harcanan olağanüstü kaynaklar aş ve iş için yatırılacakmış...

Bunların hiç biri umurunda bile değil muhalefetin.

Allah aşkına ne istiyorsunuz?

Kan mı aksın?

Daha çok gözyaşı mı dökülsün?

Niye barış istemiyorsunuz?

Sizin siyaset anlayışınız yoksa ‘savaş’tan mı besleniyor?

‘Kan’dan mı besleniyor?

40 bin ölüm yetmedi mi?

Bu ülkede demokrasinin, insan haklarının, hukukun canına eden bunca yıllık savaş durumu devam mı etsin?

Bunu mu istiyorsunuz?

Faili meçhul cinayetler...

Yargısız infazlar...

Susurluk’lar...

Ergenekon’lar...

Bunlar mı yaşansın?..

Yetmedi mi yaşadıklarımız?..

Oy uğruna böylesine derin bir sorumsuzluk çukuruna düşmüş olmak gerçekten acı ve acıklı.

Ayrıca utanç verici!

Bugüne kadar çekilen acılar karşısında böylesine bir duyarsızlık hakikaten utanç vericidir.
Başbakan, ana muhalefet lideriyle görüşmek istiyor. Türkiye’yi bunca yıl maddi ve manevi bakımdan yakmış olan en büyük sorunla ilgili olarak kendisiyle konuşmak, bilgi vermek ve danışmak istiyor.

Elbette kapalı kapılar arkasında olacak bu. Böylesine büyük bir sorunu çözüm yoluna koyabilecek bir açılımın hassas taraflarının uluorta görüşülmesi hiç mümkün olabilir mi? Başka türlüsü düşünülebilir mi?

“Hayır” diyor ana muhalefet lideri, “Kayda alalım, robot kameraların önünde olsun görüşme...”

Akıl alır gibi değil.

Sergilenen bu sorumsuzluk, tarih kitaplarına, barışa sırtını dönen, kanla, savaşla beslenmek isteyen, aşırı milliyetçilik illetine yakalanmış bir muhalefet anlayışı olarak yazılacaktır.

Bu konuda kuşkum yok.

Muhalefet gerçekten büyük bir hayal kırıklığıdır bu ülkede.

Siyasal iktidara alternatif konusundaki boşluk, bu ülkede hem demokrasiyi, hem istikrarı tehdit etmeye devam ediyor. Siyasal alternatif boşluğu, rejimin çok önemli bir sorunu olmayı sürdürüyor.

Kısacası:

Türkiye’ye muhalefet aranıyor!

Sorumlu, yapıcı ve inandırıcı bir muhalefet, iktidara gerçek bir alternatif oluşturabilecek ciddi bir muhalefet...


Hasan CEMAL, 22 Ekim 2009
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

İletigönderen arazi » Cum Eki 23, 2009 6:00

ne kadar sağ duyulu adamlar dimi arkadaşlar?

kan dökülmemesi için,barış için insanlık için kardeşlik için nasıl da uğraşıyorlar?

bu şerefsizlerin bi gün olsun insanlık, kardeşlik, emek, onur, şeref, yada ezilenler adına yürekten tek kelime etmişliği varmı???

sermayenin fahişeleri..yeni dünya düzeninin köpekleri..
Kullanıcı küçük betizi
arazi
Üye
Üye
 
İletiler: 28
Kayıt: Sal Ağu 18, 2009 23:31

Re: Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

İletigönderen kaanka68 » Cum Eki 23, 2009 8:45

http://www.bilderberg.org/photos04.pdf

Bilderberg 2004, 8 numaralı fotoya dikkat...

Saygılarımla,
KAAN
Kullanıcı küçük betizi
kaanka68
Üye
Üye
 
İletiler: 90
Kayıt: Sal Eki 20, 2009 11:24

Re: Doğan Medya'nın İhanet Açılımcıları: Kan mı dökülsün?

İletigönderen yigitler » Cmt Eki 24, 2009 21:50

M. Ali Birand, Cengiz Candar, Ertugrul Ozkok ve Hasan Cemal AKP'nin en buyuk yalakalaridir. Bunlara gazeteci demek gercek gazetecilere hakarettir. Ama TV kanallari hep bu serefsizleri cikariyorlar ekrana. Pu hepsinin suratina!
Kullanıcı küçük betizi
yigitler
Üye
Üye
 
İletiler: 600
Kayıt: Pzr Ara 07, 2008 21:41


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x