Bir yargı skandalının öyküsü
Adaletin yüksek siyasete kurban edildiği tarihsel olaylar vardır. Dreyfus davası, hiç kuşkusuz bunlardan biridir. Fransız genelkurmayında görev yapan Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Alman Askeri Ataşesi Von Schwartzkoppene bazı gizli askeri belgeleri gönderdiği gerekçesiyle tutuklanır.
Dreyfus daha yargılanmadan Fransız basını hükmünü vermiştir. La Libre Parole (Özgür Söz) adlı gazete, Dreyfusun suçlu olduğunu kışkırtıcı ve anti-semitist duyguları körükleyici bir şekilde ilan eder. Elde yeterli delil olmamasına karşın kamuoyunun beklentilerini karşılamak üzere Dreyfusla ilgili adli soruşturma açılmasına karar verilir.
Vatan haini Alfred Dreyfus
Paris Birinci Savaş Konseyi adındaki askeri mahkeme, 1894 yılının Aralık ayında Dreyfusu yargılamaya başlar. Suçlama için ortada tek delil vardır. O da Alman Askeri Ataşesinin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfusun el yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen belgedir. Dreyfus, bu belgedeki yazının kendisine ait olmadığını söyler, ancak buna kimseyi inandıramaz. Çanlar Yüzbaşı Dreyfus için çalmaya başlamıştır bile. Fransız adaletinin bu Yahudiye haddini bildirmesi için gereken her şey hazırlanır. Savaş Bakanı General Mercier, istihbarat servisinin Dreyfus hakkında hazırladığı gizli dosyayı, sanığın ve savunma avukatının haberi olmadan gizlice askeri yargıçlara gönderir. Yargıçlar da savunma hakkını ve muhakeme usulünü hiçe sayan bu durum karşısında üç maymunu oynarlar. Ve 22 Aralık 1894 tarihinde askeri mahkeme kararını açıklar. Dreyfus yedi yargıcın oybirliğiyle ihanet suçundan mahkum edilir. Dreyfusun rütbesinin geri alınmasına ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına karar verilir. Temyiz başvurusu da sonuç vermez.
5 Ocak 1895te askeri okulun avlusunda Dreyfusun rütbesi sökülür. Yüzbaşının suçsuz olduğunu haykıran çığlıkları Paris semalarında yankılanır. Dreyfus cezasını çekmek üzere Güney Amerika sahillerine yakın bir yere, Şeytan Adasına götürülür. Yüzbaşı Dreyfus, Şeytan Adasında hapis ve sürgün cezasını çekerken, Fransada müthiş bir mücadele başlar. Dreyfusun suçsuz olduğuna inananlarla Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler arasında yaşanan bu savaşa ordu, meclis, hükümet, basın ve aydınlar da müdahil olur.
Genelkurmay basınla işbirliği halinde Dreyfusun suçsuz olduğunu ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalışır. Mahkumiyete dayanak teşkil eden belgedeki (çizelge) el yazısının gerçekte başka birisine ait olduğunu ileri sürenler sürgüne gönderilir ve cezalandırılırlar. Nitekim Dreyfusun mahkum olmasından iki yıl sonra askeri istihbaratın başına geçen Binbaşı Georges Picquart, Dreyfus dosyasını ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra gerçek suçlunun, çizelgeyi kaleme alan Walsin Esterhazy adındaki subay olduğunu belirtir. Picquart, Dreyfus davasının yeniden görülmesi gerektiğini savununca kendisini Tunusa sürgüne gönderilmiş olarak bulur. Bu arada suçlanan Esterhazy de askeri mahkemede beraat eder. Dreyfus savaşı o kadar kızışmıştır ki, dönemin Savaş Bakanı Cavaignac, aralarında Zolanın da bulunduğu belli başlı Dreyfusçuların, devletin güvenliğini tehlikeye atmaktan ve anayasal düzene karşı komplo düzenlemekten dolayı Yüce Divanda yargılanmalarını dahi talep eder (Bkz. E.Zola, Dreyfus Olayı, Türkçesi: M.Tuncer, Yalçın Yayınları, 1998, s. 20). Diğer yandan, Dreyfusun suçsuz olduğunu savunan yazarlar da cezalandırılmaktaydı. Émile Zola, Esterhazyyi beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını yazınca 1 yıl hapis ve 3.000 frank para cezasına çarptırılmıştı. Zola, bunun üzerine İngiltereye gitmiş ve hakkında af çıkıncaya kadar da Fransaya dönmemiştir.
Bir süre sonra olaylar Dreyfusun lehine gelişmeye başlar. Dreyfusun mahkumiyetinde kullanılan belgelerin askeri istihbaratta görevli bir albay tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıkar. Adı geçen albay intihar eder. Askeri mahkemenin beraat ettirdiği Esterhazy de Dreyfusun mahkum olmasına neden olan çizelgeyi kendisinin yazdığını itiraf eder ve İngiltereye kaçar. Bu olaylar üzerine Dreyfus davası yeniden başlar. 9 Eylül 1899 günü askeri mahkeme, adli hatayı kabul etmek yerine, Dreyfusu bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapse mahkum eder. Dreyfus yeniden Şeytan Adasına gönderilir. Ancak, çok geçmeden Fransa Cumhurbaşkanı, Dreyfusu affettiğini açıklar. Dreyfusun tam olarak aklanması ise 1906da yeniden yargılanması ile mümkün olur. Tam on bir yıl önce askeri okulun bahçesinde apoletleri sökülen Dreyfus için aynı yerde yeni bir tören düzenlenir ve kendisi bölük komutanı olarak binbaşı rütbesiyle yeniden orduya alınır. Dreyfusa ayrıca askeri onur (Legione dhonneur) nişanı verilir. Yaşasın Dreyfus! diye bağıranlara şöyle cevap verir: Hayır, yaşasın hakikat!
Dreyfusun suçsuzluğu 1930 yılında iyice pekişir. Askeri bilgileri kendisine sızdırdığı iddia edilen Alman Schwartzkoppenin günlüğü yayınlandığında gerçek bir kez daha ortaya çıkar. Ancak, Fransız ordusunun bu gerçeği kabul etmesi neredeyse yüz yıl alır. 25 Eylül 1995 tarihli Time dergisinde, Fransız ordusunun aradan yüz yıl geçtikten sonra ilk kez kamuoyu önünde Dreyfusun suçsuzluğunu resmen ilan ettiğine dair bir yazı yayınlanır. Fransız ordusunda üst düzey bir komutan olan General Jean-Louis Mourrut, ilk kez kamuoyuna Dreyfusun suçsuz olduğunu ve ordunun yanlış yaptığını açıklamıştır.
Dreyfus olayının siyasal sonuçları
Dreyfus davasının politik sonuçlarından biri, Fransada siyasal safları belirginleştirmesi olmuştur. Cumhuriyeti destekleyen ılımlı cumhuriyetçiler, liberaller, radikaller ve sosyalistler, cumhuriyet karşıtı olarak görülen ordu ve Katolik Kilisesi karşısında ittifak kurdular. Hemen belirtmek gerekir ki, sosyalistlerin tamamı Dreyfusu desteklememiştir. 18 Ocak 1898 tarihinde 32 sosyalist milletvekili bir bildiri yayınlayarak Kapitalist sınıftan, düşman sınıftan olan Dreyfusun durumunun kendilerini ilgilendirmediğini açıklamışlardı. (Zola, a.g.e., s. 15-16) Dreyfus olayı, Fransa Cumhuriyetini güçlendirmiş, solu iktidara taşımış, militarizmin ve kilisenin itibar kaybetmesine neden olmuş ve en önemlisi 1905 tarihli din-kilise ayrılığı hakkındaki meşhur kanunun çıkarılmasına yol açmıştır.
Dreyfus olayı, Fransanın yaşadığı en büyük hukuksal skandal olarak tarihe geçti. Bu olay, sadece bir askeri görevlinin haksız yere suçlanması ve ordudan atılmasından ibaret değildir. Dreyfus davası, ülkedeki iktidar ilişkilerinin ortaya konulduğu, toplumda egemen olan Yahudi düşmanlığı duygularının açığa çıktığı, bu duyguların siyasi ranta tahvil edildiği, askeri kurumların militarizmi süreklileştirmek için basın ve kilise gibi kurumlarla işbirliği yapmaya yöneltildiği ve Fransız Cumhuriyetinin temel değerlerinin tartışıldığı bir süreç yaratmıştır. Bu haliyle Dreyfus davası, Fransanın siyasal ve toplumsal hafızasına kazınmış sembolik bir olaydır.
DOÇ DR. ZÜHTÜ ARSLAN
Doğrusu bende hiçbir çağrışım yapmadı..
Türkiyede bu tür şeyler olmaz nasılsa. Demokratik laik bir hukuk devletiyiz biz..
Yoksa değil miyiz?